Cuma, 30 Mayıs 2014 10:54

ASIMIN ÇALIŞKAN NESLİ OLMAK…

Dinlenmek, bir in’lenmekse eğer, ben direnmeyi tercih ederim.
Ve yazarken başıma üşüşen tembellik komutanının, dinlenme taarruzu karşısındaki direnişim, beni sanki sopa yiyişini unutmuş ve tekrar canlanmış yeniden toparlanışa götürür.

Her şey bitti dediğimiz anda, yeni yepyeni yolların bizi kavşakta karşılamayacağını kim söyleyebilir?
Tek yoldan ve olumsuz etkilerden çıkıp, kavşakta çaresizliğimizi ve tereddüdümüzü değil, yönelişin bizi karşılayışını görmek, unutturmaz mı yorgunluğumuzu?

Yorgunluğu yormadığınızda ayrıca yorulursunuz.
"Yorgunum dostlarım yorgunum şimdi" diyenlerden olmayalım sakın.
Şimdinin gücünü etkin bir dinamizmin muştusu yapacak yeni fikirlere neden davetiye çıkarmıyoruz?
Böyle bir davet coşkuyu beraberinde getirir ve hüzünlenen belki de bizi terk etme kıskançlığına girecek olan yorgunluktur.
Yorgun efendidir.
Yorgun beydir, beyzadedir.
Ya siz diyeceksiniz?
Yorgunluğu görmedik ki hiç,
Ama yaşadık hep.
O öylesine bizi yokladı ki, o bizi durdurmaya çalıştıkça ona asımın nesli olarak "dur" dedik.

Dur yorgunluk!
Dur!
Dediğim, diyebildiğim gecelerden bir gece;
El, ayak çekilir benden. Vücut dağılmak ister, yorgundur ve direncini kaybetmiştir artık. Gözlerim beni, nemlenen ve yaşaran bir yaş gösterisi ile uykuya ve dinlenmeye davet eder. Bir kepenk gibi indirmek üzeredir göz kapaklarını… Dükkânı kapatmak üzeredir beden…

Keşke zaman kendi içinde açılsa diye düşünürüm, saat dursa, uyumasan, tam da bam telini yakaladığın o sabahların derin sessizliğinde veya gecelerin orta yerindeki sessiz çığlığın saatinde uyumak da nerden çıktı, dercesine kendimi zorladığım demlerde.

İşte gecenin karanlığını yaran beyaz düşünceler, saf akışlar ve nurani uyanışlar bu demlerin demlenmiş demidir. Manevi tünellerde ışık olacak teheccüde kalkmak…..!
Böyle konsantre ve olabildiğince kendi dip dalgasına dalmış bir noktanın mahfuz yolculuğunda, aleme/hayata/günlük işlere dönmek ve detaylarla süreçlerin kıskacına girmek o kadar ağır ve o kadar dehlizlerin sığınağından eziyet çanağına dökülmektir ki tarif edilmez.

Belki de hakikat hayatla böyle buluşuyor. Gerilimin cazibesi böyle yakıcı oluyor. Zıtların pratiği, teorinin dünya versiyonu ve davanın müşahede hakkı kadar tespit ve tecrübe ayaklarının da oluşumu böyle oluyor.

Düşünmenin lezzeti, kurgulamanın hazzı, eylemleştirmenin planı ve geleceği kuşatıcı keşiflerin ayak izlerinde yürümek yorgunluğun yoran takatsizliği karşısında bile o kadar diriltici ve yükseltici bir değer ki, çaresiz iken çare siz oluyorsunuz.

Fikir derinliklerinde kılcal çözümlemelerin labirentleri, beyin kıvrımlarını daha ötelerde bir yolculuğa hazırlarken, ilhamın misafir ettiği tefekkür vadileri arkaya atılan hiçbir şeyi ve alanı görmek istemez. Geri dönmeden ilerlemek, hayali hakikate taşımak, hayali gerçek yapmak ve inkişafın yeni bedellerini ödemek adına bütün maliyetlerin ucuz kaldığı bir serencamdır.

Davası serencamı, dünyası ahireti, hedefi hizmeti olan bir okumanın, risalede iz sürmenin ve ızdırabına derman aramanın getirdiği sancılar o kadar dindirici, o kadar doğurucu, o kadar metin ve sebatkar ki, işte bunun da tarifi yoktur.

Sathiliğin, devşirmenin, derlemenin ve kopyalamanın birbirine misal olduğu, ruhun boğazlandığı bir vadide rahat olmanın eziyeti yerine, ruhun kendi inkişafına zihin komutasında beyin gücü ile katıldığı bir akıl ordusu ile birlikte kalbin karargahında kaybetmek bile olsa vazife şuurunda yokluğa açılmak veya zafer muştusu ile taçlanmak daha yeğdir, yiğitçedir, asilcedir.

Ve başlamıştır artık yorgunluğa durmam.
Şimdi direnişini kırdığım bedenin yorgun cisimleri/isimleri/organları içinde, sızının sızmaya hazırlanan cephe savaşına bile direnerek yazıyorum bu satırları. Yorgunluk bir müfreze daha hazırlamış, onlar da beni yatak etrafında muhasara altına almaya çalışıyorlar sanki.

Çünkü pusu kurdukları ve keşif yaptıkları öncü istihbaratlarıyla öğrenmişler ki, bu bedeni, bu yazıdan her an koparacak noktadayız. Gece boyu uyumak yerine, koltuğa sızdığı yerden kalkıp devam etmiş, Hüseyin Kara’nın yayına hazırlanan Zübeyir Gündüzalp kitabını okumaya, Bestami Beyin Risale Haber Gazetesi içerik/konsept planlamasını okumaya ve Medresetüzzehra eksenli bir tanıtım/film kurgusunun metin çalışmasını  düzenlemeye devam etmiş bu ısrarcı yorgunu, uykuya hapsetmek, cepheyi teslim almak üzereyiz.

Yoruldum evet!...
Ama yorgunluğu yormayı seviyorum ben…
Öyle kolay teslim olmayacağım…
Yorgunluğu ürkütmeye değer, ta ki her defasında  yorgunum deyip karşımıza çıkmasın.
İşimiz var arkadaşım, rahat bırak bizi, seni hepten yoralım ki takatin kalmasın eylemlerimize itiraz etmene ve fikir izlerini takip etmemize müdahale etmene…
Haberin olsun ey yorgunluk!

Kaçıp geleceğim, uyanıp döneceğim ve beni götüren hilelerini yorana kadar, dinlenmeyi hak edene kadar, yorgunluk keyfi ile çalışacağım…
İşte böyle bir şey yorulmayı hak etmek... Yorgunluğu yorarcasına nefse eziyet edip sabır sancağını burçlara dikmek…

Her şey bir kavga haliyle böylesi ilerleyip gidiyor...
Şu an 03;17. Ben hala yazı başındayım. Düzeltmeler yaptım, genel akışa baktım. Ve beni teslim alacaklar şimdilik...

Evet! Çok kodlanmış ve yığınak yapılmış satırlar var bu yazıda. Çünkü o an teslim olacakken silaha sarılıp Allah ne verdiyse psikolojisinin son kale direnişi var.

Son olarak, yoranı yormanın yolu, yorgunluğu çözmektir. Yoksa sürekli bir yorucu üzerinden yorulmaya mazeret bulmak, bizi yorgun savaşçı yapar, sonuçta kazanılan olmadığı gibi kaybedileninde belli olmadığı veya zamanında fark edilemediği bir gayya kuyusunda tembellik efe olup, naralar atmaya başlar.

Evet, hayat şevk vermeli. Metin olmalı insan.
Her ay nisan yağmuru gibi görülmeli. Hazan yok, mahzun varsa da…  Hüznün sevinçle gözyaşına dönüşmesi emekle olur, emek ister, çaba ister ve en önemlisi negatif limanlardan uzaklaşmak, pozitif okyanuslara akmak ister.
Yoksa uyku firar mı etti?
"Geri dönsün" telaşı niye?
Giden yorgunluksa, o da bitti.
Varsın söylensin "yoruldum" diye diye…

Artık düşünce bulutları karanlığın güneşi gölgeleyen ay kopyasından kurtulurcasına kendi aydınlığına davetiye çıkarabilir;
-Hoş geldin şevk, safa geldin gayret, tenbellik mi, zamanı öldürmek mi, haşa ve kella 24 saat yetmezse 25. saat; var mısınız mazeretsiz dinlenmeden insana hizmet etmeye dolayısıyla

HAKKA RAM OLMAYA…..!

Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...