Perşembe, 28 Şubat 2008 19:42

28 Şubat: Özeleştiriye Hazır mıyız?

 Mayıs 1952 seçimleri ile dikilen Demokrasi ağacı çeşitli fırtınalar geçirdi ve her fırtınadan güçlenerek çıktı, kökü sağlamlaştı, gövdesi büyümese de artık iyice kökleşti, buna en büyük kanıt 28 Şubattır.

28 Şubat: Özeleştiriye hazır mıyız?

Prof. Dr. Nevzat Tahran

(İDER) İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı

            28 Şubatta topluma ve siyasete dayatılanların %10’u yapılamamıştır. Bunun için başarılı olduğu söylenemez. Hatta 5 yıl sonra tasfiye edilmek istenen kadroların seçimi kazanması 28 Şubat’ın onaylanmadığı anlamına geldiğini söylesek abartmamış oluruz.

            27 Mayıs’ın Bağdat Paktı ile sebep sonuç ilişkisi vardı. 27 Mayıs’ta neden Dış İşleri Bakanı idam edildi.Türkiye’nin rotasını çevirmek isteyenlere hadleri bildirilmeliydi. 12 Mart’a demokrasiyi bilmeyen bir ordu ve zayıflamış siyaset vardı.12 Eylül komünizm korkusu, siyasetçinin güven vermemesi, Konya mitingi kışkırtıcılığı ile gerçekleşecekti.

            28 Şubat’ın görünen sebebi irtica idi; görünmeyen sebebi Türkiye’nin rotasının değiştirilmeye çalışılmasaydı. Başbakanın Libya ve İran gezileri darbe heveslilerine çok değerli psikolojik savaş malzemesi olmuştu. Balans ayarı için Filistin’le ilgili toplantının seçilmesi anlamıydı. 28 Şubat’ın gizli sebebi Ankara egemenlerinin, jakoben elitlerin kontrolü kaybetme korkuları idi. 28 Şubat’ın gerçek sebebi para musluklarının istendiği gibi kullanılamamasıydı. 28 Şubat’tan sonra OYAK BANK’ın  kurulması, Ordunun holdingleşmesi dünya’da bankası olan bir ordunun ortaya çıkması tesadüf müydü?

 Darbecilerin kullandığı bazı yöntemler:

Kontrollü gerilim stratejisi:

 İran korkusu önemli bir savaş malzemesiydi. Türkiye’nin İran gibi olacağı buna izin verilmeyeceğini silahlı kuvvetlerin silahsız kuvvetleri kullanarak işlemesine tanık olduk. Hata Ankara Çubuk’ta İran Kara Kuvvetler Komutanının 1979’da misafir edildiği sırada Tugay Komutanı Sn. Karadayıya söylediği” Biz Humeyni hareketine masum dini hareketler zannedecek müdahale etmedik “ sözü, “ Beyaz Propaganda “ malzemesi olarak kullanıldı.

            Propaganda’da söylenen sözler gelişi güzel sarf edilen sözler değildi. Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemini iyi hesaplanmış şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş, hedef kitlesi tayin edilmiş sözlerdir. Beyaz propaganda da kaynak bellidir. Ancak aynı şey binlerce kez tekrar edilerek inanmaya hazır kitleler inandırılır. Zihinler de gedik açılır ve beyin yıkanır. İnsanlar böylece maniplasyana hazır hale gelirler.

 İran tehdidi 28 Şubat sürecinde çok tekrar edildi.İ ran korkusu oluşturuldu; generaller İran da ki gibi irticanın gelip kendilerini asacaklarına ciddi ciddi inandılar. Ayaklanma ve kalkışmaya karşı taburlar oluşturuldu. 12 Eylül’de bir gece de 5000 kadar dinci bilinen kişi toplanıp tehdit bitirilecekti.12 Eylül’de Diyarbakır ceza evinde yaşanan  insanlık suçları tekrarlanmak istenmişti fakat ilginçtir ki Türkiye de hiçbir dini grup provakasyona gelmedi. Osmanlı kültüründen gelen efendilik ve itaat din ile irticayı, dostu ile düşmanını karıştıranları şaşırttı. İran’ın bugün geldiği nokta bizzat İran devlet başkanı tarafından demokrasi vurgusunun yapılması zamanı gelirmiş fikirlerinin korku ve vehimleri nasıl yok ettiğine birer kanıt olarak gözüküyor.

Toplumun kategorize edilmesi:

 Psikolojik savaşta bir yöntem kalıplaşmış imaj oluşturulmasıdır. Psikolojik savaştaki  “ Yanlış bilgi yoktur seçilmiş doğrular vardır “ sözü kullanılacak. Hizbullah, Fatih’teki imam, Müslüm Gündüz gibi radikal örnekler, ısrarla ve tekrarla vurgulanacak bütün dindarlar böyledir diyecek her türlü dini tezahüre karşı insanlar tepkili hale getirilmeye çalışıldı. ”Türkiye laiktir, laik kalacak, kahrolsun şeriat “ söylemleri cenazelerde sıkça kullanıldı. Akredite uygulaması ile bloklaşma sağlanmaya çalışıldı. Sermaye’yi “Yeşil “ olarak tanımlayarak toplum kategorize edilmeye çalışıldı.

            Bunun için yazılı ve sözlü basın çok iyi kullanıldı. Psikolojik savaş sistematik bir faaliyettir.Tartışılan fikirler rast gele değil yetiştirilmiş fikirlerdir. Bu grup lehine veya aleyhine nefret yada taraftarlık duyguları meydana getirme faaliyetidir. Bunun için basın ve köşe yazıları zenginler tarafından ücret karşılığı tutulmuş fikir işçileridir. Psikolojik savaş etüdü yapanlar maalesef basını böyle görürler. Emir almaya hazır telefonla mizanpajın talimatını olan meslek mensubu akredite olarak tanımlanır.

Onuncu yıl marşının kullanılması:

O tarihlerde bu marşı söylemeyen kişiler laiklik karşıtı olarak algılandı. Aslında bu marşı bir korku testi olarak uygulandı. 10. yıl marşına karşı olmak kurulu düzene karşı olmaktı. Cumhurbaşkanının senfoni orkestrası konserlerinde “ İşte laik Türkiye “ demesi fotoğrafı tamamlıyordu.

Militan demokrasi söylemi:

            Fransa da Rousseu’nun kitle demokrasisi doktirininin Türkiye’ye uygulanmasıydı. Kitlenin iyiliği için ona baskı yapıp ızdırap çektirmek tüm halkın egemenliği demektir. İnsan özde mantık dışıdır zorla iyiye getirilmelidir düşüncesinin bir sonucudur.

Gözdağı verme yöntemi:

            Post modern darbe olarak tanımlanan 28 Şubat’ta insanlar biraz daha insani yollarla hizaya getirilmeye çalışılıyordu. Silahlı kuvvetler yerine silahsız kuvvetler kullanılıyor, silah yerine psikolojik savaş malzemeleri kullanılıyordu. İşte burada öğünler halinde yenilen yemeklerde içki vurgusu yapılması darbe söylentilerinin gri propaganda malzemesi olarak ortaya atılması, pompalı tüfeklerle dinci militanların dağlarda eğitim gördüğü gri propagandasının kullanılması hep korku testleri idi. Kendilerini güvende hissetmeyenler korku testlerinden gerçerek kategorize oluyorlardı. Hatta askeri birliklerin gece ışıkların açık tutulması bu korku testleri ve gözdağı yöntemlerinden bazıları idi. Çankaya köşkü ve bazı millet vekillerinin çağrılarak generaller tarafından brifinge maruz kalmaları da benzer uygulama idi.

Gri propaganda, gözdağı yöntemi de Merve Kavakçı olayında yaşandı. Eğer Merve Kavakçı yemin edip meclise girse Harp okulu öğrencileri yürüyecek söylentisi çıkarılmıştı. Bazı kişilerin din istismarı yaptığı söylenerek din istismarının istismarı yapılmak istendi.

            Beyin yıkama yöntemleri:

 1994 yılından itibaren kendilerine servis edilen bilgileri sorgulamadan inanan odaklar “ Eğer önlem alınmazsa 2005 yılında Türkiye’nin % 60’ı İmam Hatip ve Kuran-ı Kursu mezunlarının eline geçecek  fikri 28 Şubatı tetikleyen bilgi oldu. Beyin yıkama projesi bir ideoloji değiştirme projesidir. Propaganda kısa ve çabuk etki sürecini eğitim uzun ve yavaş gelişme sürecini hedefler. Eğitimde kişisel sorumluluk ve açık zihin propaganda da kapalı zihin oluşur. Okullar da felsefe dersleri, Darwin doktrini okutularak eğitim süreci etkilenmesi amaçlandı. Din ile irtica bilerek karıştırıldı.

            Anahtar kelime seçildi “ Din devleti, türban; laik olmayan insan olamaz, ulusalcılık , dini vatanseverlik yerine milli vatanseverlik, 10. yıl marşı, Militan Demokrasi, karşı devrim, demokrasiye halk popülizmdir.” gibi kavramlar politik fikir aşılama olarak kullanıldı. İnsan düşüncesini değiştirme projesi toplum tarafından onaylanmalı ki İmam Hatiplere başvuru yükselmeye başladı. Gerçekte insanların dine yönelmesi sadece Türkiye’nin değil 21. yüzyılın süreciydi buna politik anlam vermek doğru değildi.

            Bilinçli – bilinçsiz propaganda ile toplumun dost ve düşman gruplara ayrılmaya çalışıldı. Faşizmin yöntemi olan “ Kilitsel iç düşman “ oluşturup o düşmana karşı blok oluşturup kontrolü elinde bulundurmak isteyenler acaba şu anda ne düşünüyorlar?

Orduya karşı psikolojik savaş:

Özellikle İran korkusu ve otoriteye sığınma duygusu kullanıldı. İran’da rejim değişimi Şah’ın uyguladığı Doğu despotizmine bir tepkiydi. Solcular ve dinciler birlikte eylem yaptılar daha sonra Humeyni solsuları tasfiye etti. Hareket noktasında dini hiçbir talep yoktu çünkü; insanlar dinlerini zaten yaşıyorlardı. Fakat Humeyni’nin Şah’ın generallerini asması çok iyi bir psikolojik savaş malzemesi idi. İran kültürel inanç sistemi ile Türkiye’nin hiç bir benzerliği yoktu. Bu konuda tek bir bilimsel araştırma yapılmamıştı.

Sahte  B.Ç.G. raporları:

            Yüksek Askeri Şura Toplantılarına sahte B.Ç.G. raporları gerçek gibi getirilerek birçok subay ordudan ihraç edildi. Hatta binbaşı Abdulmuttalip Yıldırım daha sonra girdiği belediyeden de çıkarılması üzerine girdiği bunalım sonucu intiharla hayatına son verdi. Kısa sürede 21 takdir almış, evi Güneydoğuda roketlenmiş. Yüzbaşı Güray Balatekin YAŞ yolu ile ihraç edilmiş, eşi GATA’da kanser tedavisi görürken acımasızca ortaya bırakılmıştı. YAŞ yolu ile ihraç edilen subay – astsubay sayısı 3000’i buluyordu. Bu kişiler savaş eğitimi almış kişilerdi. Hiçbiri devlete karşı bir eylem içerisine girmediler. Bu bile yapılan muamelenin yanlış olduğunu gösteriyordu. Bunun için  son YAŞ toplantısında bir astsubayın sarık – cübbeli görüntüleri sunulup Başbakana biz bunun atılmasını istiyoruz denildiğinde Sayın Başbakan “ Ben inanmıyorum “ diyerek yargı denetiminin gerektiğini vurguladığı söylenmektedir. Böyle sahte B.Ç.G. raporu ile bir çok subay- astsubay halka yabancılaştırılmaya çalışıldı. Dinine bağlı insanlar tehlike olarak görmeye inandırılmak istendi. Yüksek Askeri Şuradaki vatanseverliğinden şüphemizin olmadığı generallerin politik fikir aşılamasına maruz kaldığı ve manüple edildiğini yerinde olacaktır.

            Derin odakların oyununa gelmeyenler kendilerini kullandırmamış olacaklar, halkın arasında başları daha dik dolaşabileceklerdir.

 Orduya  güveni zayıflatan bazı olaylar yaşanmaya devam ediyor. Emekli generallerin zenginlerle içli dışlı olması, holdinglerin yönetimine girmesi, savunma ihalelerinde aracılık yapmaları, ordu evlerinin beş yıldızlı ucuz oteller olması, halk arasında hep konuşulan konulardır.

            Halkı en çok rencide edende Kuzey Irak’ta başına çuval geçirilen, kriptolarını korumayı beceremeyen özel kuvvet subayları oldu. Ordu karşıtlığı üzerinden demokrasi yapılamayacağı gibi orduyu kutsayarak ta vatanseverlik yapılmaz. Herkes kendi sınırını bilmeli artık.

SFB yanılgısı:

“ Self “ – Fulfilling Prophecy “

            Siyaset biliminde kullanılan bu terim psikolojik savaş içinde geçerlidir. Kendini gerçekleştiren ön kabul  olarak tercüme edilebilir.

 Stratejik hedef belirlenir o hedefe inanmış kişiler olaylara hep o gözle bakar. Düşmanlık, güvensizlik önyargısı ile hareket edilir, dost düşman karıştırılır. Eğer düşman gördüğü kişi: İfadesine bakıp ona karşı düşmanca yaklaşırsa ( ki aslında hiç düşmanca düşüncesi yoktur) “ Ben zaten onun bana karşı olduğunu biliyordum “ diyerek kavga başlar.

            Güven kaygısı yaşayan kişiler irtica ile dini karıştırarak , bugünde AB’ye girme ile Sevri karıştırarak S.F.P. yanılgısına devam ediyorlar. Olan bu ülkenin kaynaklarına, zaman ve enerjisine oluyor.

            Em. Korg. Suat İlhan’nın “ Avrupa Birliği üyeliği Atatürkçülüğün sonu olur “ kitabını okuyanlar S.F.P yanılgısının örneklerini göreceklerdir.

           “ORDU GÖREVE” TUZAĞI:

            Bazı odaklar Silahlı Kuvvetlerimizin siyasi parti gibi hareket etmesini istiyorlar. Bugün Harp okullarında demokrasi vurgusu  yapılmadığı biliniyor. Ama TSK’de darbe heveslisi subay az. Batıyı bilen iyi eğitilmiş subay özgür fikir pazarında fikirlerin çatışması ile hakikatlerin ortaya çıkacağını bilir. Demokrasinin okullarda öğretilmeyeceğini, grup içerisinde yaşayarak öğrenileceğini ve bir kültür olduğunu anlar. Genç subaylar bunun için daha demokratlar.

         Türkiye’de gerilim çıkarmak isteyenler, alışılmışın dışında zengin olanlar ve AB karşıtı olanların derin odaklar tarafından manüple edilen kişiler olma riskinin yüksek olduğu bilinmektedir. Böyle kişilere verilebilecek en büyük cevap başarılı olmak ve kararlı uzlaşmacı ama ilkeli tavırdır. Kendi savaşını kendi belirleyen, karşı tarafın savaş alanına girmeyen akıllı yönetimler devam etmelidir.

         TSK muhtemel tuzak.

         Şu anda Türk Silahlı Kuvvetlerinde sorunlar demokratik yollarda çözülsün diyen subaylar çoğunlukta ancak gri propaganda ile Sn Orgeneral Hilmi Özkök’ün istifa ettirileceği,  Erdalhan Paşa gibi olacağı söylentileri dolaştırılıyor. Özellikle askeri ihalelerden nasiplenen, 40 yıllık askerlik hayatından sonra milyon dolarlık evlerde oturabilen subaylar dedikodusunun kaynağını oluşturuyorlar.

         Türkiye’de askeri harcamalar denetlenemiyor, denetlemesi gereken Sayıştay işlevsiz. Askeri harcamaları bırakın, askeri malların sayımının bile Parlemento adına denetleyen kurum olan Sayıştay’ın bu konuda yönetmeliği bile yok. Denetlenemeyen askeri harcamalar, kendi bütçesini hazırlayan, malları sayılamayan ordu  şeffaf olmadığı için yolsuzluk zannından kurtulamaz. Bir albay Meclise gelip 2 – 3 dosyayı masaya bırakıp “ Bütçemiz budur “ denilir ve TBMM’de  gücünün farkında değilse demokrasiden söz edilemez.

        Lütfen TBMM gücünün farkına varsın. Stratejik liderlikte canlandıran ve yön veren vizyon çok önemlidir: Geleceği inşa eden kararları verecek lider önem ve öncelik  sırasını iyi belirler. Başarılı askeri stratejik liderin temel yönelimi hücumdur. Şu anda dünyada demokrasi kefesi ağır basıyor ve özgürlük rüzgarları esiyor. Sayın Genelkurmay Başkanı “ Demokrasiye inanmayanın canına okuyacağım “ diyerek dirayetini göstermeli.

        Bu tarihi yaklaşım Türkiye’yi AB’ye götürür. Cumhuriyet projesi olan çağdaşlaşma ve laiklik garanti altına alınmış olur.Türkiye’yi dünyadan kopmuş izole bir oda gibi yapmak isteyenlere lütfen dur diyelim.

İran ve Afganistan’da siyasal İslam tecrübesinin de büyük katkıları oldu.

           SİYASAL İSLAM NE DURUMDA?

           Hz. Peygamberin hayatını iyi inceleyenler Onun hiç bir zaman siyasi bir talep içinde olmadıklarını görürler. Mekke emirliğini reddeden, silahlı mücadeleye karşı çıkan, silahı sadece savunma amaçlı kullanan, savaşların çoğunu Medine civarında savunma savaşı olarak yapan, nefisle mücadeleye büyük cihad diyen bir peygamberin izinden gittiğini söyleyenler siyasi talep içerisindeydiler. Kader buna izin vermedi.

         Zihinsel istibdatlar sorgulandı!

         Milli Görüş çizgisinde Abdülhamid hayranlığı vardı. Büyük Sultan istipdata mecbur kalmıştı ama İslam dini istipdata müsait değildi. İstipdatın yoğun yaşandığı Emevi döneminde istipdatın İslam dininin yararına olmadığı bir çok batıl mezheplerin ortaya çıkması ile görülmüştü. Dindar insanların dini kimliklerini kullanarak siyaset yapmaları din istismarı olarak algılanıyordu. Bunun sonucu; din istismarının istismarını getirdi, zarar gören dini değerler oldu. İslam dininin özünde olan şuraya önem vermek,  zorlamayı reddetmek , merhamet ve muhabbet alt yapısı işletilmeliydi.

Doğu despotizminin  İslam’la karıştırıldığı rejimlerin olduğu düzenlerde mi yoksa demokrasi örfünün olduğu ülkeler de Kuran daha iyi anlaşılıyordu?

      Türk insanı kendisi yalan söylese bile yöneticisini dürüst ve dindar görmek isteyen bir kültüre sahiptir. Türkiye’yi yönetenler bu kültürel bilgiyi iyi değerlendirmelidirler. Demokrasinin içselleştirilmesi herkesin yararınadır.

       28 Şubat sürecinde demokrasiyi dindarların anlama, laiklerin de dinin toplumda ki rolü ve önemini anlamalarına katkı sağladığını söylemek yerinde olacaktır.

      Önyargısız diyaloga devam etmek dileğiyle.

Son Düzenlenme Perşembe, 28 Şubat 2008 19:43
Prof.Dr. Nevzat Tarhan

Yönetim Kurulu Başkanı

www.nevzattarhan.com | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...