Salı, 25 Mart 2008 08:02

Savcının Hatırlattıkları!

SAVCININ HATIRLATTIKLARI!

Devlet, Milletlerin ve toplulukların bir arada yaşama azim ve kararlılığı ile oluşturduğu en büyük organizasyondur. Bu organizasyonla; yasama, yürütme ve yargı güçlerini, bunların bir biri ile münasebetlerini belirledikten sonra, gelirin paylaşımı, sosyal yapı, eğitim öncelikleri, Milli Hedefler, uluslararası ilişkilerdeki önceliklerin ortaya konması, anlaşmalar ve güvenlik sistemlerinin oluşturulması gibi birçok kalıcılığa matuf hususun nasıl ve hangi esaslarla yürütüleceği de belirlenir.

Dünyanın tüm devletlerinde işleri seçilmiş meclis, O’nun içinden çıkan ve yetkilendirdiği hükümetler yani yürütme erki takip eder. Yargı ve yasama kurumları dışındaki tüm kurumlar yürütmenin yani hükümetlerin emrindedir. Milletin şahsında O’nun seçtiği meclis hariç hükümet hiçbir kuruma (suç işlemediği sürece buna yargı da dâhil) hesap vermez. Sadece emir verir, verdiği emirlerin uygun icra edilip edilmediğini de denetler. Gelişmiş demokrasilerde böyle. Bizde ise sözüm ona aydın, ilerici, demokrat geçinen faşist ve diktatörlük çığırtkanı birilerinin düğmesine zaman zaman hâkim unsurlar basıyor. Onlarda demokrasiye balans ayarı çekmeye kalkıyor.

Türkiye’de maalesef İttihad ve Terakki’den bu yana askerlerin sanki demokrasinin üzerinde tahakkümü varmış gibi bir hava estirilmiştir. En son CIA arşivleri de açıldığında maalesef şu görülmüştür. Demokrasi ve çağdaşlık havarisi kesilmiş, organizasyonlarının adında bir de cumhuriyet ve halk olan birileri halkın yerine “Darbeler Geleneği” oluşturmaya çalışanlarla kol kola girmeyi tercih etmiş, onlarla işbirliği yapmış ve Milletimize cephe almışlardır. Burada ayıplanması gereken gerçek kişiler demokrasiyi bilmeyen, tanımayan darbeciler değil onlara göz kırpan, çanak tutan, davetiye çıkartan sivillerdir, halkın oyları ile seçilip sonrada halka arkasını dönen siyasilerdir. Bana göre bu adamları da darbeciler atamıştır, atanan adamların arasından halkımız bunları seçmek zorunda kalmıştır herhalde.

28 Şubat sürecinin darbecileri öncelikle basın ve Yüksek yargı olmuştur maalesef. Onlar duruşları ile tanklara davetiye çıkartmışlardır. Şu anda da oynanmak istenen gerçek oyun bu dur. Bakıyoruz malum basın aynı teraneyi tekrarlıyor. Düşünün normal şartlarda şahıslar yargılansa beraat edecekleri söz ve fiillerinden dolayı, partileri kapatılacak, siyasetten kopartılacaklar. Böyle bir zulüm inanın insanlık tarihinde dünyanın hiçbir yerinde bir daha yaşanmaz, eminim.

Geçmişte Erbakan Hocamın ve Hükümetinin suçu ne idi acaba?

Ülkeyi Atatürk’ünde ifade ettiği gibi “Tam bağımsız, Lider, Güçlü ve Büyük Türkiye” haline getirmeye çalışması mı? IMF denen tefeciden yüksek faizle para almaması mı? Pirinçlik’ten kalkan ve daha önce PKK’ya dağda mermi ve yiyecek yardımı yaparken yakalanan Amerikan uçak ve helikopterlerine Türk Subayı bindirerek onları kontrol etmesi mi? Şimdi 28 Şubatta batan paraların, kaybolan yılların, TSK.’nden yargılanmadan atılan personelinin hakkını kim soracak acaba? Ne zaman sorulacak?

Ülkemizde temel sorun “CUMHURİYET FAZİLETTİR.” diyerek cumhuriyeti kuranlardan sonra bizlerin cumhuriyetin fazilet ve ferasetini koruyamadığımızla ilgilidir. En son bir emekli General İstiklal marşı şairini ve Atatürk’ün tavsiye ve ricası ile yazılan İstiklal Marşımızı tahkir ve tenkit etti. Hani savcılığa konu ile ilgili müracaat eden bir avukatımız mı var? Dava açan bir savcımız mı?

Günümüzde zaman çok hızlı akıyor. Birileri ülkede sürekli gündem oluşturmaya çalışıyorlar. Meselenin özeti ve özü şudur. Osmanlı Devleti güçsüz düşünce hasta adam kapsamında görülüp, Türk Milletinin ve İslam Âleminin ezeli düşmanı Haçlı Zihniyetli emperyalist Batı, dört koldan ecdadın topraklarına işgal ve taarruza geçmiştir. Bu süreçte Balkan Savaşları öncesi kurtuluş reçetesi olarak, ilk “Osmanlıcılık” çözüm olarak öne sürülmüş, bu arada maalesef 2’nci Abdulhamid Han da azledilmiştir. Balkan Yenilgisi sonrası, Hilafet makamından da istifade ile “İslamcılık” diyebileceğimiz mefkûre oluşturulmaya çalışılmıştır. 1’inci Dünya Savaşında, Arap Çöllerinde ordumuz, İngilizlerle işbirliği yapmış Arap kabileleri ile de savaşınca, artık İstiklal Harbine girilirken düşünce dünyasında “Turancılık-Türkçülük” oluşmaya başlamış, bu düşüncelerle savaşa girilmiştir ki, Enver Paşa ve İttihatçıların gelişiminden de bu somut olarak görülecektir.[1]

Tabii şimdi bu fikir akımlarını tartışmayacağım. Özetle şunu söyleyeceğim bu konuda. Bu fikirlerin yekünü, Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’den öğrendiği Nebevi Metod ve İlahi emrin Türk Milletini ilgilendiren bütününün sadece parçalarıdır. Bu parçalar topluma bütünün tamamı ve çözüm gibi sunulmuştur.

İstiklal Harbi aşamasında sadece iki gurup, İslamcılığı ağır basan Aydınlarla, Milliyetçiliği –Türkçüğü- ağır basan muhafazakâr aydınlar vardı. Bu iki gurup ilk mecliste çoğunluktaydı. İstiklal Harbini yapan kadroların arkasındaki itici motor ve lojistik güç bu iki guruptu. Halkta aynı durumda idi. Ayrıca bu iki gurupta İslamcı diyebileceğimiz M. Akif gibi insanlar Milliyetçi ve Turancı mülahazalara da karşı değillerdi. Turancılarda İslamı benimsemiş, ancak önceliği Türk Dünyasına vermiş aydınlardı. Kısaca aralarında çatışma alanları yoktu. Aralarına sızan batıcı ve mandacıların esamisi okunmuyordu. Çünkü onları, Erzurum ve Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile ve O’na destek vererek boğmuşlardı.

İstiklal harbi bitti. Önce ilk meclis ve ilk meclisteki İslamcılar tasfiye oldu. Daha sonra, 1931 yılında da Türk Ocakları kapatıldı. Milliyetçiler tasfiye oldu. Peki, bu insanları kim ya da kimler tasfiye etti? Bakın ilginç bir not düşeceğim. Hani bir İstiklal Harbi kahramanı vardır. “Deli Halit Paşa…-Halit Karsıalan-” 9 Şubat 1925’te hani TBMM’de ilk cinayete kurban giden, İstiklal Mahkemelerinde reislik yapan İnönü’cü Kel Ali Çetinkaya tarafından vurulan paşamız. Hani beş gün TBMM’de bir odada tedavi edilmeden tutulan, ifadesi bile alınmayan Halit Paşa… (Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet fikrini ilk kez açık telaffuz ettiğinde Halit Paşa da Köşk’te bulunanlar arasında idi. Ta asker ocağına yeni adım attıkları günden bu yana Halit Paşa'yı sever ve yeteneklerini de takdir ederdi. Trablusgarp’ta bile beraberdiler. Ama…?)

Olayın meydana geldiği gün, paşanın cebinden çıkanlar, daha sonra kardeşi Sami Bey’e bir tutanakla teslim edildi. Paşa’nın Berlin sefiri (elçisi) Kemalettin Sami Paşa’ya yazdığı mektup ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı. Paşa’nın Kemalettin Sami Paşa’ya yazdığı mektup gerçekten ibret verici idi: “…. Bir de çok garip insanlar peyda oldu. Mücadele senelerinde nerede olduklarını bilmediğim bu adamların dilinden, kurtuluş, mücadele, memleket lafları düşmüyor. Meclis hayatına da alışamadım. Malül gazilerin senin de bildiğin ana sütü kadar açık ve meşru hakları için bile bir sürü uğraşmak gerekiyor. Bu hal izzetinefsime dokunuyor. ..” Zarfın üzerinde 2 Şubat 1925 tarihi yazıyordu. Yani o meş’um olayın meydana gelmesinden bir hafta öncesi. [2]  

İşte bu yeni kadro, yani çok garip peyda olan insanlar Batıcılar, Masonlar vb. idi.

28 Şubat sürecine gelene kadar, geleneksel manada istiklal Harbini yapan kadroların çocukları olan bu İslamcı ve Milliyetçi guruplar hep işbirliği yaptı, Batıcı ve statükocu guruplara karşı. DP kurulurken Menderes’i desteklediler. Celal Bayar’ın sinsiliğine bakmaksızın. 12 Eylül öncesi MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerinde beraber oldular. Akabinde ANAP yapılanması içindeydi çoğunluğu. Tabii bu yapı ile aslında değerleri seyreltilmeye ve sulandırılmaya da başladı aslında. 28 Şubat sürecinde Milliyetçi Unsurların artık yanında muhafazakâr ifadesi kalmamıştı. Sadece Milliyetçi kalmıştı. Bunun sonucu, MHP meclis dışında kaldı. Sözüm ona oluşturulan bu maneviyat boşluğunda iki temel kaynak olan dinimiz ve geleneklerimizden kopuk daha da kötüsü onlara küfreden yeni Milliyetçilikler türedi. Yani; istisnaları hariç olmak üzere “Ulusalcı Guruplar”

Bu kadar neden açtık konuyu? Genel bir bakış belirleyemezsek nerede duracağımız konusunda biz de endişeye düşeriz.

Bu arada, İslamcı tabir edilebilecek guruba ne oldu? Bu gurup içindeki “mücahitler, müteahhit oldu”. Sonra ABD’nin İslam âlemini dönüştürme programı adeta Anadolu’dan başladı…

Sözün özü, tüm muhafazakârlar emperyalizmin kıskacına girdi. 

Bu arada küçük bir talep olan “başörtüsü” bile Milletin değerlerini hiçe sayanlarca tehdit olarak sunuluyor. Ayrıca 12 Eylül öncesi İslami cemaatlerin hemen hemen tamamının oy verdiği Nurlu Süleyman (Demirel) Müslüman kadının hayâ ve iffetini temsil eden başörtüsüne ve örtülülere verilecek kısıtlı özgürlük için “-İçim kan ağlıyor.” dedi.

Malum 28 Şubat sürecinde cami önlerinde eylemler yaptırılan sarıklı cübbeli nöbetçi şeriatçılar vardı. Fadimeler ve Onları iğfal edip tuvaletten polisi arayıp “-Yahu nerde kaldınız, üşüdüm tuvalette çıplak beklemekten.” diyen tarikat şeyhleri vardı. Muz tarikatları vardı. Kendi elleri ile katlettirip “dinciler yaptı.”, “bombalar İran’dan” vb. işledikleri cinayetlerin haberleri ile hem dindarlar, hem de bölgemizde 400 yıldır savaşmadığımız sırt sırta dostluk yapacağımız anti-emperyalist tavrını koruyan İran hedefti.

Sonra… bombalar çıktı.

Avukat, Danıştay cinayetini eline yüzüne bulaştırdı. Ha… birde dediler ya “avukat tekbir getirmiş tetiği çekerken” diye. Akabinde öyle olmadığı şahitlerce beyan edildi. Buradan şunu anlıyoruz ki avukat cinayeti işlerken yapması gereken bazı şeyleri heyecandan unuttu.

Bilmece çok girift. Ama çözüm basit.. “Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, Türk’ün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...”[3] Çözümü bir kez daha hatırlattıktan sonra…

Şimdi duruşlar mühim tabii. AKP’nin başlangıç tepkisi çok uygun. Ancak MHP çözüm de üretiyor. Yazılı beyanat bir ciddiyet göstergesi. Daha da önemlisi “şahıslar şahsi olarak yargılanmalı, partiler kapatılmamalı.” teklifi üzerinde durulması gereken önemli bir öneri.

Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Recai Kutan’ın tepkisi herkesten önce oldu. Akabinde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’da “suça dönüşmeyen eylem olmadığı sürece hiçbir sözlü talebin siyasiler için suç olmaması gerektiğini” ifade ettiler. DP, ANAP, en üst seviyede tepkilerini ortaya koydular. Bizim Nurlu Süleyman’dan tık yok. 28 Şubatı sinsice yönetmişti oysa. Cumhurbaşkanlığı sürecinde Sayın Ağar’ı yanlış yönlendirerek bitirdi. Şu anda sanırım O da çok şaşkın…

Bu kriz, ilk meclisi kuranların çocukları için koordineli hareket etme adına iyi bir fırsattır. Milli Mutabakat Gurubu oluşturulmalıdır. Eğer bu yapılırsa birçok yasa ivedilikle çıkartılır. AKP’nin türban konusunda Anayasa Mahkemesinin vereceği kararı beklemesi uygun değildir. MHP, 28 Şubat Sürecinin kriz konuları karşısında daha hazırlıklıdır. Birileri karşınızda “size aşağılayarak baktı.” diye siz aşağılık kompleksine giremezsiniz. Ya da “suçlusunuz.” dediler diye 28 şubat sürecindeki gibi suçlu gibi pısmaya gerek yoktur. Kanunlar milletin manevi vicdanı ile çatışırsa o ülke dağılır maazallah. Dolayısı ile kanuni düzenlemeler öncelikle yapılmalıdır. Bunlar yapılırken AB kaygıları yerine Milletin inanış, yaşayış ve örfü dikkate alınmalıdır.

Ayrıca AKP ilk seçimden sonra redd-i miras yapmış ve Genel Başkanı “Milli görüş gömleğini çıkarttık.” demiştir. Ama hala MSP-RP-FP çizgisinde olmakla suçlanmaktadırlar. O çizginin bir siyasi hareketi vardır, O’nun ismini söylememe nedenleri, Saadet Partisini “yok sayarak” toplumun gözünden ve beyninden çıkartmaya çalışmalarından başka bir şey değildir. Burada; Saadet Partisinin de söylem ve yöntem güncellemesine çok ihtiyacı vardır.

Sayın savcı, Milletimizin değerlerini, inancını, töre ve terbiyesini hedef alan herkes kaybedecek ve bir gün çocuklarımız bu günleri okurken bir kısmımızı ayıplayacak, diğer kısmımızı da öğrenmemekle, mücadele etmemekle suçlayacak. Dolayısı ile gelin siz, biz, hepimiz bize güzel vatanımızı emanet eden, bölge coğrafyasında hâkim olmuş büyük ve âli cenâb ecdadımız gibi temellerimize yeniden yönelip O kutlu insanlar gibi, bölgesinde ve dünyada etkin, mazluma kucak açan, ulvi ve güçlü bir devlet ve Millet olalım yeniden. Çünkü, Kuvay-ı Milliye’yi oluşturan ruh, Selçukluyu, Osmanlı’yı kuran ruhtan başka bir şey değildir.[4] İyiyi tekrar iyidir. “Kendi geçmişlerine direnenler, başkalarının geçmişlerini dilenirler.

                                                                                  Hali MERT

                                                                                  (E) Topçu Yarbay

                                                                                  Strateji veUluslararası İlişkiler Uzmanı



[1] Aydemir, Ş. S., Suyu Arayan Adam,  İstanbul, 1965

[2] Tanık, Ü., Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir., 20.01.2008

[3] Necip Fazıl, Gençliğe Hitabe, http://www.ulkuocaklari.org.tr/abdshtr/nfk/index.htm, 15 Şubat 2008

[4] Kabaklı, Ahmed, Temellerin Duruşması “okuyunuz, okutunuz. O ruhu tanıyınız.”

 

 

 

 

 

 

Son Düzenlenme Salı, 25 Mart 2008 08:15
Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...