Pazar, 10 Şubat 2008 11:57

Toplumsal çatışma korkusu

Toplumsal çatışma korkusu
Bu yazıyı yazmak için makinemin başına oturduğum saatlerde, türbanla ilgili Anayasa değişiklikleri Meclis'ten geçmiş, oturum kapanmıştı.
CHP'nin bu değişiklikleri Anayasa Mahkemesi'ne götüreceği biliniyor. Anayasa Mahkemesi'nin muhtemel kararı konusunda da farklı tahminler dolaşıyor ortalıkta. Bakalım, bekleyecek ve göreceğiz. Şu aşamada yapılan Anayasa değişikliklerinin çeyrek yüzyıldır süren bu sorunun çözümüne nihai çare olmasını dilemekten başka bir şey gelmez elimizden...

Ama hukuki süreci izlerken dikkat etmemiz gereken başka bir mesele var: "Bu anayasa değişikliği yüzünden Türkiye büyük bir kargaşa ortamına giriyor" havasına girmemek; bu havaya girenleri de silkeleyip kendine getirmek... Evet, son birkaç gündür bir "toplumsal çatışma" havası var yine. Yazılı basından, özellikle de televizyon yayınlarından pompalanan bu havaya bakılırsa, Türkiye ciddi bir parçalanmanın eşiğinde... Üniversiteler "parçalanmış", yüksek yargı parçalanmış; barolar parçalanmış, toplum parçalanmış ve bu gidiş iyi bir gidiş değil...

Fikirlerine her zaman çok değer verdiğim Taha Akyol bile böyle bir panik havasına girmiş gibi... O kadar ki, CNN Türk'teki konuşmasında, toplumdaki "tehlikeli gerginliği" dikkate alarak Cumhurbaşkanı Gül'ün Anayasa değişikliklerini yeniden düşünmeleri ve uzlaşarak ortak bir çözüm bulmaları için" Meclis'e iade edebileceğini söylüyor.

Düşünün, Gül'ün Parlamento'nun beşte dört gibi rekor bir çoğunlukla yaptığı bir Anayasa değişikliğini - kendisi de bu değişikliğin yapılması gerektiğine yürekten inandığı halde- sırf gerginlik korkusundan geri yollayabileceğini düşünmek aşırı bir panik havası değilse nedir? Oysa biraz sakin olursak, yargıda, üniversitelerde ya da barolarda şu anda ortaya çıkan parçalı görüntünün eskisinden daha doğal olduğunu; asıl garip olanın şimdiye kadar gördüğümüz "yek vücut" resim olduğunu anlayabiliriz.

Öyle ya, 80 bin kişiyi kapsayan üniversite camiasının, şimdiye kadar demokrasi ve parlamenter rejim konusunda ortaya çıkan her sorunda "tek ses" vermesi normal miydi? Böylesi bir tek sesli koro, farklılıkların en rahat boy göstereceği akademi dünyasına yakışıyor muydu ki, şimdi bir grup öğretim üyesi farklı bir tutum aldığında "Eyvah, üniversiteler parçalandı" diye telaşa kapılıyoruz?

Baroların 28 Şubat'tan beri yekvücut halinde aynı tutumu alması makul müydü ki şimdi Barolardan farklı fikirler çıkınca alarm zilleri çalıyoruz. Din ve inanç özgürlüğünün sınırları ve laiklikle ilişkisi gibi temel bir konuda bütün toplumun aynı fikirde olması doğal mı ki, Sıhhiye Meydanı'ndaki mitinge baktıkça "toplumsal çatışma" korkusuna kapılıyoruz? Demokratik toplumlar "gül bahçeleri" değildir.

Sükunet, nizam ve intizam değil; daimi bir hareket, kıyasıya tartışmalar, şiddetli fikir mücadeleleri, belki hiçbir zaman kapanmayan fikir ayrılıkları, saflaşmasıyla uzlaşmasıyla sürekli bir devinim hakimdir bu toplumlarda. Burada mesele, toplumun ve kurumların bu fikir mücadelesini birbirlerinin boğazına sarılmadan; tehditsiz, şiddetsiz, sansürsüz bir biçimde sürdürme yeteneğine sahip olup olmamasıdır.

Zaten bu yapılamıyorsa, o toplum bu tür ayrışmalara ve şiddetli fikir ayrılıklarına dayanamayacak kadar zayıfsa, demokratik bir toplum diye anılmayı da hak etmemiş demektir. Bazıları bizim toplumuzun böylesi gelişmiş bir demokratik tartışma geleneğine sahip olmadığını söyleyebilir.

Peki nasıl sahip olacak bu geleneğe? Tartışmanın ve zıtlaşma her ortaya çıkışında "Eyvah kaos doğuyor" korkusuyla tarafları susmaya davet ederek mi? Ben, Türkiye'nin böyle bir tartışmayı şiddeti uzak tutarak, muhtemel provokasyonları boşa çıkararak yürütebilecek olgunlukta olduğuna inanıyorum. O yüzden de mevcut sert tartışma ortamından korkmuyorum.

Benim endişem, yaratılan "tehlikeli gidiş" havasıyla, Anayasa Mahkemesi'nin tıpkı 367 kararında olduğu gibi baskı altına alınmaya çalışılması; yani Anayasa Mahkemesi'nin kendisini "bu tehlikeli gidişi durdurma imkanı elinde olan son merci" gibi hissetmesine yol açılmasıdır.

Böyle bir baskı, sadece ve sadece hukuki mülahazalarla karar alması gereken bir makamın, kendisini "siyasi ve sosyal sorumluluk" altında hissetmesine ve dolayısıyla kararının politikleşmesine sebep olur ki, asıl kargaşa da o zaman çıkar. Çünkü o zaman, toplumu oluşturan kişi ve grupların, farklılıklarına rağmen bir arada yaşamalarını mümkün kılan en temel güvence, yani hukukun üstünlüğü güvencesi ellerinden alınmış demektir.
Son Düzenlenme Pazar, 10 Şubat 2008 12:01
Gülay Göktürk

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...