Cuma, 10 Ağustos 2018 09:34

Sistemsel Terörizm Gelişimi

Gelin siz değerli okurlarımızla biraz 90’lı yıllara doğru yolculuk yapalım. Türkiye’de 90’lı yıllara gitmek insanı pek de içini rahatlatan, huzur dolu yıllara götürmez. 90’lardaki sosyal yaşamı araştırdığımızda ülkenin boynunun pek bir bükük olduğunu görüyoruz. Tabii devletin boynu bükükken vatandaşın nasıl başı dik ve alnı ak olsun ki… ‘’İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’’ ilkesinden uzak bir Türkiye’yle karşılaşıyoruz… Hatta o kadar uzak ki; insanların bu ülkede değişime inancı sıfır! Kalkınmaya inancı sıfır! Vatandaş günü karın tokluğuyla kurtarmanın derdinde… Peki ya sosyal yaşam alanında Türkiye’yi bu kadar sorunlara iten neydi? Gelin hep birlikte derinlemesine incelemede bulunalım…

Dönemin bürokratları ve sözde devlet büyükleri sanki halk refah ve huzur içindeymiş gibi Büyük kulüp ve Anadolu kulüpleri gibi protokolün hat safhada, şaşanın fevkalade olduğu mekânlarda viskilerinden yudumlanırken Türkiye’nin Doğusunda ve Güneydoğusunda 90’lı yılların çocukları, F-16’ların kalkış-iniş yaptığı Diyarbakır Havalimanının yanında misket oynayıp, uçurtma uçuruyorlardı...

Eğitimin, medeniyetin gitmediği, yolların olmadığı yerlerde bu çocuklar nasıl ülkesine yararlı birer vatandaş olabilirlerdi ki... Sistemsel bir şekilde ülkenin Doğusunda eğitim, sosyal yaşam, kültürel bakım üzerinden adeta bölgeye operasyon çekiliyor, bu operasyonları aciz devlet büyükleri ve bürokratlar elleri kolları bağlı bir şekilde yalnızca seyrediyordu.

Eğitimsel boyuta baktığımızda okulların yakıldığını, öğretmenlerin şehit edildiğini görüyoruz. Peki, PKK terör örgütü neden okulları yakıp öğretmenlerimizi şehit ediyorlardı? Halkın bilinçli şekilde yetişmesini istemeyen PKK, eğitimli bir toplumda dağ kadrosuna eleman kazanamazdı...

İnsanların bilinçaltına ve ruhuna yerleştirmek istedikleri bir duygusallığın zeminini hazırlıyorlardı. Sistemsel şekilde ilerleyen eğitimsel problemleri devlet sanki hiç yokmuş gibi kulak ardı ediyordu ve misket oynayan o çocuklar, sistemsel şekilde eğitimden uzak kalıyorlardı. Bu sistemsel çalışma 10-15 yılın çalışmasıydı. İleriye dönük potansiyel devlet düşmanı yetiştirme projesinin yalnızca başlangıcı ve en temel yapısıydı. Eğitim olmazsa duygusallık üzerinden bu çocuklar kandırılabilirlerdi.

Sosyal yaşam alanını araştırdığımızda köylerden şehir merkezlerine kadar büyük problemlerin baş gösterdiği, vatandaşın çıkmazda kaldığı görülmekte… Halk terörden bıkmış, evindeki kuru bakliyatın raporunu askere vermekten bıkmış, geceleri evine gelen teröristten pirincini saklamaktan bıkmış, sabahları askerden ayaküstü sorgu yemekten ise usanmıştı. Hastane deseniz yok, sağlık ocağı deseniz yok… Yol çevirmeleri deseniz 10 km’de bir… Ülke adeta açık bir cezaevine dönmüştü. Ancak cezaevinin ne müdürü belliydi, ne de gardiyanı. Gelen halka zulmeder, giden halka zulmederdi. İstediği dili konuşamayan insanlar, konuşunca işkence odalarında işkence görenler ve daha sonrasında da haber alınamayanlar…

90’lar Türkiye’nin ne kadar derinlerde olduğunun bir kanıtıdır. Cinayetler gündüz ortası yapılıyor, bombalı eylemler ardı ardına geliyor, adeta kentsel bir savaş var.

Olaylar artık İstanbul’da ve metropol şehirlerde baş göstermeye başlamıştı. Bakırköy’de Çetinkaya mağazasında yapılan bombalı saldırıda 12 vatandaşımız şehit olmuştu. Ama o dönem öyle aciz bir istihbarat örgütümüz vardı ki… Milli olmayan, İsrail menşeili İstihbarat ürünlerini boşuna vermemişlerdi bize. Attığımız adımları takip eden ve birilerinden izinsiz müdahale edemeyen bir MİT...

Çetinkaya’daki bombalı saldırının öncesinde 24 Aralıkta Lice’de 3 teröristin cenazesin gömmek için talepte bulunulmuş ve toplanan kalabalığın üzerine ateş açılmış, orada 7 kişi öldürülmüştü. PKK da misilleme olarak dönemin OHAL valisinin kardeşinin mağazasını bombalamıştı. Tiyatro gibi izletiliyordu anlattıklarım. Ne o bombalama bir misillemeydi ne de Lice’de öldürülen 7 kişi ‘’Biz teröristlere geçit vermedik’’ demek için öldürülmüştü. Her şey büyük bir projenin en ufak ayrıntısıydı.

Bir taraftan PKK bölge halkının damarlarına aşılama yaparken, bir taraftan da derin yapılanmalar Cem Ersever gibi aslında vatansever kişileri sistemin bir piyonu olarak ortaya atıyordu. Cem Ersever çok kez çok kişilerce uyarılmıştır. Bu kişiler Hanefi Avcı gibi, dönemin terör üzerine bölgede görev alan üst düzey kişileri gibi isimlerdi. Fakat ne yazık ki her şey o kadar planlı gidiyordu ki; Cem Ersever, Hanefi Avcıyı takmamış, gözünü kan bürümüş, sırtını devlete yaslayan, bölgede çeteleşmiş, hangi bayrağa selam durdukları belli olmayan insanlarla bölgeyi daha çıkmaza sokmuştur. Ve Cem Ersever vakti gediğinde, saati dolduğunda Ankara’da ölü bulundu.

Sistemsel şekilde ilerleme yapan derin yapılar bunu CIA ve MOSSAD üzerinden gerçekleştiriyorlardı. Devlet büyüklerimiz; ekonomik borç batağından doğuda neler olduğuna, Askeriyeden JİTEM’e hiçbir sorunu umursamazken bu ülkenin kaderini büyükelçiler tayin ediyordu.

Günümüzde ise bu çıkmazlar çok şükür ki yok. İnsanlar okuluna gidip bilinçli bir şekilde eğitimlerini alıyor. Doğruyu yanlışı değerlendirebiliyor. Ne yazık ki o 90’lı yılların unutulmuş çocukları bugün dağlarda, 2000’li yılların çocukları ise okullarda bilimsel araştırmalarla, kültürel etkileşim içinde büyüyorlar.

Bu sistemi bozan başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ve halkıyla barışık bir şekilde yöneticilik yapan, çeteleşmeye izin vermeyen bürokratlara teşekkür ederim.

Aziz şehitlerimize ve bu zamana kadar ki tüm terör mağdurlarına Allahtan rahmet dilerim

Son Düzenlenme Cuma, 10 Ağustos 2018 09:39
Enes Ahmet BALAMAN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...