Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Salı, 24 Ocak 2023 14:54

Osmanlı’dan günümüze Türk-İsveç ilişkileri

Tarih tekerrürden ibarettir sözü, son yaşanan hadiseler bağlamında Türkiye ile İsveç ilişkilerinin tarihini incelemeyi gerektiriyor.

Osmanlı-İsveç ilişkisi nasıl başladı? İsveç Krallığı ile Osmanlı Devleti… İlk resmi temaslar, tarih kaynaklarına göre 1587’de başlıyor. Bu ilişki, İsveç Kralı III. Johann Sigismund’un, III. Murad’a kendisinin Lehistan (Polonya) tahtına adaylığının desteklenmesi talebi ile gerçekleşmişti.

Osmanlı Devleti de İsveç Kralı’nın bu isteğine kayıtsız kalmamış ve Sigismund’un Lehistan tahtına geçmesine yardımcı olmuştu. Osmanlı toprakları, İsveç Kralı’nı dört yıl misafir olarak kabul etmişti.

XII. Charles, Temmuz 1710’dan Ağustos 1714 tarihine kadar Osmanlı topraklarında (Bender ve Dimetoka’da) yaşadı.

Bu süre içerisinde İsveç Kralı, Osmanlı misafiri olarak kabul edilmiş ve tüm ihtiyaçları giderilmişti.

Ancak XII. Charles’ın ülkesine dönmek istememesi ve Osmanlı’yı, Rusya ile savaşa sürükleme arzusuyla hareket etmesi, Osmanlı devlet adamlarını rahatsız etmişti. Bunun üzerine Şubat 1713’te Bender’den Dimetoka’ya sürgün edilmiş ve verilen ödenek de azaltılmıştı.

Ancak öncesinde, İsveç Kralına daha önce defaatle ülkesine dönmesi için haber gönderilmesine rağmen çeşitli bahanelerle dönmek istememişti. Osmanlı Devleti, Rusya ile yapılan antlaşmanın yürürlüğe girmesi için 1 Şubat 1713’te devlet erkânını toplamış ve kralın ülkesine gönderilmesine karar vermişti. Fakat buna rağmen Kral Charles, ülkesine dönmeyince, görevlendirilen Osmanlı kuvvetleri ile XII. Charles’ın kuvvetleri arasında çatışma çıkmış her iki taraftan da zayiat verilmişti. 

Bunu yaparken Osmanlı’dan gelen ve uzun süren dostluğu devam ettirmeyi, Doğu Avrupa ve Ortadoğu ile ekonomik ilişkiler kurmayı hedeflemişti. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmesine de tepki göstermiş ve Batı Kıyısının Yunanlara bırakılmasını “son derece onur kırıcı” olarak ifade etmişti. 

Cumhuriyet Dönemi’nde ilişkiler dostluk anlaşmasıyla başlamıştı. İsveç de Türkiye’yi resmen tanıyan ilk İskandinav devleti olmuştu. Ardından Türkiye-İsveç arasında 31 Mayıs 1924’te dostluk antlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın metninde şu ifadelere yer verilmişti: “Türkiye Cumhuriyeti ile İsveç Krallığı arasında samimi dostluk ilişkileri tesis etmeyi ve artırmayı aynı derecede halisane arzu etmekteyiz.”

Bu aşamadan sonra da resmi ilişkiler dostluk çerçevesinde başlamıştı. Atatürk, dönemin İsveç büyükelçisi Gustaf Wallenberg’ı ağırladığı ve güven mektubunu aldığı Çankaya’daki törende, Cumhuriyet hükümetinin gereken yardımı esirgemeyeceğini belirtir. Wallenberg, Mustafa Kemal ile yapılan ilk görüşmeye ilişkin raporunu 5 Ağustos 1925 tarihinde yazıp, Stockholm’e göndermişti. Raporda, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı beni resmi olarak Ankara’da Çankaya Köşkü’nde huzuruna kabul etti ve böylece bana gönderdiğiniz itimatnameyi kendilerine sundum” diye yazar.

İsveç, I. Dünya Savaşı’na girmediği için savaş sonrasında uluslararası arenada önemli bir konum elde etmişti.

Milletler Cemiyeti kurulunca ilk katılan devletlerden biri de İsveç olmuş ve Milletler Cemiyeti’nin faaliyetlerinde aktif bir rol oynamıştı.

İsveç, dış politikasını I. Dünya savaşı öncesi ve sonrasında tarafsızlık ve barışın devamı üzerine kurmuştu.

Musul meselesinin Milletler Cemiyeti’ne gönderilmesi üzerine aktif rol oynayanlar da Östen Undén, Af Wirsén ve İsveç Başbakanı Hjalmar Branting gibi İsveçli diplomatlardı. Türkiye lehine karar almaya çalışsalar da Musul son olarak İngiliz mandasında olan Irak’a bırakılmış ve Türkiye ne kadar mücadele etse de diplomatik bir hezimete uğratılmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti İsveç’le siyasi, diplomatik, ticari ve ekonomik ilişkileri barış içinde güçlendirerek bugüne kadar sürdürmeyi başarmış ve günümüze kadar dostluk çerçevesini korumuştur. 

Günümüze geldiğimizdeyse İsveç’in terör örgütü PKK’ya verdiği destekle Türkiye’nin milli güvenliğine uluslararası bağlamda büyük bir zarar verdiğini görüyoruz. Uzun yıllar boyunca Türk topraklarından büyük faydalar sağlayan İsveç’in, bugün yaptığı İslamofobik eylemler ve terör destekli propagandaları, Türk insanını kışkırtmaktan öteye gidemiyor.

Nasıl ki tarihte kendilerine yapılan iyiliklere karşı Türkiye’nin Rusya ile savaşa girmesi için bir siyaset modeli geliştirdilerse, bugün de gerek terör eylemlerine destekleri, gerekse İslamofobik yaklaşımlarıyla İsveç, yine aynı İsveç’tir. 

Avrupa’nın ikiyüzlü, soğuk politika ruhu, adeta İsveç üzerinde yaşamaktadır. NATO’ya girebilmek için Türkiye’nin önünde diz çökecek kıvama gelen İsveç’in, Kur’an-ı Kerim yakma girişimini ifade özgürlüğü olarak değerlendirmesi de, Türkiye nazarında cevapsız kalmayacak bir hamledir.

Nasıl ki ‘bir şahsın özgürlüğü, başka bir şahsın özgürlüğünün kısıtlandığı yere kadardır’ anlayışı insanlık için önem arz ediyorsa, ifade özgürlüğü olarak atfedilen ‘bu soysuz davranış’ da İslam âleminin özgürlüğünün sınırlarına gelmiştir. İslam’ın kutsalını ayaklar altına alan bir ifade özgürlüğü anlayışı, yalnızca İsveç gibi kendini koruma altına alabilmek için ayaklar altına serebilecek onursuz bir politika anlayışıyla yönetilen ülkelerin düşünce yapısıdır.

Bugün Türkiye üzerinde kurulmak istenen terör hakimiyetini destekleyerek, kendilerince kuvvetlenmesini onaylayan bir politik anlayışla hareket eden İsveç’e, Türkiye’nin en güzel cevabı da politikayla vermesi elzemdir.

Vesselam…

 

Sabri BALAMAN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...