Perşembe, 28 Şubat 2008 18:44

Hasan Celal GÜZEL den 28 Şubat Yorumu

28 Şubat'ta Çevik Bir ön plana çıktı ama asıl kişinin o olmadığı söyleniyor. 28 Şubat'ın beyni kim sizce?

28 Şubat sürecinin başlatılmasının asıl hedefi neydi?

 28 Şubat sürecinin başladığı günlerin biraz gerisine gidersek, 1995 sonunda yapılan genel seçimleri görürsünüz. Bu genel seçimlerden Refah Partisi en fazla oyu aldı ve en fazla milletvekili çıkardı. Bunun dışında parlamentoda ANAP, Doğru Yol Partisi ve DSP katılabiliyordu. O çerçevede İslamcı ve yobaz olarak, irticacı olarak kabul edilen Necmettin Erbakan'ın başbakanlığa gelmemesi için, Türkiye'de devlet içinde devlet olan birtakım güçler ellerinden geleni yaptılar. O zaman hatırlarsanız Uludağ'da bir takım generaller, Tansu Çiller'le Mesut Yılmaz'ı bir araya getirdiler ve onların ısrarıyla ikisinin arasında bir koalisyon kuruldu.

Cunta TSK'de teşkilatlanmaya başladı

 

Asıl hedef  o muydu? Erbakan'ın iktidara gelmesini önlemek miydi?

 Evet iktidara gelmesini önlemekti; fakat daha sonra bunlar biliyorsunuz geçinemediler. Ayrıldılar. Bu durumda en fazla milletvekili çıkaran partinin genel başkanı olarak, o zamanki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümet kurma yetkisini Erbakan'a verdi. Erbakan'ın başbakan olmasını Türkiye'de milli iradeyi hazmetmemiş, milli egemenliğin farkına varmayan darbeci güçler ve jakoben oligarşi hiçbir zaman hazmedemedi. Aslında Refah-Yol koalisyonu diye bilinen Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin koalisyonu bir çok bakımdan başarılı bir koalisyon olmuştur. Dış politikada yeni perspektifler getirdi. Ekonomide yeni kaynak arayışları gerçekleştirdi ve özellikle gelir dağılımı bakımından olumlu bazı icraatlarda bulundu. Ancak 1996 yılı sonbaharından itibaren 'darbeci cunta'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri içinden teşkilatlanmaya başladığı görüldü. Bu cunta kendisine Batı Çalışma Grubu ismini veriyor. Tamamen illegal, gayri meşrudur. Böyle bir kurumun kurulması yolunda, bırakınız yasal dayanağı bir onay bile, bir yönetmelik bile yok.

Günümüzde şuan böyle bir oluşum var mı? 

 

Günümüzde de 28 Şubat'ın devamı olan birtakım unsurların, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bulunduğunu ve ayrıca bazı yeni örgütlenmelere gittiğini, gidildiğini gördük. Mesela Nokta dergisinin açıkladığı o günlükte bu açıkça ortaya çıkıyor. Bu çalışmalar gittikçe hızlandı ve hükümet üzerinde bu çevrelerin baskıları Milli Güvenlik Kurulu eliyle yürütülmeye başlandı.

 

Nokta dergisi cuntanın baskısıyla mı kapatıldı?

 Cuntanın baskısı demeyelim ama şu var: Bu şekilde yayın yaptığı için  zannederim tehdit edildi. Ne yazık ki hukuk yoluyla bu tip gayri meşru ve gayri hukuki, illegal darbecileri ifşa edenler ödüllendirileceğine ve darbecilerin üzerine gidileceğine darbecilerin üzerine gidilmedi; bu derginin sahibi ve yöneticileri üzerinde biliyorsunuz baskı kuruldu ve onlar tutuklandı. Bunlar da daha fazla dayanamadılar. 4 Şubat'ta Sincan'da tanklar yürütüldü. Daha sonra Çevik Bir, Amerika'da kendisine sorulan soru üzerine “bu bir balans ayarıydı” diyecektir. Sonradan tankları yürüten Orgeneral, “şecaat arz ederken sirkatin söyler” dediği gibi ziya Paşa'nın, bunu gerçekten de mevcut iktidara tehdit olarak yaptıklarını ve bir siyasi müdahale şeklinde olduğunu söylemiştir. Halbuki o zaman Demirel Cumhurbaşkanı olarak, “bir askeri tatbikat yaptılar” diye cevap vermişti.

 Bu hareketin 28 Şubat diye anılması, Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat'ta yapılan toplantısında, Demirel'in başkanlığında yapılan toplantıda Erbakan'a, hükümetin bakanlarına askeri kanattan yapılan baskıydı. Bu yüzden 28 Şubat diye anılır ve 18 maddelik bir Milli Güvenlik Kurulu Bildirisi de bu konuda imzalanmıştı. Önce dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan bunu imzalamamakta ısrar etti; ama sonra hem ortağı Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller'in ısrarı hem de yapılan baskılar neticesinde imzalamak zorunda kalmıştır.

 Demirel şapkasını çıkarıp asker şapkası giydi

Tansu Çiller neden ısrar etti?

 

 Bunun imzalanması konusunda ısrar etti. Çünkü o zamanki darbecilerin tesiri altında kalmıştı.

 Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığı sıfatıyla 28 Şubat'ta oynadığı rol tam olarak neydi?

 Demirel açıkçası daha önce darbelerle birkaç defa çekip gitmesine rağmen, şapkasını alıp gitmesine rağmen; bu defa artık kafasındaki şapkayı çıkardı asker şapkası giydi ve 28 Şubat'ın tam bir destekçisi oldu. Yani 28 Şubat'taki post modern dediğimiz darbe sürecinde Demirel'in bir destekçi olarak rolü vardır. Daha sonra orda zaten “28 Şubat bin yıl devam edecek” lafının arkasında bunu görürsünüz.

Demirel 28 Şubat'ın darbe olmadığını söylüyor… 

 

 Demirel böyle söyleyecektir tabii kendi ayıbını ortaya çıkarır mı? Hatta Demirel daha ileriye gidiyor, “sıcak darbe olacaktı, ben önledim” diyor. Demirel bu darbenin bir figürü. Nitekim biliyorsunuz ondan sonraki dönemde, ilk bahar aylarında Tansu Çiller istifasını verecekti. Daha evvel Erbakan'la anlaştığı gibi bir müddet Erbakan bir müddet Tansu Çiller götürecekti. Artık Tansu Çiller'in başbakanlığı dönemi gelmişti. Erbakan istifasını verdi. Tansu Çiller'i tayin etmesi gerekirken Demirel, o arada bekledi ve Cumhurbaşkanı, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı kulis yaptı, Doğru yol Partisi'ni böldü ve Böylece Refah Partisi, Doğru Yol Partisi koalisyonunu iktidardan düşürdü. Yerine de haksız olarak, hukuksuz olarak Mesut Yılmaz'ı başbakan tayin etti. Demirel baştan sona kadar 28 Şubat'ın bir figürü olmuştur. Destekçisi olmuştur.

 

Refah-Yol iktidarının uzaklaşması darbeyi erteledi

 Eğer Erbakan ve Çiller direnseydi 27 Mayıs, 12 Eylül gibi, sıcak bir darbeyle karşılaşır mıydık?

 Bunu tam olarak söylemek zor. Aslında Haziran sonu itibariyle, 1997'de Çevik Bir ve arkadaşlarının bir sıcak darbe hazırladığını biliyoruz. Bir bakıma Refah-Yol iktidarının uzaklaşması bu darbeyi ertelemiştir; Ama şunu da söyleyelim ki: Eğer Erbakan ve Tansu Çiller direnebilseydi, parlamentodaki diğer demokratik unsurlarda bu direnmeye destek verselerdi kolay kolay 28 Şubat'ın bir sıcak darbeye dönüşmesi mümkün olamazdı.

Erhan Göksel, “Erbakan Susurluk'u ciddiye alıp üzerine gitseydi, 28 Şubat'ı önlerdi” diyor. Susurluk ile 28 Şubat arasında ne gibi bir bağlantı var?

 

 Erhan Göksel çok değerli bir araştırmacı ama ben buna iştirak etmiyorum. Çünkü Susurluk bir çete idi. Bu çetenin elbette şimdiki çetelerde olduğu gibi Silahlı Kuvvetler bağlantıları vardı, ama Susurluk'un üzerine gitmek gerçekten darbeci unsurların üzerinde bir baskı meydana getirirdi. Bu yönden Erhan Göksel haklı ama buna mani olamazdı. Çünkü Silahlı Kuvvetler'de bir mezhepçi kadrolaşma vardı. Bu kadrolar da Silahlı Kuvvetler'de yönetime hakim olmaya başlamışlardı. Yani Susurluk'la direkt olarak ilgisi yok.

 Susurluk emniyet kaynaklı; Ergenekon asker kaynaklı

Bugünkü bağlantısına gelirsek, Ergenekon terör örgütü ile Susurluk arasında bir benzerlik kurabilir miyiz?

 

  Kurulabilir yalnız Susurluk, daha çok emniyet kaynaklı bir mafya ve gizli örgüt hareketidir. Susurluk'un arkasında emniyetin içindeki bir takım güçlerin rolü vardır. Halbuki Ergenekon, direkt Silahlı Kuvvetler'le irtibatlı bir örgüt olarak ortaya çıkıyor. Nitekim Susurluk'ta açığa çıkan kimseler emniyetle bağlantılı kimselerdi. Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki kimselerdi ve o zaman Mehmet Ağar için de bir takım bağlantı iddiaları gündeme gelmişti. Şimdi de dokunulmazlığı ortadan kalktı Mehmet Ağar'ın biliyorsunuz. O ortaya çıkacaktır. Halbuki Ergenekon örgütü biraz daha militer bir yapıda.

 

 28 Şubat'ın beyni…

28 Şubat'ta Çevik Bir ön plana çıktı ama asıl kişinin o olmadığı söyleniyor. 28 Şubat'ın beyni kim sizce?

 

 Beyni Orgeneral Doğu Aktulga ve şimdi vefat etti. Çevik Bir de önemli adamlardan biriydi. Çünkü Çevik Bir Genelkurmay İkinci Başkanı'ydı ve bu illegal Batı Çalışma Grubu cuntasının da icracı eliydi. 28 Temmuz 1997'de Yüksek Askeri Şura toplantısından 3 gün evvel yaptığım bir açıklamada, hatırlarsınız belki 28 Şubat'ın illegal cuntasını açıklamıştım ve en baştan astsubay seviyesine kadar inmiştim. O zamanlar dokümanlar şeklinde bir brifing vermiştim. Bu brifingden sonra da Nuh Mete Yüksel beni gözaltına aldı. 24 saat gözaltına alıp çıktım. Sonra da bir sene yargılandım ve beraat ettim.

 Yeni 28 Şubatçı Deniz Baykal

Şuan AKP'ye karşı yürütülen Propagandanın asıl baş aktörü kim sizce? 28 Şubat'ta Doğu Aktulga'ydı şimdi ki?

 

Şimdi ki baş aktör şüphesiz Deniz Baykal ortadaki aktör bu. Bunun arkasında bildiğiniz gibi Eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, saz arkadaşları rektörler, ne yazık ki bir takım yüksek yargı kuruluşlarının başkan ve üyeleri, bu arada Ahmet Necdet Sezer'in atadığı kişiler, medyadaki bazı unsurlar... Bütün bunlara ben jakoben oligarşi diyorum. Bunlar bunu yürütüyorlar. Şüphesiz bunların, gayet tabii anti demokratik bir takım darbe mihraklarıyla da teması var veya karşılıklı tesirleri var. Ancak şuan da ben Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında, aleyhte fazla bir şey söylemek istemiyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri şanlı savaşın içinde, o savaş devam ederken herhangi bir şekilde onları gücendirmek istemem. Esasen bizim zaten ordumuza herhangi bir saygısızlığımız, sevgisizliğimiz yok. Bizim itirazımız ordunun içinden siyasete müdahale edenlerdir. Darbeciler, cuntacılardır.

 

Şunu mu söylemek istiyorsunuz: Şuan AKP'ye karşı yürütülen propagandanın, yani AKP'yi iktidardan düşürmeye çalışan asıl aktörler, baş aktörler Deniz Baykal ve çevresindekiler mi?

 

 Deniz Baykal ve jakoben oligarşik çevredir. Bunlar hiçbir zaman Türkiye'de millet iradesini hazmedememiş kimselerdir. Bu eski bir hikayedir. 1950'den beri bu devam eder. Halk her zaman kendisine yakın olanları, milli, manevi değerler taşıyanları seçmişlerdir. CHP oligarşisi de hep Silahlı Kuvvetleri, yargıyı, medyayı, üniversiteleri kullanarak kendi hükümranlığını devam ettirmek istemiştir. Bu basit bir egemenlik çatışmasıdır bunu bir yerden kırmak lazım. Bunun için de yeni anayasaya ihtiyaç var.

Bunun örgüt ayağını kim yürütüyor?

 

 Örgüt ayağı diye baktığımızda bir parti örgütü var, çeşitli hukuk teşkilatları var, çeşitli silahlı teşkilatlar var.

İllegal örgüt…

 

 Ama sizin dediğiniz örgüt meselesi, 28 Şubat'ta illegal Batı Çatışma Grubuydu. Sonra benim deşifre ettiğim bir başka teşkilatlanma oldu. AK Parti döneminde Erenler Grubu olarak onu ifşa ettim. Daha sonra da Nokta da onların kimden meydana geldiği ortaya çıktı. Bunlara karşı daha önceki dönemde, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa, şimdi de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Paşa demokrasinin yanındaki tavırlarıyla dikkat çekiyor.

 Medya her zaman postal yalamayı sevmiştir

Dönemin medya patronu Dinç Bilgin, gazetesinin o dönemde (28 Şubat'ta) kendi kontrolünde olmadığını, kontrol edemediğini söylüyor. Bu sözler ne anlama geliyor? Bunu nasıl okumalıyız?

 

 Bakın her darbe döneminde gazeteler darbecilerin hakimiyeti altına geçer. Ben size bir bilgi vereyim, Bir anekdotumu anlatayım: 1980'den sonra ANAP iktidara geldi. Ben de Başbakanlık Müsteşarı oldum. O zaman Türkiye'nin en çok tirajı olan gazetelerden bir tanesinin genel yayın yönetmeni beni aradı. Dedi ki: Yarın manşette ne yapacağız dedi. “Bana ne kardeşim bana niye soruyorsun” dedim. Dedi ki: Daha evvel hep biz Genelkurmay'a sorardık. Genelkurmay'a sorduk dediler ki: artık sivil idare geldi siz onlara sorun. Ben de “biz böyle şeylere karışmayız istediğiniz manşeti atabilirsiniz” dedim. Yani gerek 27 Mayıs'ta, gerek 12 Mart'ta, gerek 12 Eylül'de, gerek 28 Şubat'ta Dinç Bilgin'in dediği doğrudur. İnisiyatif tamamen gazete patronlarının,yöneticilerinin elinden çıkar, bu şekilde bir darbe unsurlarına geçer. bir bakarsınız herhangi bir karargahtaki küçük rütbeli bir asker, gazetelerin sansürüne memur edilmiş. Onlar da bu sansüre paşa paşa rıza gösterirler. Karşı çıkmamışlardır. 'Şanlı Türk Medya'sı her zaman postal yalamayı sevmiştir.

İrtica bahane hırsızlık şahane

 

28 Şubat'ın puslu havasında cebini dolduran, banka hortumlayan, yolsuzluk yapanları da es geçmemek lazım…

 

 Tabii şimdi ben o zaman Yeniden Doğuş Partisi diye bir küçük partimiz vardı onun  başındaydım. Küçüktü bizim parti ama dürüstlük ve fazilet mücadelesinde gerçekten boylarının çok üstünde mücadelede bulundular. Performans gösterdiler ve 28 Şubat'a açıkça tek karşı çıkan siyasi parti ve genel başkan olarak bendim. O zaman bizim bir lafımız vardı, sloganımız vardı her yerde bağırırdık, 'irtica bahane hırsızlık şahane' derdik. gerçekten irtica bahane, hırsızlık şahane olmuştu. O zaman 'Yeşil sermaye' filan diye ortaya çıktılar ve gerçekten OYAK'ın rakiplerini ortadan kaldırmaya çalıştılar. O zaman ne yazık ki, 'İstanbul dükalığı' da büyük sermaye çevreleri de her zaman olduğu gibi gene cuntacıların yanında oldu. Gene cuntacılara destek verdi.

 28 Şubatçı generaller bankalarda yönetim kurullarına girdi. Bunu da unutmamak lazım…

 Evet işte o başörtülü kızların ahı bunlardan çıktı. Çünkü hangi bankaların, hangi şirketlerin yönetim kuruluna gelmiş oldular battı. Kendileri de yolsuzluktan yargılandılar. Bu da çok enteresan bir tecellidir. Ben hep bir şey söylerim, bu kapalı rejimlerde yolsuzluk mutlaka daha çok artar. Mesela 12 Eylül'ün Hava Kuvvetleri Komutanı Milli Güvenlik Konseyi Üyesi Orgeneral Tahsin Şahinkaya, TIME'da kapak olmuştu. Dünyanın en fazla rüşvet alan generali diye F-16 meselesi yazılmıştı. Bu böyledir işte. Gene açık rejimler yolsuzluğa en fazla mani olan rejimlerdir.

Peki İstanbul sermayesi neden Erbakan'ın iktidarına karşı çıkıyordu?

 

 Sadece ondan değil, bir defa 'korku dağlar bekletir' cuntadan korkuyorlardı. İkincisi o zaman Erbakan, büyük sermayeden çok orta ve küçük ölçekli teşebbüslerin yanında yer alma iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla bundan da pek hoşlanmadılar.

 Onlara kalsa 27 Mayıs sürecini başlatacaklar

28 Şubat'ın daha önce yapılan 3 darbeden çok daha tehlikeli sonuçları olduğunu söylüyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

 

 Bu şu anlama geliyor: Diğerleri açık darbelerdi. Hükümlerini icra ettiler ve kalkıp gittiler. Halbuki Demirel'in söylediği gibi “28 Şubat bin sene devam edecek” gibi, 28 Şubat açık bir darbe olmadı. İnsanlar belki idam edilmediler. Tanklar 4 Şubat'ta Sincan'ın dışında pek fazla yürümedi. Parlamento devam etti; ama bir şey var ki, o cunta hakimiyeti demokratik dönemlere geçtikten sonra bile, insanların özellikle din ve vicdan hürriyeti üzerinde etkili oldular. Hala Türkiye'de başörtüsü yasağının uygulanmakta direnilmesinde başörtüsü yasağına karşı, bu bir bariz örneğidir.

 Ortaya çıkarılan çeteleri, provokatif eylemleri, cinayetleri, medyanın tavrını ve sizin deyiminizle jakoben çevrenin çıkışlarını hesaba kattığımızda yeni bir 28 Şubat süreci mi başlatıldı?

Efendim yeni bir 28 Şubat süreci değil adamlara kalsa 27 Mayıs süreci başlatacaklar. Çünkü bir yandan “Türkiye laiktir laik kalacak” diye koca koca rektörler, Üniversiteler Arası Kurulu toplantısında pankart açıyorlar. Bir taraftan rektörlerin bir kısmı öğrencileri sokağa dökmekle iktidarı tehdit ediyor. Bir taraftan asker kışkırtılıyor. O zamanki CHP'de bunu yapmıştı. Şimdiki CHP'de, “yok mu bir babayiğit” diyor. Bir taraftan yüksek yargı kuruluşları üzerlerine vazife olmadığı halde, siyasi mahiyette beyanlarda bulunuyorlar. Bildiriler yayınlıyorlar. Dolayısıyla adeta köşe yazarları ve bir takım siyasiler de hep asılmaktan, asılmayı göze almaktan, Adnan Menderes'ten bahsediyor. Yani bırakınız 28 Şubat'ı ellerinden gelse bazı kişiler 27 Mayıs'ı hazırlayacaklar, ama “kazın ayağı öyle değil” o kadar kolay değil, artık Türk halkı da bilinçlenmiştir. Ben 27 Nisan bildirisinden sonra 2007'de, “ben tankın üzerine çıkmaya varım sizde var mısınız?” Diye bir yazı yazdım. Bana 3 binden fazla mail geldi. Tankın yanına bizi de yazın diye. Yani öyle bundan sonra herkes elini kolunu sallayarak darbe yapamaz.

 

 28 Şubat Demirel ve CHP'nin işine yaradı

27 Nisan bildirisinin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt tarafından değil ona rağmen yapıldığını söylüyorsunuz…

 

 Ona rağmen yapıldığı kanaatindeyim bilgim var. Evet birtakım darbeci güçlerin zorlamasıyla…

 

28 Şubat süreci en çok kimin işine yaradı?

Demirel'in işine yaradı. Birtakım cuntacıların işine yaradı. Türkiye'de din ve vicdan hürriyetini baskı altına almak isteyen çevrelerin işine yaradı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin işine yaradı karşısındakileri dağıttı. Ama ben size bir şey söyleyeyim mi: Uzun vadede de halkın işine yaradı. Çünkü halk bu yapılan baskılarla daha fazla şuurlanmaya başladı ve 28 Şubat sürecinde iki tane parti haksız yere kapatılınca bu sefer AK Parti kuruldu ve rakipsiz şekilde iktidara geldiler.

 

Ters mi tepti?

 

 Elbette ters tepti. Her zaman yapılan bu hareketler ters teper. Son olarak ben de şunu söyleyeyim, sizin aracılığınızla bir kere daha sesleneyim: 70 milyon halkı Suudi Arabistan çöllerine sürüp, 70 milyon laikçi kişiyi Fransa'dan işal edemezsiniz. Biz hancıyız siz yolcusunuz. Siz bu milletin değerlerini taşımak zorunda değilsiniz ama bu milletin değerlerine, mili manevi değerlerine, inançlarına saygılı olmak zorundasınız. Müslüman mahallesinde salyangoz satamazsınız. Şimdiden ne yaparsanız, şimdi birtakım yüksek mahkemeleri amalinize hizmet ettirirsiniz; ama sonra sandıklar açıldığında gene içinden bizim milletimiz çıkar. Bunu herkes bilsin, kulağına  koysun ve ona göre davransın.

 

(www.aktifhaber.com)

 

Son Düzenlenme Perşembe, 13 Mart 2008 01:57
ASDER Genel Merkezi

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...