Ramazanın beşinci günü.
Cuma namazı sonrası hanımı aradım.
İftarı,………..Askeri Sosyal Tesislerde yapalım diye.
En son 16-17 sene önce gittiğimizi hatırlıyorum,o mekanlara.
O zamanlar hanımın başörtüsü sorun yapılıyordu.
22 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6191 sayılı yasa ile YAŞ mağdurlarına iade-i itibar yapılmış,gasp edilen haklar yıllar sonra verilmeye başlamıştı.
Askeri kimliğimiz de bunlardan biriydi ve bizim kimliklerde 4 Ağustosta elimize geçmişti.
Eşimin kimliği de,fotoğraf çene altı bağlama (tavşan kulağı) da olsa tesettüre uygun biçimde Genelkurmay’dan onaylanıp gelmişti.
Uygulamanın son durumunu yerinde görmemiz gerekiyordu.Bir anlamda yeni bir görev başlamıştı,”Askeri tesislerde kılık-kıyafet denetimi..!”
Haksızlığa,daha da ötesi hakaret içeren ayrımcılığa tahammül edemeyen bir yapıya sahiptim.
Sorunlardan kaçmayı,görmezden gelmeyi değil,üstüne üstüne gitmeyi tercih ediyordum.
Daha doğrusu bundan kendimi alamıyordum.
Mücadeleci bir insandım.
Bunun ötesinde yapılanların,akıl,vicdan, hukuk ve ahlakla ilgisi yoktu.
Her seferinde,”…eşinizin kıyafeti..”seronomisi, trajikomik bir biçimde önümüze çıkıyordu.
Bu nasıl bir zihniyet ve yaklaşımdı?
Bunlar kendilerini hiç sorgulama gereği bile duymaz mı? diye sormadan edemiyordu insan.
Karşımdaki mahlukların insan olduğundan bile zaman zaman ciddi şüphe duyduğum olmuyor değildi.
İnsana yakışmayacak bir yaklaşımla “..eşinizin kıyafeti…”..!
Sana ne be adam..!
Sen veya seni buraya koyan zihniyet,böyle ahlaksız,çağdışı,ayırımcı bir yaklaşımı nasıl ortaya koyabiliyor ?
Ben sana veya sana emir veren hödüğe “…eşinizin etek boyu..!” dersem neler hissedersin?
Hiç düşündün mü?
Empati yapma gereği hissettin mi?
Sanırım cevap hayır.Çünkü empatiyi insanlar yapar.
Ben bu zihniyetin insan ürünü olduğundan cidden şüpheliyim..!
Ama korkmayın,her şeye rağmen ben etek boyu sorma alçaklık ve ahlaksızlığını yapmam.
Sizleri bu seviyeye düşüren zihniyetin alçaklığına düşmem..!
İşin daha vahim yanı,asıl sorumlu ve muhatabı bulamamak.
Komutan emri,yönerge..vs
Ne diyon lan sen..deyip yakasına sarılıp,okkalı bir kafa atacağınız sorumlu yok.
Karşınıza çıkanlar emir kulu garibanlar.
Zencilere karşı kullanılan,zenci kökenli kahyalar..! Sizden birileri,ama sizden değiller..!
Kendilerine sunulan imkanlardan(!) mahrum oluruz korkusuyla zulme çanak tutanlar.
Ülkede zulmün her alanda yayılmasında bu omurgasızların payı çoktur.
Sıkılmadan,efendilerinin talepleri doğrultusunda, size bir de akıl vermeye kalkarlar,”..şöyle yapıverseniz,biraz taviz verseniz olmaz mı..? diye.
Yönergeyi inceliyorsun,evlere şenlik.
Anayasa ne diyormuş,yasalar ne diyormuş,hukuk diye bir şey varmış hiç önemli değil.
Almış eline kalemi,yazmış aklına geleni,olmuş yönerge..!
Milletin paralarıyla yapılan tesisler,milletten olanlara kapalı,ecnebilere benzeyenlere açık..!
Ben,ecdadımın her karışını kanıyla suladığı bu ülkede ecnebice yaşamana saygı duyma erdemini,büyüklüğünü gösteriyorsam,sen de bana saygı göstereceksin arkadaş...!
Bu sizler için bir tercih değil,mecburiyet..!
Aklın,vicdanın,hukukun ve gerçeklerin mecburiyeti.
Sizler,bu çağdışı,yobaz,ahlaksız laikçilik anlayışınızla ülkeyi böldünüz..!
Binlerce kürt kökenli vatandaşı dağa çıkaran sebeplerden biri de sizin bu bölücü zihniyetiniz.
İnançlı insanlar olarak,sizin seviyesizliğinizde ve hak ettiğiniz(!) şekilde tepki verse idik, bugün Türkiye öncelikle sizin için yaşanmaz olurdu..!
Neyse,nizamiyeden girdik.
Hanım öyle bağlamaktan hiç hazzetmese de,başörtüsü,alttan “tavşan kulağı” bağlı.
TSK kimlik kartındaki resimde olduğu gibi.
Bu dayatma bile başlı başına bir hakaret..!
İlk defa geldiğimiz bir tesis,alan bir hayli geniş.
İstanbul’un en güzel mekanlarından biri.
Biraz dolaşıp çevreyi tanıyalım dedik.
Bakışlar bir acaip,herhalde bizi tren zannettiler..!
Aldırmadık,çünkü alışmıştık bu zavallıların böyle anlamsız tepkilerine.
İftar vakti de yaklaşmıştı,5-10 dakika var yok.
Restorana geçtik.Self servismiş.
Hanıma,sen otur ben sıraya gireyim dedim.Sırada bir hayli uzun.
Tam sıraya girerken…
Resmi elbiseli bir başçavuş bana doğru yaklaşırken seslendi,”beyefendi bakar mısınız!?”
“Buyurun” dedim.Her zamanki diyalog başlıyordu..!
Sivil olduğum için tanımak istedi haklı olarak.Ama o salonda bulunan ve hepsi sivil olan onlarca insandan sadece bizimle müşerref olmak istemesinin farklı bir nedeni vardı.
Bu şerefi de eşimin başörtüsüne borçluyduk.
“Emekli Binbaşıyım”dedim.Aslında emekli Albay’dım ama kimliğimde binbaşı yazıyordu.
Bu da ayrı bir garabet,binbaşı üniforması giymiş bir albay..!Ancak Türkiye’ye yakışır..!
“Eşinizin kıyafetiyle ilgili görüşmemiz lazım dedi”
“Görüşmemizi gerektirecek hiçbir sorun yok” dedim.”şimdi iftarımızı yapacağız,git bana bunun gerekçelerini ve yasal dayanaklarını her neyse getir” dedim.
Ancak ısrarcı davranınca,benim zaten müteyakkız olan sinir katsayım da yükselmişti.
İftarı,yemeği unuttuk.
“Siz,ne hakla,saygısızca beni rahatsız ediyorsunuz?”diye tepkimi ifade ettim.
Ancak,o garip te kendine göre görevini yapıyordu.Herhalde bizi tren zannedenlerden arayanlar olmuştu.Soruları mahcup,çekingen bir tavırla soruyordu.Yaptığından memnun olmadığı yüzünden anlaşılıyordu.
O da oruçluymuş.Bizi kibarca idari ofise yönlendirdi.Bu arada iftar vakti de gelmişti.
Her ne kadar karşılaşacağımız tabloyu tahmin ederek ve bilerek gelmiş olsakta sinirlerim alt üst olmuştu.Aynen yıllar önce bıraktığımız yerdeydiler..!
Geçekleri görmemek,değişmemekte hala inat eden bir yapı mevcuttu.
Söylenmesi gerekenleri,belki biraz da ağır biçimde ifade ettim.
“Burası Anadolu’nun bir parçası mı,yoksa Yunanistan’a,Rusya’ya mı geldik” diye bağırıp,muhatabımı azarlıyordum.
Bu arada menüyü uzatıp yemek tercihi yapmamızı,kendisinin ikramı olacağını ifade etti.
Bu talebini “Yemek yiyecek halimiz mi kaldı?Burada yemek falan yemeyeceğiz,bir su verin orucumuzu açalım yeter.”diyerek geri çevirdim.Ve derhal tesis komutanını çağırmalarını söyledim.
Hissettiğim kadarıyla Başçavuş arkadaş iki arada kalmıştı.Bir yanda vicdanı,bir yanda vicdanı olmayanların emirleri..
Neyse,tesis komutanı Albay geldi.Odasına davet etti geçtik oturduk.Hanım, kimlik kartını uzatıp “Genelkurmayın onayladığı başörtüsüne siz nasıl engel oluyorsunuz?”diye sordu.
Albay kimlik kartına bakarak,”doğru söylüyorsunuz,ama yönergede…”derken,şaşırtacak bir hareketle”Olamaz ya.!”diye bağırdı ve o heyecanla kimliği bana fırlattı.Ne oluyor demeden,”Ya abi sen misin,beni tanımadın mı ?Ben…..”demez mi?Kimlikte soy ismini görünce tanımıştı.Yıllardır görüşmüyorduk.Harbiyeden, benden iki yıl sonra mezun olmuştu.Kucaklaştık,olayın seyri değişmiş,geçmiş hatıraları konuşmaya dertleşmeye başlamıştık.
“Siz karşıma nereden çıktınız?Benim senaryomu bozdunuz..!”diye takıldım…
Ülke insanını birbirine şüphe ile baktıran köhnemiş zihniyet hem Silahlı Kuvvetlerde hem de diğer kurumlarda en temel sorun olarak ortada duruyor.
Orduya personel alırken uygulanan ayırımcı,bölücü,ötekileyici yöntemler,
Milli Eğitim ve kültür kodlarımıza uymayan,devşirme politikasına dayalı beyin yıkama amaçlı eğitim sistemi,
Devşirilemeyenleri sistem dışına atıp tavsiye etme süreci,
Kışla,lojman,ordu pazarı,ordu evi üçgeninde geçen,halktan kopuk yaşam tarzı,
Ve bu uygun iklimde oluşturulan darbe kadroları,Ergenekon ve benzeri illegal gizli oluşum ve gayretler.
Orduyu, ait olduğu halkın değerlerinden kopuk,belli bir zihniyetin hakim olduğu bu olumsuz pozisyondan kurtarıp,halkın ordusu haline getirmek, atılacak en önemli adımlardan biri olacaktır.
Biz, hanımla birlikte denetimlerimize devam edeceğiz..!
Vesselam.
Mustafa HACIMUSTAFAOĞULLARI
10.08.2011