Cumartesi, 05 Mart 2011 18:00

Fişlenen subayların hikâyesini kafadan uydurdum

Akşam karanlığında, uzaktaki bir büfeden boş içki şişeleri alıp evine dönen ve onları birer ikişer çöpe atan genç subayın hikâyesini anlatmıştık dün.

Beğendiğini söyleyen dostlarımıza teşekkür ettik.

"Çok çarpıcı, çok acı bir şey" diyenler oldu.

Öyle elbette; fakat fazla büyütmemekte fayda var.

Tarih kütüğüne bir çentik atarcasına, kayda geçsin yeter.

*

Karısının başı örtülü olduğu için, lojmanların bulunduğu siteye, karısını arabasının bagajında götürüp getiren subayların durumu kadar değil.

Uyduruk bahanelerle ordudan atılmış, bir süre işsiz kalmış, güçlükle bulduğu işten de atılması için baskıya maruz kalmış subayların durumu kadar da acı sayılmaz bizim genç subayın hikâyesi.

Alışveriş yaptıkları marketten dönerken, poşetlerin üzerindeki market isimleri görülmesin diye, başka poşetler kullananların duruma benzer belki biraz.

*

"Gerçek mi bu anlattığınız olay?" diye soranlar da oldu.

Yaşanmış mı yoksa yaşanmamış da uydurulmuş mu diye merak edenlere, şöyle cevap verdim:

"Ne fark eder?"

*

İçiniz rahat edecekse, itiraf edeyim; evet, uydurdum.

Üstelik başka uydurduklarım da var.

Mesela... Düğün salonuna başı kapalı olduğu için annesi alınmayan genç subayların hikâyesi.

Buna ne dersiniz?

Sakalı var diye amcasının, dedesinin giremediği düğünler...

En mutlu gününü, matem havasında tamamlamaya çalışan, zoraki gülümsemelerle etrafına bakınıp da hiç kimseyi göremeyen damatlar, gelinler...

Gözünün üstünde kaşı var diye, evinde mushaf göründü diye, ibadet ettiği rivayet ediliyor diye, rest çekmeyi bilmiyor, pokerden haberi yok diye baskı görenleri de uydurdum.

Uydur uydur bitmez, üç ay anlatılsa sonu gelmez.

*

Fişlenenlerin haddi hesabı yok.

Karısının ve kızlarının özel hayatlarını didik didik ederek, en mahrem kayıtlar tutanlar, o kayıtları subayların aleyhine kullanmak için harekete geçtiklerinde, tahammül sınırı aşıldığı için silahı kendi kafasına dayayıp tetiği çekenlerin hikâyesini de ben uydurdum.

İşim ne?

*

Yine de şu hususu gerçekten merak ederim:

Fişlenenlerin çöplerini kimler karıştırıyor? Yoksa onlar da subay mı?

Bir subayın ya da astsubayın, sırf fişleme uğruna, meslekdaşının sokaktaki çöplerini karıştırdığını ve rapor tuttuğunu düşünemiyorum da...

*

Geçen gün Erbakan Hoca'nın vefatı üzerine yazdığım yazının son cümlesi de şöyle bitmişti:

"Rabbimiz, sevenlerine uzun ve hayırlı ömür versin, sevmeyenlerine daha uzun ömür..."

Yeterince net ifade edememiş olmalıyım ki sevmeyenlerine daha uzun ömür dileme sebebi soruldu.

Şöyle bir açıklama yerinde olur belki:

Cenab-ı Hak, sevenlerine Hoca'nın yaşadığı kadar ömür versin.

Sevmeyenlerine onun iki katı ömür nasip etsin.

Demek istediğim budur.

*

Dünya hayatının çok uzun olmasını ister misiniz? Eziyetten başka nedir, yüz yetmiş yıl yaşamak?

Ama dünyaya dört elle sarılanlar, çok uzun yaşamak için çırpınmışlar, hatta ölümsüz olmanın peşine düşmüşlerdir, bilirsiniz.

Duamız kabul olursa, Demirel 2098 yılına kadar yaşar, yüz yetmiş dört yaşında gözlerini yumar.

Ömrüne duacı olduğumuz Demirel, Erbakan'ı sevdiğini söylemez herhalde.

Söylese de kimse inanmaz.

Mehmet Şeker

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...