Salı, 01 Kasım 2016 10:19

Fetö Gibi Yapıların Türememesi İçin Ne Yapılmalı?

Memleketimiz zor ve sıkıntılı günlerden geçiyor.

Hükümetimiz hain FETÖ örgütüyle tüm kurumlarıyla mücadele etmeye çalışırken, puslu havadan faydalanmaya çalışan birtakım kendini bilmezler büyük bir iştiyakla FETÖ üzerinden cemaatlere saldırmakta, onların da ileride zararlı olabileceğini ileri sürmektedirler. Televizyonlarda, açık açık cemaat, tarikat isimleri verilerek Ehl-i Sünnet cemaatler, tarikatlar hedef gösteriliyor.  Dahası bu hedef göstermeler, bazı ilahiyat profesörlerine yaptırılıyor. Bu insanlar, bilip bilmeden -belki de bilerek- hem “Türkiye'yi ancak laiklik kurtarabilir" derken, hem de açık açık isim vererek cemaatleri, tarikatları acımasızca tenkit etmektedirler..

Önce şu ayırımı herkesin mutlaka yapması gerekiyor: FETÖ, aslâ bir cemaat değildir.                              

FETÖ'nün başvurduğu yöntemler, hiç bir şekilde İslâm'la bağdaştırılamaz! Hedefe varmak için  her türlü gayr-ı meşrû yolu meşrû olarak gören bir oluşum asla Müslüman bir cemaat olamaz!
CIA'ye, MOSSAD'a, Vatikan'a ve İngiliz derin devletine derinden bağlı bir hareket asla İslâmî bir cemaat olamaz!
Ülkesinin Meclisini bombalayan, halkını tankların altında ezen, uçaklarla halkına bomba yağdıran, Müslüman bir Cumhurbaşkanına suikast üstüne suikast düzenleyen bir terör örgütü asla Müslüman ve Ehl-i Sünnet bir cemaat olamaz! Takiyye ahlaksızlığıyla münafıkane kılıktan kılığa giren karaktersiz bir şebeke asla Ehl-i Sünnet ve cemaat olamaz! FETÖ'yle mücadele ederken bir taraftan laikler, diğer taraftan -YENİ-FETÖ'cüler, tankların önüne yatan cemaatleri, tarikatları hedef tahtasına koymaya çalışıyorlar.
Şunu unutmamak gerekiyor: Eğer cemaatler ve tarikatlar çökerse, Ehl-i Sünnet çöker. Ehl-i Sünnet çökerse, özelde bu toplumu, genelde İslâm dünyasını bin küsur yıl ayakta dimdik ve diri tutan omurga çöker.
Önce bu toplum, ardından da İslâm dünyası orta ve uzun vadede kaosun eşiğine sürüklenir. Ve bir daha da belini doğrultamaz.

İslâm dünyasının bin küsur yıl huzur ve barış içinde olmasını, Selçuklu ve Osmanlı'nın bin yıllık mücadele ve mücahedeyle kurup koruduğu Ehl-i Sünnet omurgaya borçlu olduğunu bilmeliyiz.

Bir zararı gidermeye çalışırken toplumun din algısında tedavisi zor başka yaralar açmamak icap eder.

Kuran’ı en doğru anlayan, en doğru uygulayan Peygamberimiz Hz. Muhammed(ASM)’dir.  Muhammed (ASM)’siz bir İslam, mesnetleri yıkılmış bir Kur’an, sünnetten mahrum edilmiş bir din ve nihayetinde zembereği dağılmış, başı koparılmış bir Müslümanlık elimize verilmek isteniyor. Cemaatleri tenkit edip itibarsızlaştırma çabalarının altında böyle bir niyetin olduğunu unutmayalım.  

O yüzden şunun altını çizerek söyleyelim ki: Cumhurbaşkanımız da, Başbakanımız da, Diyanet İşleri Başkanımız da mutlaka Ehl-i Sünnet'e, cemaatlere ve tarikatlara sahip çıkmalı, halkı bu konuda doğru yönlendirmelidirler..

CEMAATLARDAKİ EHLİ SÜNNET ANLAYIŞ; TERÖRE  VE DEVLETE İSYANA  İZİN VERMEZ

Öncelikle Ehl-i Sünnet cemaatler ana ilkelerini Kur’an ve Sünnetten almışlardır. Bu ilkeler FETÖ benzeri bir kalkışmaya izin vermez.  Cemaatlerin asıl amacı İslam’ı öğrenmek, yaşamak, iyi bir kul olmak, insanı kamil olmak ve İslam’ı başkalarına tebliğ etmektir. Bunun için de eğitim faaliyetleri yapmaktadırlar.  Cemaat mensubu şahısların hataları genelleştirilmemeli, şahıslarına hasredilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan; “Birinin hatasıyla başkası mesul tutulamaz”(En’am:164) mealindeki ayetin hükmü gereği, bir cemaat mensubunun hatası yüzünden bütün cemaat suçlanmamalı. Nasıl ki ahlaksız bir doktor yüzünden bütün doktorlar ahlaksızdır demek çoğunluğu ahlaklı olan doktorlara haksızlık olduğu gibi… Şu gerçeği kabul edelim ki; her yönüyle mükemmel insanlardan oluşan bir topluluk yeryüzünde bulunmamaktadır. Ehil olmayanlar bir işe girerse suistimaller olabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta, iyi taraflarının mı yoksa kötü taraflarının mı fazla olduğudur. Mahşerde Allah’ın adaletinin de böyle tecelli edeceğini Resulullah bildirmiştir.. Öyleyse bizim de insanlara Allah’ın bu adalet ölçüsüyle muamele etmemiz gerekir. Yani iyi tarafları fazla ise o insan veya cemaat sevilmeye, saygı duyulmaya ve takdir edilmeye layıktır. Kötü tarafları fazla ise kötüdür deyip ona göre muamele etmeliyiz..  Cemaatlerin iyi taraflarının fazla olduğu aşikardır. Cemaatlar imkanları ölçüsünde ulaşabildikleri insanlara islamı öğretme, sevdirme gayreti içindedirler. Oradan aldığı derslerin etkisiyle, sıradan bir cemaat mensubu bile yetersiz de olsa harama helale dikkat etmeye çalışır, ibadetlerini eksik de olsa yerine getirmeye çalışır. İslamiyet’e samimi taraftardır. İslami değerlere hürmetkardır.

Tabii ki tebliğ ve irşad tarzları; meşrepleri ve meslekleri aynı olmayan bir kısım tarikat ve cemaat mensuplarının, birbirleri hakkında bazı eleştiriler getirmeleri anlayışla karşılanabilir. Açık bir iftira ve şeriatın zahirine muhalif olmadıkça bu eleştirilere ilişilmemelidir.

Büyük İslam müçtehidleri, ana ilkeleri aynı olan mezhepler hakkında nasıl ki hepsi de haktır deyip, Müslümanlar arasında barışı hoşgörüyü, birlikteliği sağlamışlarsa, bugün de Kuran’a ve İslam’a hizmet eden, ana ilkeleri aynı olan Ehl-i Sünnet cemaatler arasındaki tarz farklılıkları saygıyla karşılanmalı. Her cemaat taraftarı; “benim cemaatim, şeyhim iyidir, doğrudur, daha güzeldir” diyebilmeli. Fakat “sadece benimki doğru diğerleri yanlış” dememeli. Ana esaslar aynı olduktan sonra teferruattaki farklılıklar anlayış ve hoşgörüyle karşılanmalıdır.. Yüzlerce ayet ve hadis-i şerifin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve yardımlaşmayı yapıp din karşıtlarından daha şiddetli olarak dindaşlarımızla ittifak etmeliyiz. Yani birbirimizle sürtüşmemeliyiz. Tenkit etmemeliyiz.

CEMAATLAR  NASIL OLMALI?

İslami cemaatlerde; çok fazla tenkit edilen konulardan biri; kanaat önderlerinin aşırı kutsallaştırılıp,  “tek adam, mübarek adam, keramet sahibi adam,  tasarruf sahibi adam, her yaptığında-her sözünde bir hikmet vardır, yanlış bir şey söylemez, hata yapmaz” konumuna yükseltilmesidir.  Çözüm olarak da ;şahıslar kutsallaştırılmamalı şahıslara değil ilkelere ve davalara bağlanılmalı, cemaatler kurumsallaşmalı. Tek kişinin değil de istişare ve ortak akılla bir heyetin idare ettiği, bir anlayışın tekamül ettirilmesine ihtiyaç vardır. Tek şahsın idare ettiği, o şahsın kararlarının tartışmasız kabul edildiği cemaatlerde doğru yoldan sapma ihtimali her zaman potansiyel olarak vardır. Bir heyetin istişare ile idare ettiği cemaatler daha istikametli olurlar, daha az hata yaparlar.

Üstad Bediüzzaman bu konu ile ilgili bir hatırasını şöyle naklediyor:  “Kardeşim Abdullah dedi ki;  Şeyhim Ziyaeddin Efendi bütün ilimleri biliyor çok mübarek bir zattır, siz de ona intisap edin. Ona dedim ki; o Zat’ın, zannettiğin gibi her şeyi bilen bir Zat olmadığını sana ispat etsem, sen onu bırakır kaçarsın. Ama ben o Zat’ı makamı için değil İslam’a hizmet ediyor diye sevip takdir ediyorum. Manevi makamı yüksekmiş, ilmi varmış yokmuş, benim için önemli değil.”

Bediüzzaman yıllar öncesinden zaman şahıs zamanı değil şahs-ı manevi zamanıdır dersini Risale-i Nurda çok yerde ifade etmiştir. Kurumsal Şirketlerde uygulanmaya çalışılan "toplam kalite yönetimi " anlayışı cemaatlerde de uygulanmalıdır. Yan yana omuz omuza dizilmiş “1”lerden oluşan sayının değeri yükseldiği  gibi heyetteki her üyenin eşit temsil edildiği, her üyenin değerinin eşit kabul edildiği, vesayetin, tahakkümün olmadığı,  birbiriyle dayanışma halindeki heyetler idare etmeli cemaatleri. Bizler de mensubu olduğumuz cemaatimizdeki hocalarımızı, şeyhlerimizi, ağabeylerimizi  manevi makamlarının  büyüklükleri için değil de, bize rehberlik yapıyor, dinimizi öğretiyor, İslam’a güzel hizmetler yapıyor, insanlara faydalı oluyor, büyük fedakarlıklarda bulunuyor,  güzel ahlaki meziyetleri var. İhlaslı, mütevazı bir insan vs deyip o yönleriyle takdir etmeliyiz, dua etmeliyiz. Öğüt ve nasihatlerini İslami ölçülere uyuyorsa kabul etmeliyiz. Uymuyorsa kabul etmemeliyiz. Onların hata yapabileceğini kabul etmeliyiz. Söylediklerini mihenge vurmalıyız. Mihengimiz İslam’ın (kitap ve sünnetin)  ölçüleri olmalı. Uyarsa kabul etmeliyiz uymazsa iade etmeliyiz.

Bu konuda Bediüzzaman diyor ki; “Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalpte saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.(Münazarat-1909)” diyerek kendi sözünün ayet gibi kabul edilmemesi gereğini vurgulamıştır.

Bunun için; Sadece kalbimizin sesini değil aklımızın da sesini dinlemeliyiz. Dini gösterip dünya isteyen, Allah’ı gösterip kendisine adanmışlık isteyen gizli müşriklere dikkat etmeliyiz.

FETÖ İLE ETKİN MÜCADELE DEVAM ETMELİ

FETÖ ile mücadelenin başımıza yeni bir çorap örmesini önlemek için bu mücadeleyi stratejik ve dikkatli bir şekilde götürmek gerekiyor.

Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi örgütün17/25 Aralıktan sonra bile hala uyanmayıp ihanete devam eden ve 15 Temmuz darbe girişimine aktif olarak katılan ve destekleyen üst kesimi için hukukun emrettiği en ağır cezai yaptırımlar uygulanmalıdır.  Ticaret kesimine uygulanacak yaptırımlar hukuka uygun olmalı, yargılanmalı, kanunun uygun gördüğü cezalar verilmelidir.  İbadet kesimi ise çoğu İslami hassasiyetinden dolayı bu hain örgütün gerçek yüzünü bilemedikleri için islami hizmet zannederek taraftar olmuş, sevap kazanma niyetiyle destek vermiş, saf, mümin, Müslüman insanlardır. Bunların taraftarlıklarının zaman içinde örgütün ve örgüt liderinin kirli yüzü açığa çıktıkça yapılan yayınların etkisiyle peyderpey soğuyacaklardır.

Ameller niyetlere göredir. Niyetin ihanet mi ibadet mi olduğunu anlayabilmek için mahkemece yargılanmalılar. Bizim kültürümüzde “Şeriatın kestiği parmak acımaz” anlayışı vardır. Mahkemenin verdiği karara kimse itiraz etmez. Mahkeme kararı ile de ihaneti belgelendiğine göre demek ki ihanet etmiş denilir kamu vicdanında da mahkum olurlar. İhanet niyetinde olmayanlar da destek ve taraftarlıkları için pişmanlık duyabilirler.   

Diğer taraftan bu hain yapıya en ufak bir taraftarlığı olmadığı ve  hatta açıkça karşı tavır sergilediği halde, bir şekilde FETÖ kurumlarına ucundan kenarından bulaşmış (Bankasya’da hesabı olması, okullarında veya dersanelerinde okuması veya çocuğunu okutması gibi)  basit gerekçelerle  birçok masumun da mağdur edildiği hikayelerini çokça duyuyoruz.  Değişik mahfillerde, “şunu da işten atmışlar veya tutuklamışlar, halbuki onlarla hiç alakası yoktu”  gibi konuşmalara sıkça şahit oluyoruz.  “Birileri FETÖ ile mücadele adı altında, fırsatı değerlendirmek için bilerek hedefi genişletiyor olabilir” değerlendirmeleri de sıkça yapılıyor. Bu işin toplumdaki yansımalarından olarak da; cemaatların dini sohbetlerine katılmalarda gözle görülür derecede azalmaların olduğu, istikametli ehl-i sünnet cemaatların evlerinde kalmak isteyen üniversite öğrencilerinin sayısında geçen yıllara göre üçte bir oranında azalma olduğu da yapılan konuşmalar arasındadır. Zan ve yakıştırma üzerine ihbar edilip  nezarete alınan kamu görevlileri mahkemece suçsuz sayılıp görevlerine iade edilseler bile,  işgüzar idareciler tarafından sizinle  çalışamam denilip işlerinden istifa ettirilmektedirler. Mahkeme suçsuz bulduğu halde bu insanlar vatan hainliği gibi ağır bir suçtan yargılanmak ağırlarına gitmekte, suçsuz bulunup salıverildiklerini en yakınlarına bile söyliyemektedirler. İşlemedikleri ağır bir suçlama karşısında ağır bir travma yaşamaktadırlar.  Bu işin faturası da korkarım ki hükümetimize çıkartılacaktır.. Onun için bu yanlışlara derhal müdahale edilmeli, Yapılan bütün uygulamalar yargıya açık olmalı, yargısız infazların suistimale açık olduğu unutulmamalıdır.

28 Şubat döneminde yapılan yargısız infazların özellikle TSK’da yapılanların acısını bizzat yaşayanlardanım. Bu mağduriyetler, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanı olduğu hükümet tarafından düzeltildi ve bu sayede çok dua aldı.  

Sonuç olarak; şahısların insafına bırakılmış bu yargısız infazların giderek   tedavisi imkânsız bir yaraya dönüşmemesi, ileride başımızın ağrımaması için, bu FETÖ ihaneti ile mücadele yargı yolu ile yapılmalıdır.

Biz  Hz.Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” kaidesiyle, insanlığa adalet dersi vermiş büyük bir milletin evlatlarıyız.   Böyle büyük bir devletin devamıyız.

 Büyük milletler güçlü oldukları zaman da adaletli olmuşlardır.

“Zalime karşı şiddetli ama mazluma karşı şefkatli” bir devlet yönetiminden ayrılmamak dilek ve temennisiyle….

Son Düzenlenme Cuma, 04 Kasım 2016 21:39
Selahattin Arslan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki Sertaç Arslan Çarşamba, 02 Kasım 2016 06:49 yazan Sertaç Arslan

    Kaleminize sağlık Selahattin bey..Allah bu zor günleri en hafif zararla atlatmayı, bu fitneden millet ve memleket olarak kurtulmayı nasip etsin..Zalimler, gerçek Fetö'cüler cezalarını, mazlumlar mükafatlarını Ahiret'e kalmadan bu dünyadaki adil yöneticiler eliyle görsünler inşallah..

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...