Salı, 04 Haziran 2013 20:26

HİZBÜŞŞEYTANIN ASKER VE SİLAHLARI

 

Şöyle insanlardan uzak bir dağ başında, yahut bir büyük sahrada veya yalnız başına ıssız bir adada gözlerinizi en az beş dakika kapattıktan sonra başka bir gezegenden dünyaya iniş yapmış gibi gözünüzü dört açıp, içinde yaşadığımız âleme ve kendinize şöyle uzun uzun baksanız. O an ne düşünürsünüz, gündeminize neleri alırsınız, neleri merak eder, neleri sorar, neleri konuşursunuz? Şimdi neleri konuşuyoruz. Arştan ferşe kadar fark olur değil mi?

 

Mükemmel bir şekilde yaratılıp, muazzam bir şekilde inşa edilmiş olan ve devamlı değişen ve yenilenen bir âlemde yaşatılıyoruz. İlk insandan bu güne insanoğlu; yüzlerce ilimle; binlerce senedir, milyarlarca akılla  içinde yaratılıp, yaşatıldığı bu mükemmel kâinat kitabını okumaya, anlamaya çalışıyor. Ancak daha binde birini bitirebilmiş değildir. Milyarlarca ömrü olduğu söylenen, daha ne kadar da yaşatılacağı bilinmeyen bu kâinat sarayında bu sarayın faaliyetlerinde, bizim hiçbir dahlimiz yok. Hem nasıl olsun ki…?

 

Böyle muhteşem bir âlemde; milyarlarca - trilyonlarca sayısını ancak Yüce Yaratanın bildiği diğer canlılarla, öteki hayat sahipleriyle birlikte, bunların içinde bitki ve hayvanların dışında melâikeler , muhtelif ruhaniler, cinler, envâi çeşit şeytanlar  gibi bazılarını dünya gözüyle göremediğimiz sayısız varlıklar da var.

 

Her bir canlı; kendi hususi dünyasında kendi toplumuyla, kendi sürüsüyle yaratanın koyduğu, ölçü, takdir, sınır ve imkanlarla hayatını sürdürüyor. Genelde bu topluluklar birbirinden tamamen habersizdirler. Gündemleri , faaliyet sahaları, hayatlarında koşuşturma nedenleri ne kadar da birbirinden farklıdır. Beraber yaşadığımız aynı kâinatta hiç farkında da olmadığımız neler neler oluyor…

 

Bu sabah K.Çamlıca tepesinde gezinirken rast geldiğim karınca yuvasını ve onların göz kamaştırıcı gayretlerini anlamaya çalıştım. Son günlerde sıkça seyretmeye başladığım belgesellerde de, özellikle canlılar dünyasına girerek onlar gibi onların idrak adesesiyle varlığı keşfetmeye çalışıyorum. Beynimde ve ruhumda şimşekler çakıyor. Sözün bittiği yer denilir ya … İşte öyle..Söz bitiyor ve sadece dilime ve gönlüme ‘Allah’ kudsî kelamı geliyor.

 

Sonra böyle bir sonsuzluk deryasında boğulmamak için tekrar kendime dönüyor, sendelenmiş olarak, yerimi ve konumumu belirlemeye çalışıyorum.

 

Özür dileyerek sadede geliyorum. Haklı olarak, yazının başlığı ne, sen neden bahsediyorsun kardeşim denebilir? Ben sadece; içerisinde bulunduğumuz, var olduğumuz faaliyet sahasını, bu hayatî çerçeveyi tespit ederek sorumluluk sınırlarımızı doğruca belirlemeye çalıştım.

İman – küfür, şeytan – imanlı insan  mücadelesi; kıyamet gününe kadar her saha ve dairede kesintisiz devam edecektir. Bunu her inançlı insan bilir. Bu İlâhi takdirde, bizim pek de anlamayacağımız çok büyük İlâhi hikmetler, çok şirin Rahmânî gâyeler  vardır. Net olarak bildiğimiz şu ki; bu orijinal mücadelede iman ve amel-i salihle imtihanı kazanan insanlar gerçekten dünyadada ahrette de kazananlar olacağıdır.

 

Elimdeki “Lûgatten”, aynen hiç dokunmadan bazı kavramların anlamlarını yazıyorum. Lütfen, bu çok önemli kavramlara kısır siyasi mânâlar yüklemeyin. Maalesef bu günkü dünyamızda çok şey istismar edilmektedir. Bu bahsedeceğim üç kavram da öyledir. Kimse kusura bakmasın, biz “elhamdülillah”  müslümanız, müslümanca düşünür ve yaşarız.

 

Hizbüşşeytan: Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah’ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsani arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmaya çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

 

Hizbülkur’an : Kur’an’a ciddi ve samimi olarak bağlanıp, ona hizmet için mücahidane bir sûrette çalışan ve fenâlıklardan korunan Müslümanların topluluğu ve cereyanı. Kur’an Cemâatı.

 

Hizbullâh : Allah için din uğrunda ciddi gayret sahibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücâhid cemaat. “Hizb-ül Kur’an” tabiri de aynı mânada kullanılır.( Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 56. ayet ve Mücadele Suresi 22.âyetlerinde zikredilir.)

 

Bu tariflere göre; nerede durduğumuzu ve çevremizde olanlarında nerede durduklarını iyi görmemiz, etrafımızda olup bitenleri doğru görmemiz gerekmektedir.

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri;  1920-23 yıllarında, İstanbul’ûn işgalinde, işgalcilerin hakiki çirkin hallerini göstererek, onlara karşı çıkarak bunun neticesinde kaleme alıp yazdığı ve gizlice neşrettiği, bu kahramanca faaliyetinden dolayı da, aynı zamanda o dönemde işgal kuvvetlerince hakkında yakalandığında kurşuna dizilerek idamına karar verilen  ‘Hutuvât-ı Sitte’adlı ( Altı Adım – Şeytanın altı desisesi ) eserinin başında der ki;

 

 “ Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ( ruh-u gaddar ), fitnekarâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas ( sinsi şeytan ), altı hutuvâtıyla âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.

 

    Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını ( makam, mansıb ), kiminin humkunu (ahmaklık ), kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.”

 

Aynı şeytani faaliyetler aynı odaklarca; bugün de daha da fitnekâr ve tahripkâr bir hal almış olarak devam etmektedir.

 

Mevlana Hazretlerinin konumuzla alakadar şöyle bir sözü vardır.

“ Ey insan. Tuzağı gördün mü, hele de o tuzakta tuzağa düşmüş olan avları gördün mü, artık basiret gözünle de avcıyı gör. Tuzağı kuran acımasız avcının tuzağı görünür de, kendisi ortalıkta görünmez.”

 

2013 yılı Haziran ayı itibariyle dünyaya, İslam Âlemine, ülkemize özellikle son dönemdeki yaşadıklarıyla İstanbul’a bakalım. Herkes aynı yere bakarsa, aynı şeyi görür. Canlı canlı tablolar işte göz önünde. Gözü, gönlü, aklı ve kalbi kör olanlar kendilerini ‘off’ moduna aldıklarından gerçekleri göremezler, onlar hariç.

Şunu unutmayalım; hizbüşşeytanın yeni ve geliştirilmiş silah ve askerlerini iyi tanıyalım. Şeytancasına gene saldırıya geçtiler.

 

Suret-i haktan görünerek; ırkçılık, mezhepçilik, ulusalcılık, tahripkârlık, vicdansızlık ve ahmaklık yeni versiyonlarıyla ülkemizde ve İslam âleminde vizyona sokulmaya çalışılıyor. Bazı yerlerde sokuldu bile.

 

Bu manasız ve hiçbir kimseye – insanlık  Türkiye’nin düşmanları hariç - hiçbir faydası olmayan çatışmalar neye yaradı, kimleri sevindirdi? Bu işlere katılanlardan vicdanı sönmemiş olanlar; bu sorunun cevabını doğru verseler, “zararın neresinde dönülse kârdır” hakikâtınca hareket etseler çok doğru bir iş yapmış olurlar.

“Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıncını sallar” demiş atalarımız. Böyle sefiller bahsimiz haricidir. Onlara Mahkeme-i Kübra yeter.

 

Konumuzun diğer bir veçhesi de şudur. Herkes kendi şartlarında imtihan oluyor. Dünya , makam , güç, iktidar  aldatıcıdır.Bunları idare etmek, gerçek bir hüner ister. Her kişinin değil er kişinin kârıdır. Yine Mevlana Hazretleri der ki ;

 

“Ey insan ! Firavuna verilen imkanlar sana verilseydi sen firavun olmayacakmıydın?

Büyük  makamlardaki insanlarımıza kendimizden daha çok dua etmeliyiz. Yüksek dağların fırtınası sert olur. Görünüşe adlanılmamalıdır. Dağ başları soğuk ve karlı olur.Onlarında çok dikkatli olmaları gerekiyor.İşleri hiç kolay değildir.Ancak Allah her zaman büyüktür.

 

Aynı zamanda Hizbülkur’an yani Hak yolunun yolcusu olduğuna inananlar  veya böyle olmaya çalışan bahtiyarlardar da; kendilerini yeniden Kur’an ve sünnet terazisinde tartmalı, kendilerini güncellemeli ve bozulan ayarlarını düzeltmelidirler. İnsanız, insânî zaaflarımız var. Yapıcı tenkitlere kulak verilmelidir. Her işte; her kararda, en doğruyu en doğru şekilde aramak, bulmak ve hayata geçirmek vazgeçilmez düsturumuz olmalıdır.

 

Huneyn Harbinin başlangıcında Müslümanlar; başlarında ve içlerinde Hz.Peygamber S.A.S olmasına ve kendileri de sahabe olmalarına rağmen, düşmanı az ve küçük görüp kendilerini de çok güçlü hissedince;

-         “Bu ordunun önünde kim durabilir? ” demişlerdi de, öncelikli olarak Allah’a değil de, güçlerine güvenme desisesinin neticesi olarak harbin başında bozgun yaşamışlardı.

Allah’tan faziletleri icabı, hatalarını gördükten sonra da Cenab-ı Hak muzafferiyeti nasip etmişti.

 

Yalnız ve yalnız; Allah’a güvenip, O’na dayanıp tevekkül edeceğiz.

 

İşte hep birlikte görüyoruz. Büyük bir okul gibi olan şu dünyamızda da, okul öğrencileri misali bizler de gelip geçiyoruz. Fakat okul manası değişmiyor, imtihan değişmiyor, imtihanın şekli değişiyor. Dersine iyi çalışan, imtihan kâğıdına doğru işaretleyen imtihanı kazanıyor, diplomayı alıyor, bir güzel ünvan sahibi oluyor.

 

Hak yolunun bahtiyar yolcularından; imtihanları kazanıp da, sâhil-i selâmete çıkanlara selam olsun.

 

Son Düzenlenme Perşembe, 06 Haziran 2013 12:30
İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Nejat ÖZDEN Cuma, 07 Haziran 2013 16:26 yazan Nejat ÖZDEN

    Muhterem Ağabeyim,
    Yüreğinize rahmet ,kaleminize ve uslubunuza bereket olsun...
    Fevkalade güzel tespitlerle süslediğiniz yazınızdan müstefid oldum...
    Cenab-ı Hak milletimizin yar ve yardımcısı olsun...
    Zalimlere meydan ve fırsat vermesin...
    Amin..

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...