Cuma, 21 Mart 2008 08:07

YÇG raporu mu? Türkiye açık cezaevi mi?

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Batı Çalışma Grubu raporlarının hazırlanmasında izlenen yol ve raporların muhtevası bu günlerde yaşadığımız sürece çok benziyor. Çok şükür BÇG uygulamaları bu defa Silahlı Kuvvetlerine yaptırılamadı. Danıştay’ın bodrum katı bu iş için uygun olabilir. Sayın Tansel Çölaşan durup dururken ihtilale övgü saymadı.

Psikolojik savaşın propaganda yöntemlerinde yanlış bilgi yoktur, ‘seçilmiş doğrular’ ve ‘yetiştirilmiş fikirler’ vardır.

Toplumun % 60-70’nin savunduğu fikirlerin suç sayılabilmesi bir hukuk metninde değil ancak bir istihbarat biriminin raporunda  mümkün olabilir.

Sayın Başsavcının basına yansıyan metnini incelediğimde, bu metnin Yargı Çalışma Grubu (YÇG) nun bir raporu mu, yoksa iddianame mi diye düşünmeden edemedim.

İddianame resmi olarak açıklanmadığı için basında yer alan iddiaları Yargı Çalışma Grubu (YÇG) raporu gözlüğü ile incelemek gerekir.

Birincisi, seçilmiş doğrular nelerdir? Başörtüsünün savunulması, bu amaçla anayasa değişikliği yapılması. Başörtüsü mağduru genç kıza telefon edilmesi, gizli kamera ile çekilen çalışan tesettürlü memur resimleri, TV programında cumhuriyet savcısının suç unsuru bulmadığı miras hukuku programı, başbakanın Malezya ziyaretinde Türkiye için “Modern İslam Devleti” demesi, Kur’an-ı Kerim dağıtılması, laikliğin tanımının yapılmasının istemesi…

Bütün bunlar TC yasalarına göre suç olmayan ve toplumun çoğunluğunun söylediği sözlerdir.

Dini değerleri savunan sözleri söylemek, laiklik karşıtı odak olmaksa Türkiye’nin üçte ikisini laiklik karşıtı olarak değerlendirmek gerekir. Burada bir insanın ancak ya dindar yahut da laik olabileceği ön kabulü ile hareket edildiği görülüyor. İkisini bir arada barındırmanın imkansız olduğu düşünülüyor.

Bu tartışma hukuki bir tartışma mıdır, yoksa sosyopolitik  bir tartışma mıdır? Camiyi, ezanı, bayraktaki hilal’i nereye koyacağız? Namaz kılmak suç mudur? Bir siyasetçi, mühendis, subay hem dindar hem de cumhuriyetçi olamaz mı? Bu sorulara sağlıklı cevaplar verilebilmelidir.

İslam dini ile demokrasi arasında doku uyuşmazlığının olmadığını savunmak, Avrupa Birliğine girme yolunda olan bir devletin teokratik bir rejime girme ihtimalinin olmadığını savunmak laiklik karşıtı odak olmak mıdır? Eğer böyle kabul ediliyorsa akıl gözü görmüyor demektir.

İkinci olarak, burada psikolojik savaşta kullanılan yetiştirilmiş fikirler var mı? Danıştay saldırısında yakalanan Alparslan Arslan’ın dosyasında Kuvay-ı Milliye Derneği üyesi olduğuna dair pek çok belge var. Bu kişinin geçmişi ve ilişkileri de bunu doğruluyor. Buna rağmen bu kişinin mahkemede hükümeti suçlaması da hükümetin aleyhine delil olarak kullanılıyor. Tıpkı 12 Eylül’den önce Kızılay’da patlatılan bombalar gibi… Onlarda 12 Eylül cuntası tarafından darbe gerekçesi olarak kullanılmıştı.

Olayın seyri şu şekilde gelişiyor. Önce basına malzeme veriliyor, olaylar meydana getiriliyor toplumsal gerilim zemini sağlanıyor. Gerilimin yüksek olduğu ortamlarda olaylara orantısız tepkiler  verilmesi kolay olur. Buradan hükümler inşa edilmek isteniyor. Sonra da insanların bunlara inanması bekleniyor. Fakat artık bu çabalar ve tezgahlar nafiledir. Bu millet pek çok vesile ile iyi niyetli olduğunu ama aptal olmadığını göstermiştir!

Üçüncü olarak raporun kendisi de bir malzemedir ve zarf atma yöntemidir. Bu yöntemle bazı insanlar andıçlanır ve o kişiler yıpratılarak imajları zedelenir. Bu konularda meydana getirilen tartışmalarla gerilimler oluşturulur. Ardından da o gerilime bir kibrit çakılır ve hadisenin yangına dönüşmesi sağlanmış olur. Böylece sosyal dengeler bozulup zinde güçlere davetiye çıkarılmış olur. Zarfı açana suçüstü yapılır. İşte en tehlikelisi bu durumdur.

Yargı Çalışma Grubu (YÇG) raporu gibi bir rapor hazırlanır, bunun temelsiz, havada, dayanaksız olduğu bilindiği halde karşı tarafa bir zarf olarak ortaya atılır. Ve muhataplara hata yaptırılmak istenir.

Özellikle bencil ve kıskanç kişiler eşini test etmek istediğinde onu sinirlendirir. Aslında kendisinin de inanmadığı suçlamalarda bulunur. Burada yaptığı aslında sınırları zorlamaktır. Eş öfkelenip bu zarfı görmez, tuzağa gelir ve “Velev ki …” ile başlayan cümleler kurarsa kavga çıkar.

Başsavcının başlattığı tartışma “Kaosa kalkan 411 el” gibi manşetlere neden olmamalıdır. Şeytanın avukatları şeytana bile külahını ters giydirebiliyorlar.

Çağı anlamakta yetersiz, gelişmelere ve yeniliklere tahammülsüz, kendi insanına karşı güvensiz ve aşağılamacı, sığ aydınlanmacı, emziğini bırakmak istemeyen dar görüşlü ve dar düşünceli resmi ideoloji bu defa duvara çarpmıştır.

Çünkü toplumun çoğu “Hadi oradan sende” diyebiliyor artık. Milli iradeyi yok sayan kişiler diktatör anlayışa sahiptirler. Çünkü diktatörler başkalarının iradelerini yok sayarlar.

Bernard Shaw ne güzel söylemiş: “Engeli olmayan yol bir yere götürmez.” Demokrasi yolunda bu engeli de aşmamız dileğiyle…


Son Düzenlenme Çarşamba, 30 Nisan 2008 12:12
Prof.Dr. Nevzat Tarhan

Yönetim Kurulu Başkanı

www.nevzattarhan.com | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Irakın Geleceği Güney Komşumuz IRAK »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...