Cuma, 18 Temmuz 2014 10:56

İslam Dünyasının İsrail Sorunu

İngilizlerin Yerleşim Politikası

 

Batı, II. Dünya Savaşını müteakiben Yahudileri toplayarak, bu toplama toplumu, kendi işgalleri altındaki Filistin’e yerleştirmişti. Temel haksızlık bu yerleşim politikası ile başladı. Filistin topraklarında bir anda demografik yapı değişti. İsrail devleti kuruldu. Ancak, kurulan devletin sınırları ve öngörülen genişleme alanı içinde kalan Filistin halkı ise sorun olarak tanımlanıyordu. Bu sebeple dünya kamuoyunda, sorun “Filistin Sorunu” olarak adlandırıldı. 

İsrail’in Yerleşimci Politikası
İsrail stratejisini, Filistin toprakları üzerinde “yerleşimci Yahudi” uygulaması üzerine kurgulamış bulunmaktadır. Bu uygulamanın yol açacağı süreçler öngörülmüş ve ana ve alt süreçler tamamen sosyal bilim verileri kullanılarak yönetilmekte ve manipüle edilmektedir. 
Yerleşimci politikası, Filistin halkı ile sıcak teması sağlayan ve onu reaksiyona iten, dolayısıyla İsrail’in müdahale seçeneklerine kapı açan bir gerilim mekanizması işlevi görüyor. Filistin halkının bu politikaya karşılık verme seçenekleri var mı? Hiçbir karşılık vermese, uygulama yaygınlaştırılmakta ve demografik değişimin sınırları genişletilmekte. Direnişle karşılık verse, İsrail’in yerleşimci politikasını önleme veya karşı tarafı barışa zorlamadan çok, karşı müdahaleyi meşrûlaştırma işlevi görüyor. Bu uygulamaya karşı devreye sokabileceği hiçbir uluslar arası etki sistemi ve üçüncü çözüm bulunmuyor. Filistin halkı, karşılık verme ve vermeme ikilemi ve karşılık verdiğinde maruz kaldığı müdahaleyi meşrûlaştırma paradoksu ile tam bir çaresizlik yaşıyor. İsrail’in stratejisi, zaten bu ikilem ve paradoks üzerine kurgulanmış durumda. Sorunu, İngilizlerin toplama bir toplumu mandası altında bulunan Filistin’de iskânı ve İsrail’in de aynı politikayı “Yahudi yerleşimci” politikası ile sürdürmesi olarak değil, Filistin halkının direnişinin yol açtığı “Yerleşimcilerin güvenliği” sorunu olarak algılayan ve İsrail’in, güvenlik amaçlı askerî müdahalelere mecbur (!) kaldığını söyleyen bir uluslar arası kabul söz konusu.

İsrail Stratejisinin Üç Sacayağı
İsrail’in süreç yönetimi üç stratejik sacayağı üzerine kurulu: Birincisi Filistin halkını yalnızlaştırma. İkincisi tek merkezli bir dayanışma refleksi geliştirmesini önleme. Üçüncüsü, Filistin’in askerî yeteneklerini geliştirmesini, kendi güç kullanımını meşrûlaştıran bir fonksiyon ile sınırlama.   
Filistin halkının bu stratejiye karşı koyabilmesi için, uluslar arası toplum nezdinde kendi lehine kullanabileceği, destek alabileceği hiçbir diplomatik mekanizma bulunmuyor. Filistin halkı, İslâm dünyasında dahi yalnız bulunuyor. Filistin üzerinde temerküz etmiş nitelikli hiçbir destek söz konusu değil. İsrail’in arkasında ise hem küresel güç odakları ve hem de güçlü Yahudi lobileri bulunuyor. Daha da kötüsü, birçok İslâm ülke yöneticilerinin İsrail ile siyasî çıkar ilişkileri söz konusu. Bu doğrudan ve dolaylı nitelikli destekler İsrail üzerinde temerküz etmiş bulunuyor. Bu şartlar altında yaşanan karşılaşmada İsrail, uluslar arası hukukun üstünde, Filistin ise uluslar arası hukukun dışında bir konumda bulunuyor. Uluslar arası hukukun üstünde ve dışında olan iki toplumun karşılaşması sürecinde yaşanan olayların uluslar arası camiada bulduğu karşılık ise, bu iki farklı konumu paralel olarak ortaya çıkıyor. 

Sorun Bir Merhamet Sorunu mu? 
Batı bloku, Filistin halkının maruz kaldığı zulüm ve vahşetin boyutları karşısında etkisizleşmiş olmak bir yana, İsrail’in yanında yer alan bir tutum sürdürüyor. Meselâ, Filistinde ve özellikle de Gazze’de işlenen savaş suçları ve insan hakları ihlâlleri karşısında, BM temsilcilerinin hazırladığı raporlar resmiyet dahi kazanamıyor. Bu ihlâller, “güvenliğin gerektirdiği zorunlu askerî operasyonlar” olarak tanımlanıyor. Tarafların askerî gücünün orantısızlığı ortada iken, ABD, İsrail’in orantısız güç kullanmadığını söyleyebiliyor. Bu uluslar arası yaklaşım, İsrail’i pervasızca ve gözü dönmüş ve insanlığını tamamen yitirmiş bir tutuma sürüklüyor. Müslüman Filistin halkı ise, yalnızlık ve haksızlık kıskacında ve İsrail denilen savaş makinesinin pençesinde hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Filistin-İsrail karşılaşmasının, bir askerî karşılaşma olarak empoze edilmesi, sorunun bir askerî karşılaşma ile çözümleneceği algısına da yol açıyor. İsrail’in Filistin’e yönelik stratejisi, aslında bütünüyle İslâm dünyasına yönelik yalnızlaştırma, tek merkezli dayanışma geliştirmesini önleme ve askerî yeteneğinin sınırlanmasına yönelik genel Batı stratejisinin Filistin bağlamındaki yansımasından ibaret. Bu birbiri ile örtüşen Batı ve İsrail stratejisine, bizzat bu stratejiyi kurgulayıp yönetenlerin merhamete gelerek son vereceğini beklemek ne kadar yanlış ise, sadece Filistin’in askerî veya diplomatik fonksiyonel bir karşılık vermesini beklemek de o kadar yanlış. Sorun Filistin sorunu olarak değil, bütünüyle İslâm dünyasının “İsrail sorunu” olarak tanımlanmalı. Batı-İsrail stratejisine, fonksiyonel bir karşı stratejisi ile karşılık veren bir İslâm dünyası teşkil edilmeli. Batı ve İsrail, karşısında bu keyfiyeti kazanmış bir muhatap olarak İslâm dünyasını bulmadıkça, çözüm de söz konusu değil. Yaşananların vebalini İsrail ve Batı kampına yüklemek yetmiyor. İslâm dünyası neden bu keyfiyeti kazanamıyor, bunu sorgulamak gerekiyor.

18.07.2014

Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...