Pazartesi, 07 Nisan 2008 17:48

Zorlama bir benzetme

Kapatma Davası'nın AB siyasi çevrelerinde ve medyasında yoğun biçimde eleştirilmesi, "bir kısım basın"da büyük öfke yarattı. Özellikle müzakerelerin kesilebileceğini söyleyen Olli Rehn bu öfke selinin "odağı" oldu. Olli Rehn'e yönelik tepkiler dile

Kapatma Davası'nın AB siyasi çevrelerinde ve medyasında yoğun biçimde eleştirilmesi, "bir kısım basın"da büyük öfke yarattı. Özellikle müzakerelerin kesilebileceğini söyleyen Olli Rehn bu öfke selinin "odağı" oldu. Olli Rehn'e yönelik tepkiler dile getirilirken sık sık verilen bir örnek var.

2000 yılında Avusturya'da Haider'in lideri bulunduğu neo faşist partinin seçimleri kazanmasından sonra, AB'nin, bu partinin hükümet koalisyonuna katılmasını önlemek amacı ile uyguladığı yaptırımlar hatırlatılıyor ve AB çifte standartlı olmakla suçlanıyor. Aslında bizdeki yasakçılar bu örneğe ilk defa sarılmıyor. Olayın yaşandığı 2000 yılında da aynı örneği 28 Şubat'ı aklamak için kullanmaya çalışmışlardı. AB'nin Haider'in partisinin iktidar ortağı olması üzerine verdiği şiddetli tepki, o zamanlar 28 Şubat'a destek veren bazılarının içini ferahlatmış; "İşte görüyor musunuz," demişlerdi.

Demokrasi her zaman demokrasiyi yok etmek isteyen güçleri yasaklamak zorundadır." Ben de o zaman, bu örnek olaydan hareketle, Avrupa ve Faşizm başlıklı üç yazı yazmıştım. Konunun yıllar sonra yine örnek olarak önümüze getirilmesine bakılırsa, yedi yıl önce dile getirdiklerimi, o yazılardan özetleyerek hatırlatmakta fayda var. Her şeyden önce iki olay arasındaki en önemli farka işaret edelim:

Haider olayında hiç kimse kalkıp da Özgürlük Partisi'nin kapatılmasından, liderinin tutuklanmasından söz etmemişti. AB'nin Avusturya'ya söylediği özetle şuydu: "Elbette kendi iktidarını kendin seçersin. Ama benim de senin seçtiğini içime sindirmeme ve seninle ilişkimi askıya alma hakkım vardır." Tıpkı şimdi, kapatma davası üzerine söylediği gibi... Unutmayalım ki, söz konusu platform, yani Avrupa Birliği gönüllü bir platformdur. Bir klüptür ve kulübün belli standartları vardır.

Bu tıpkı, mahalle komşularımızla ilişkimize benzer. Hiçbir mahalle sakini, sevmediği bir adamın o mahallede oturmasına itiraz edemez. Ya da onun evinde neler olup bittiğine burnunu sokamaz. Ama yine hiçbir mahalle sakini de komşularının hepsini sevmek, hepsiyle görüşmek, ahbaplık etmek zorunda değildir. Kimi komşular pek sevilmeyebilir ve "havayı bozdukları" için kabul günlerine çağırılmayabilir.

Avrupa Birliği'nin Avusturya'ya yaptığı, sevilmeyen, kafa dengi olmayan komşuyla ilişki kurmamaya benzetilebilir ancak ve ilkesel olarak bakıldığında itiraz edecek bir şey yoktur. Bu yüzden de yargı yoluyla hükümet devirmeye çalışmaya hiç benzemez. Avrupa Birliği bu tutumuyla, bir yandan sıkı komşuluk edeceği kimseleri seçme hakkını kullanırken, bir yandan da Avrupalı seçmene bir mesaj yollamaktaydı. Bu mesajı okuyan Avrupalı anlıyordu ki, bundan böyle tek tek ülkelerdeki seçmenlerin kime oy vereceklerine karar verirken, dünya kamuoyunu da dikkate almaları gerekiyor. Tabii eğer, ülkelerinin uygar dünyadan kopup yalnız kalmasını istemiyorlarsa...

Özetle, Haider olayında Avrupa Birliği, ilkesel olarak hakkı olan bir tutum almıştı. Ama acaba siyaseten akılcı mıydı yaptığı? O çok korktuğu faşizmle mücadelede doğru bir siyasi tutum muydu? Kendi içindeki farklılığı kucaklamak anlayışına uyuyor muydu? Bu sorulara bundan yedi yıl önce de "hayır" cevabı vermiştim, yedi yıl sonra bugün de yine "hayır" diyorum. Avrupa'nın, Haider'in Özgürlük Partisi'ni dışlaması, ilişki kurmayı reddedip yok saymayı seçmesi ne o partiye oy veren yüzde 27'lik seçmen kitlesini ortadan kaldırdı; ne de Avusturya'da ya da Avrupa'nın diğer ülkelerindeki ırkçı siyasi hareketlere güç veren yabancı düşmanlığını azalttı.

Tecrit siyaseti gütmek yerine, ırkçı partilerin de sistem içine alınarak reel politika içinde "ehlileşmesine", aşırılıklarını törpülemesine ve yumuşamasına fırsat verilmesi daha akılcı bir politika olabilirdi ve belki yangınları azaltabilirdi. Kısacası, Avusturya örneği hiçbir şekilde bizim yasakçıların işine yaramaz. Ancak, demokrasiyi benimseyenler arasında, "özgürlüklerin sınırları" konusunda yürütülecek bir tartışma için verimli bir örnek olabilirdi ama ne yazık ki o da - bütün ısrarlarıma rağmenbir türlü yapılamadı.
Gülay Göktürk

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...