Çarşamba, 26 Haziran 2013 11:30

'İslam kendi içinde çatışacak', öyle mi!

'İslam kendi içinde çatışacak' sözü gerçek mi oluyor?

'İslam'ın kanlı sınırları' projelerinden buralara mı geldik?

Çok acı ve ürkütücü bir tez bu.

Tam da, 'bölgenin direnci harekete geçti' derken, '20. Yüzyıl'ın sömürge ve baskı dönemi bitti' derken, 'Bir asırlık durgunluk dönemi sona erdi' derken, 'Tarihi bugüne çağırıyoruz, su kendi yolunu buluyor, güç Doğu'ya kayıyor, ekonomik ve siyasi güç haritası bizim lehimize şekil değiştiriyor' derken bunları mı tartışacaktık.

Hiçbir zaman düşünmek istemediğimiz, ama çevremizde olup bitenlerin bizi düşünmeye zorladığı şeyler bunlar.

Etnik ayrışma ve çatışma tezlerinden sonra mezhep ayrışmaları mı başlatılıyor?

Bu yeni tür kimlik savaşları, bir yüzyıl daha alır mı?

Bağdat'ta olduğu gibi; şehirlerimiz, caddelerimiz, sokaklarımız yüksek duvarlarla bölünür mü? Aileler parçalanır, bin yıllık birliktelikler sona erer mi?

Aslında bu korku hep vardı. Yer yer öne çıkıyor, tartışmalara konu oluyor, patlamak üzere olan stres bir şekilde boşa çıkarılıyordu.

Bugüne kadar Pakistan'da, Afganistan'da varolan mezhep eksenli çatışmalar yereldi, dar bir bölgeye özeldi. Ancak Irak işgali ve iç savaşı bu yeni tür tehdidin boyutlarını ilk kez ortaya çıkardı.

O zaman; 'Ne İran kadar Şii, ne Suudi Arabistan kadar Sünni'yiz' sloganı, söz konusu tehdidin Irak dışına taşmasını, bölgeye yayılmasını engelledi.

Bu, büyülü bir slogandı, son derece tutarlı bir duruştu. Artık bu söyleme öfke ile bakanlar çoğunluk oldu.

Mezhep çatışmaları, mezhep/kimlik üzerinden güç mücadelesi yerel olmaktan çıkıp hızla bölgeselleşiyor.

Önlem alınamazsa, bir süre sonra Pakistan'dan Lübnan'a kadar derin bir bölünme, yırtılma yaşanabilir. Bu ayrışmaya göre yeni bir bölge haritası oluşabilir.

Sünnilik ve Şiilik üzerinden, Alevilik ve Sünnilik üzerinden düşmanlık tezleri üretiliyor, cepheler oluşturuluyor artık. Ayrışma zihinlere ve kalplere yerleşiyor ve hızla kendi çatışma ortamını şekillendiriyor.

Zamanla, bu duyarlılık çağrıları bile sert bir reaksiyonla karşılanacak, göreceksiniz. 'Yapmayın, bu yeni bir ayrışma bölgenin yıllarını alacak' uyarılarının anlamı kalmayacak.

Etnik kimlik ve mezhep kimliği çatışma nedeni değil. Sadece başka tür çatışmalara ideolojik kılıf olarak kullanılıyor. Osmanlı-İran savaşlarında da bu böyleydi. Onlarca yıl devam eden etnik çatışmalarda da bu böyleydi.

Şimdi yeni tür güç oluşumlarına sahne oluyor dünya. Bu güç oluşumunun en şiddetli çatışmaları yine bizim bölgemizde yaşanıyor. Dolayısıyla, mücadelenin tarafları için, çatışmayı besleyecek mezhep kimliğinden daha elverişli kamuflaj olabilir mi? Bunu keşfettiler şimdi. Ya da sırası geldi ve servis ediyorlar.

Şöyle bir haritaya bakın: Lübnan, Suriye, Irak, Bahreyn, Yemen, hatta Mısır'da, son dönemdeki bazı işaretlere göre Türkiye'de böyle bir ayrışmanın ayak sesleri duyulur oldu. Bu ülkelerden bazılarında sorun iç savaş halini aldı. Öyleyse durup kendimize, yapıp ettiklerimize bir bakmamız lazım.

Bu sürecin sonrası ne olacak, nerelere kadar gidebilir, sorgulamamız lazım. Türkiye kamuoyunun, son gelişmeler dolayısıyla neden Almanya'yı hedef aldığını iyi anlamamız lazım.

Geriye dönüp bakıyorum da; 4 Aralık 2003'te, aslında bugünlere ışık tutan 'İslam'ın kanlı sınırları'ndan 'İslam içi savaş' projesine' başlığı ile aynı endişeleri paylaşmışım.

Belli ki, o zaman da korkularımız aynıydı. Korkularımız kadar zayıflıklarımızı da biliyorduk. Bize yönelen bütün tezlerin zayıflıklarımız üzerine şekillendirildiğini biliyorduk.

Dokuz yıl önce ifade ettiğimiz endişeler bugün ne kadar tanıdık geliyor:

'İslam'ın kanlı sınırları'na dikkat çekerek 'medeniyetler çatışması'na yatırım yapanlar, şimdi de 'Müslümanların kendi içinde hesaplaşması gerektiği' tezini ısrarla gündemde tutuyor. 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında Hanry Kissinger ve ekolünden gelenlerin öne sürdüğü bu tez; Müslümanların Osmanlı siyasi iktidarından sonraki uzun uykudan uyanmasıyla, Soğuk Savaş sonrasının küresel denkleminde etkin konuma gelmeye aday olmasıyla yakından ilgili.

Coğrafyadaki yerel dinamiklerin yeniden keşfedildiği, Fas'tan Endonezya'ya kadar uzanan orta kuşak üzerinde yaşayanların ortak bir dil geliştirmeye çalıştığı, ortak kanaatler etrafında toplandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.

İşte bu dönemde etnik, din ve mezhep çatışmaların körüklendiğini, Müslüman kitlelerin özgürlük taleplerinin kontrol altına alındığını, bazı Müslüman toplumların yıllardır süren haklı bağımsızlık mücadelesinin terör ithamıyla mahkum edildiğini görüyoruz.

Tam bu sırada 'Müslüman-Müslüman ideolojik ve güvenlik iç savaşının zorunluluğu' konusunda bütün dünyada etkin bir kamuoyu çalışması yürütülmeye başlandı.

Şimdi, 'acaba' diyorum, 'bu tezler gerçek mi oluyor?' Onlarca yıl etnik çatışmalara boğulan coğrafya, yine onlarca yıl mezhep savaşlarıyla mı meşgul olacak?

Bugün çevremize bakınca böyle bir gelecek haritası görüyorum. Umarım bu harita yanlıştır, umarım mezhep kimliği üzerinden bölgesel hesaplar yapanların hesapları tutmaz.

Son Düzenlenme Çarşamba, 26 Haziran 2013 15:11
İbrahim Karagül

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Alevi Açılımı Alabora Oldular »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...