Cuma, 02 Nisan 2021 14:39

Röportaj: Ağzınla kuş tutsan eşin başörtülüyken bu orduda kalamazsın.

Röportaj: Ağzınla kuş tutsan eşin başörtülüyken bu orduda kalamazsın.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaşadıklarını kitap haline getiren Sadık Güray BALATEKİN  ile röportaj yaptık. “Madem O Var Her Şey Var” isimli kitabı Akıl Yayınlarından çıktı. Elinize aldığınızda bırakamayacağınız ve bir solukta okuyacağınız bu eser yaşanan gerçekleri tarih sayfasına kaydetmiş oldu. Bir devri anlamaları açışındın bu kitabı özellikle 35 yaş altındaki genç kardeşlerimize tavsiye ediyoruz.

 

Reşat Fidan

Soru: Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Cevap: Sadık Güray Balatekin 1966 yılında şirin ve yeşil Konya’nın Ereğli ilçesinde Rabbimin lütfuyla dünyaya getirdiği, milli ve manevi değerlerle yoğrulmuş bir Anadolu çocuğudur. Babası Devlet Demir Yollarında memur annesi ev hanımıdır. Çocukluğu ve ilkokul dönemi Ereğli’de, ortaokul dönemini Konya’da geçirmiştir. Sonrasında askerlik serüveniyle devam etmiştir. Burada Rabbime şükrettiğim en önemli nokta,  Müslüman bir vatanda Müslüman bir ailede dünyaya gelmemdir.

 

Soru: Yaşça en yakın yaşadığınız 12 Eylül Darbesinin etkisini nasıl oldu?

Cevap:  Tabii ki darbenin etkisi bize de vurdu. O  tarihte ortaokul öğrencisiydim. Nerdeyse her gün haberlerden öğrendiğim onlarca kişinin sağ-sol çatışması adı altında öldürülmesiydi. Halkın güvenliği kalmamıştı. Okullarda her gün boykot oluyor öğretim engelleniyordu. Bir gün böyle bir ortamda mahallede arkadaşlarla buluşmaya giderken birkaç kişi önümü kesti ve ‘’ Ne taraftan olduğumu sordu’’ bir ortaokul öğrencisi olarak ne olduğunu anlamadığım bur durumda , ‘’ tarafım yok diye cevap vermiştim ki, suratıma okkalı bir yumruğu ot musun ulan lafıyla beraber aldım’’.  İşte, bu 12 Eylül’ün yumruğu bundan sonraki hayatımın kilit noktası oldu. Kaderin de fetvasıyla ailemin telkiniyle askeri liseye kayıt olmam ve askerlik serencamımın başlamasına sebep oldu.

 

Soru: Askeri lise sonrasında Kara Harp Okulu ve idealiniz, neler oldu bu güzergâhta?

Cevap: Evet artık Subay olmanın ana mihveri başlamıştı. Erkan-ı Harp olma idealimde aşmam gereken en kritik eşikti Kara Harp Okulu. Subay olmanın temel ve esas ilkelerini bu okulda öğrendim. Saat gibi işleyen bir eğitim ve öğretim programı içinde yetiştirildik. Ve derler ya çakı gibi bir subay olduk. Bu arada yaşadığım en iz bırakan hadise 1987 yılında yaşadığımız bir olay oldu. Tarihini tam hatırlayamıyorum, bir gece etüt de çalıştığımız sırada takım komutanları hışımla kısımlara girerek belirlenen isimleri çağırdılar. Hepimiz şok olmuştuk ne olduğuna anlam verememiştik. Bizim kısımdan da bir arkadaş çağrılmıştı. Ertesi gün olay açığa çıktı. İrtica sorgulaması diye bu arkadaşlar toplanmıştı. Fakat işin garibi nerdeyse % 99 namaz kılmayan arkadaşlardı. Birkaç kişi hariç Harp Okulu camisinde namaz kılarken hiç görmemiştim. Samimi konuştuğum bir arkadaştan öğrendim ki, bunların çoğu o zaman İzmir grubu denen bir gruba bağlı olduğuydu. Zaten maalesef içlerinde açıktan namaz kılan birkaç arkadaşı okuldan attılar fakat onların dışında ibadette görmediğimiz diğer arkadaşlar affedilmişti. Bunun ne anlam taşıdığını 28 Şubat Ve yakın tarihte yaşadığımız 15 Temmuz da anlamıştık. 1988 yılında Topçu Teğmen olarak mezun olmuştum Rabbimin izniyle elhamdülillah.

 

Soru: Askeri hayatınızın eş seçiminde etkisi oldu mu?

Cevap: Tabii ki, subay olarak hayatımın başladığı dönemler askeri ortamlarda maalesef üzülerek söylüyorum, tesettürlü olmak kültürel ve öğretim açısından bir zafiyet olarak görülürdü. Bu sebeple tesettürlü olarak evlenmeyi arzuladığım kişide üniversite mezunu olma durumunu ısrarla aradım. Bu katı ve yanlış zihniyet ve bakış açısını kırmak için. Ve aynen bu dediğimi rahmetli eşimle Diyarbakır’da yaşadık. Bir bayram ziyareti için devre arkadaşıma gitmiştik. O esnada arkadaşımın Üst Komutanı da eşiyle ziyarete gelmişti. Eşlerin sohbetinde Üst Komutanın eşi sitayişle eşime karşı İstanbul’da çok bilinen bir lisede mezun olduğunu ballandıra ballandıra anlatmıştı. Eşim de, bahsedilmesini arzu etmesek te İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunu olduğunu ve şu an matematik öğretmeni olarak görev yaptığını anlatınca Üst Komutan eşi şaşırmış bakışlarla ‘’ Ya öyle mi ?‘’ diyerek, anlatmaya çalıştığım hususta ki ön yargılı tutumu sergilemişti.

 

Soru: Eşinizin ve sizin dindar kimliğinizle ilk problemi nasıl yaşadınız?

Cevap: Eşim ilk olarak atandığı Diyarbakır Kız Meslek Lisesi’nden Müdiresi tarafından başörtülü diye okulunda ihtiyaç olduğu halde il içi başka okula görevlendirilmesiyle yaşadı. Eşim tekrar okula dönmesine rağmen ikinci kez başka bir okula görevlendirme ile yine Kız Meslek Lisesi’nden uzaklaştırıldı. Neyse sonunda İma Hatip Lisesi Kız Bölümünde görevlendirme sağlayarak. Rabbimin inayetiyle konuyu çözümlemiş olduk. Bana gelince ben de Diyarbakır’da Alay Komutanının eşimin sosyal toplantılara katılıp katılmama yönünde ki bir sorgulamasıyla yaşamıştım.

 

Soru: Çorlu Garnizonuna geldiğimizde Sadık Güray Balatekin’i neler bekliyordu?

Cevap: Müsaade ederseniz Çorlu’ya geçmeden önceki son durak Siverek’e değinmeden geçemeyeceğim. 1992 yılı Kasım ayında PKK’nın alay lojmanlarını taciz etmesi sonucu oturduğum lojman RPG-7 roketi ile hedef alınmış ve isabet ettirilmişti. Ev oturulamayacak hale gelmişti. Rahmetli eşim 7 aylık hamile olarak, 2 yaşındaki oğlumla beraber yaralı Rabbimin lütfuyla sağ kurtarılmışlardı. Rahmetli eşim ve 2 yaşındaki oğlum bir gazidir. Olay esnasında ben de kışlada nöbetçi subaydım. Çorlu’ya gelince Rabbimin hediyelerinin olduğu ve zalimlerin zulmüyle dolu bir zaman dilimidir. Kızlarım Rabbimin hediyesi olarak bize burada bahşedildi. İkinci oğlum Ahmet Said’i burada kaybettik. 1994 yılında başlayan fişlemelerle burada şüpheli sakıncalı personel statüsüne dâhil edildim. Başörtülü eşlerin lojmanlara sosyal tesislere alınmaması, askeri kantinlerden alış veriş yaptırılmaması ile burada karşılaştık. İrticacı! olmak yaftasıyla eşimin başörtülü olması ve dindar bir subay olmam hasebiyle adım adım silahlı kuvvetler içerisindeki zalimlerin zulümlerine maruz kalıyorduk. Kışlada namaz kılmalar yasaklanmıştı. Eşimin başörtülü olmasıyla Kara Harp Akademisi sınavlarına katılamıyordum. Erkan-ı Harp olma hedefim ortadan kalkmıştı artık. Aklıselim komutanlar bana ‘’ sen başarılı birisin hak ettiğin yerde değilsin ama sebebini biliyorsun değil mi?’’  gibi söylemlerde bulunuyorlardı. Durum netti bir Gizli Zındık Komite; biz milli ve yerli dindar subay, astsubay ve askeri personeli hedefine koymuştu.

 

Soru: 28 Şubat’ın soğuk yüzünü siz ve aileniz ilk nerede ve nasıl yaşadınız?

Cevap: 1998 yılında atandığım Göle garnizonundaki piyade taburu muharebe bölük komutanı iken yaşadım. Garnizon komutanının ‘’ ağzınla kuş tutsan eşin başörtülüyken bu orduda kalamazsın ‘’ sözleri hala kulaklarımda çınlar. Eşimin garnizon komutanı tarafından arkadaşlarıyla çay bahçesinde otururken başörtülü diye arkadaşlarının yanından kovdurulması, Tunceli’den birliğimle beraber terör operasyonundan döndükten sonra eşimin kıyafeti sebebiyle teröristmişim gibi sarı zarf almam bu 28 Şubat’ın en soğuk yanlarıydı. Ve en zalimi hasta olan eşime garnizon revirinde başörtülü diye garnizon komutanı emriyle tedavi ettirilmemesiydi.

 

Soru: Eşinizin muayene edilmemesi ve sonrası anlatır mısınız?

Cevap: Göle garnizonu revirinde eşimi başörtülü olması sebebiyle garnizon komutanı emriyle muayene edilmemesi sonucu eşimi çocuklarla beraber acilen İstanbul’a muayene olması için baba ocağına gönderdim. Kısa bir süre sonra gelen eşimin durumunun ağır olduğu haberi üzerine ben de izin alıp İstanbul’a gittim. Oradan da Ankara’ya gittik Dr. Ahmet Alper abinin muayene neticesi eşimin kanser olduğu haberi ile sarsıldım. Ahmet abinin yönlendirmesiyle GATA’ya muayene için gittik. GATA’da kanser teşhisi konulması üzerine tedaviye başlandı. Bu sebeple aldığımız sağlık raporuna istinaden Eylül ara tayinlerinde Ankara’daki Kara Havacılık Okuluna tayin edildim. Fakat Kasım 1999 Yüksek Askeri Şura kararlarıyla silahlı kuvvetlerden ayırtıldım. Askeri kimliklerimizi, Askeri sağlık karnelerimizi, silahımı teslim ettim.   Böylece her türlü sağlık güvencemiz sona erdi. Mali gelir sağladığım kaynak sona erdi. Eşimin tedavisini devam ettirebileceğim her türlü durum sona erdirilmişti. Ve Aralık 1999 yani atıldıktan 15 gün sonra da eşimi kaybettim. Âşık olduğum iki kıymetli varlık eşim ve işim yoktu artık.

 

Soru: İnsanlar uğradıkları zulme karşı sessiz kalmazlar, yaşadığınız bunca zulme karşı neden bir harekât içinde bulunmadınız?

Cevap: İmanımızdan aldığımız bir güç vardı. Bizler yıkmak ve tahrip için değil yapmak ve tamir etmek için varız. Biliriz ki bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Madem O var her şey vardır. Tabii ki bu zulümlere karşı ‘’kan kustuk kızılcık şerbeti içtik dedik’’ Rabbimin tevfikıyla sabrettik.  Zaten zalimlerin istedikleri bizlerin bir kargaşa çıkarmamız veya kargaşaya karışmamızdı. Bizlerin yapacağı eylemleri bahane ederek,  bu Aziz Millete daha şiddetli zulmederlerdi. Atılan yaklaşık 1500 üzerinde harp sanatını tüm incelikleriyle öğrenmiş arkadaşlarımızdan üçü beşi bir araya gelse tabii ki ortalığı toz duman ederlerdi. Ama biz hukuk içerisinde kaldık. Allah razı olsun Dr. Ahmet Alper abinin üstün gayretleriyle kurulan Adaleti Savunanlar Derneğini kurarak ( ASDER) hukuki mücadelemizi sürdürdük. Derneğe başkanlık yapan Adnan paşamızdan da Allah razı olsun. Şu anda da Emekli Tabip Albay Nevzat Tarhan Hocamızın fedakârlıkla yürüttüğü başkanlığıyla yolumuza devam ediyoruz. Allah kendisinden razı olsun.

 

Soru: İhraçlar ve sonrasında yaşananlarla ilgili neler söyleyeceksiniz

Cevap: Bu Gizli Zındık Komite ve yerli işbirlikçilerinin zulümleri bizleri ağır imtihanlara tabii kıldı. İşini kaybeden arkadaşlar iş bulamayınca pazarlarda pazarcılık yaptılar. İş bulamayıp ailesi aç kalan komşularının yardımı ile geçinen arkadaşlarımız oldu. En üzücüsü kıymetli bir arkadaşımızın bu zalimlerin atıldıktan sonra da sürdürdükleri baskılar sonucu intihar etmesiydi. Ortamın korkusundan en yakın akrabaları tarafından bile dışlanan sıcak bir tas çorbayı bile bulamayan arkadaşlarımız oldu. Rabbim bu mağdur arkadaşlarımızın hepsinden razı olsun ki bu Aziz Milletin huzurunu bozacak hiçbir harekâtta bulunmadılar. Allah razı olsun şu an ki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın irade ve dirayetiyle Yaş zedelerle ilgili 2011 yılında çıkarılan 6191 sayılı kanunla mağduriyetlerimizin büyük bölümü giderildi. Dosyası incelenerek kabul görülen arkadaşlara değişik kamu kuruluşlarında silahlı kuvvetlerde çalışan emsali temel alınarak mali hakları verildi. Silahlarımızı geri aldık, kimliklerimizde atıldığımız rütbeden emekli olarak verildi.  Fakat burada şu ayrıntıyı söylemeden geçemeyeceğim. Ergenekon ve Balyoz sanıklarının beraatını müteakip, aldıkları tazminat ve tekrar silahlı kuvvetlerde çalışmalarına izin verilmesi hususu bizlere uygulanmadı. Geriye dönük bir tazminat verilmediği gibi, alışık olmadığımız diğer kamu kuruluşlarında görev verilmesi hem bizleri atıl bıraktı hem de bu kuruluşların çalışma adına bizleri kabullenemediği bir durum ortay çıkardı. Verimli ve etkin bir durum oluşturulamadı maalesef. Fakat halen istifade edilebilecek arkadaşlarımız kamu kurumlarında çalışmaktalar benim gibi.  Bununla birlikte zalimlik dönemlerinde ÜÇLÜ KARARNAME İLE ATILAN, ASKERİ OKULLARDAN ATILAN arkadaşlarımızla ilgili de mağduriyetlerini giderici bir düzenleme yapılmadı. Bu sebeple bu arkadaşlarımız halen mağduriyet yaşamaktadırlar. Derneğimiz bu konularda gayret sarf etmekte fakat resmi makamlarda bir ilerleme sağlanamamaktadır. İnşallah yakın zamanda tüm bahsettiğim iyileştirmelerle ilgili derneğimizin ortaya koydu çalışmalar resmi makamlarca bir karşılık görür. Bu arada 28 Şubat Mahkemesi sonucu darbeciler, özellikle Batı Çalışma grubu üyeleri hüküm giymiştir. Yargıtay’da onaydadır. İnşallah yakında onaylanır ve bu zalimler Mahkem-i Kübradan önce Rabbimin izniyle bu dünyada cezalarını alırlar.

 

 

Soru: 28 Şubat – 15 Temmuz bağlantısı var mı? varsa neyle izah edersiniz.

Cevap: Kesinlikle birbiriyle bağlantılıdır. Bu iki dönem de Gizli Zındık Komitenin bu Aziz Millete yaşattığı zalimlik zincirinin birer halkası durumundadır. 28 Şubat Gizli Zındık Komitenin zalimlik olan darbe bayrağını ulusalcılardan alıp, suret-i haktan görünen FETÖ’cülere teslim ettirdiği zaman dilimidir. 28 Şubat’ın zalim grubu Batı Çalışma Grubu o dönemde bu Fetö liderini aranıyor diye basına beyan vermesine rağmen serbestçe ülkede dolaşmış ve sonunda Gizli Zındık Komitenin talimatıyla bu Çalışma grubunun da marifetiyle ABD ye gönderilmiştir. 28 Şubat’ ta İzmir Grubu diye bilinen bu Fetöcü hainleri hepsi, silahlı kuvvetlerde eşlerinin başlarını açmışlar, zaten kılmadıkları namaza düşman olmuşlar, orucu terk etmişler, sosyal toplantılarda alkollü içki içmekten de geri durmamışlardır. Yani dindarlıkla zaten alakaları yoktu.  Fakat bu arada ihlaslı imanlı yerli ve milli askeri personel silahlı kuvvetlerden bir de fetullahçı diye attırılarak bir taşla iki kuş vurulmuştur. Hem silahlı kuvvetler kadroları Fetöcülere bırakılmış hem de kamuoyunda fetuhlahçılar mağdur algısı oluşturulmuştur. Böylece bu Aziz Millet kandırılmıştır. 1987 de Harp okulunda sorgulanan fakat atılmayan,  28 Şubat’ta bukalemun taktiğiyle orduda kalan bu hainlerin hepsi 15 Temmuz da bu Aziz Milletin üstüne bu milletin kendi silahlarıyla ateş yağdırmış yüzlerce şehit ve binlerce gazi verilmiştir.

 

Soru: Bu darbelerin tekrar yaşanmaması için sizce neler yapılması gerekir?

Cevap: Öncelikle bu zalimlere adaletin önünde hak ettikleri cezaları geciktirilmeden layıkıyla verilmesi gerekir. Hakiki adalet, hem Aziz Milletin acısını dindirecek hem de böyle zalimliklere kalkışmaların önünü kesecektir. Bununla birlikte tarih şuuru yüksek, öz kültürünü en iyi bilen,  güzel ahlak sahibi, yerli ve milli nesiller yetiştirmek için eğitim ve öğretim sistemimiz elden geçirilmeli, İngiliz zihniyet ve anlayışından kurtarılarak yerli ve milli hale getirilmelidir. Devletimizin bekası, istiklal ve istikbalimiz için eğitim ve öğretim sistemimiz çok önemli. Devlet idaresinin tüm kademelerinde azami derecede yerli ve milli adaletli, liyakatli kişilere görev verilmelidir. 28 Şubat ve 15 Temmuz gibi darbeler arkası ve önü ile unutturulmamalı ki gelecek nesillere ders olsun.

 

Soru: 28 Şubat bitti mi?

Cevap: Zulüm olarak evet ama zihniyet olarak hayır. Çünkü Hak – Batıl mücadelesinin bir parçası olan bunun gibi durumlar her zaman hain zihniyetin hâkim olması ile tekrar yaşanabilir. Bu yüzden ferasetle uyanık olmalı bu hain zihniyete aramızda ki ufak tefek uyuşmazlıklar sebebiyle asla meydan vermemeliyiz. Aramızda UHUVVETİ, TESANÜDÜ, MUHABBETİ VE İTTİHADI hep canlı tutmalıyız.

 

Soru: Bu arada yakın zamanda piyasaya çıkan’’ Madem O var her şey var ‘’ adlı kitabınızla ilgili neler söylersiniz

Cevap: Rabbimin lütfuyla yazdırıldı. Elhamdülillah gelecek nesillere bir miras ve tarihe bir not düşmeyi nasip etti Yüce Rabbim. İnşallah röportajımızda geçen hususları yazılı bir kaynak olarak oluşturmuş olduk. ‘’Söz uçar yazı kalır misali ‘’ , Aziz Milletimizin aciz bir ferdi olarak milletimizle beraber yaşadıklarımı zihni alt yapısı ve çözümleri ile beraber kaleme almaya çalıştım. Rabbim mahcup etmesin.

 

Bize bu güzel röportaj için vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ben de bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

Son Düzenlenme Cuma, 02 Nisan 2021 14:59
ASDER Genel Merkezi

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...