Çarşamba, 19 Mart 2014 17:09

BÜYÜK MEDENİYET YOLUNDA

Büyük medeniyet tasavvuru için gerçekten geçmişte yaşamak yerine bugün ve gelecek için kalıcı, sürdürülebilir izler bırakmak ve tarihin akışı içinde otokontrol olmadan başkalarının kumandasında seyir halinde olmamak için tarih, kültür ve medeniyet bilincimizi diri tutmamız gerekiyor. Toplumda gerçek manada özgüven oluşturmak için geçmişte oyalanmak ve öykünmek yerine küresel çağda var olarak, varlık göstererek ve tarihin akışına müdahil olarak hareket kabiliyeti geliştirmek bu coğrafyanın ana mihverini oluşturmalıdır. 
Zira dinamizmini yitiren medeniyetler durgunluk içerisine girerler, bir süre sonra da hayatiyetlerini yitirerek tarih dışına itilirler ve anakronik hale gelirler. Medeniyet mirasını canlı ve yaşanabilir kılmak için o medeniyetin dayandığı temel ilkelerin de diri ve tutarlı olması gerekir. Avrupa Medeniyeti artık “ideal” olmaktan çıkarak, kendi toplumları içinde bile sorgulanır hale geldi. Zira toplumda insan olmanın temel değeri olarak kabul edilen din olgusunun bir kenara itilerek toplumları bir taraftan maddi refaha ve bolluğa ulaştırma vaatleri verirken, bir taraftan da manevi boşluk içinde bırakan bir dünyevileşmeyle karşı karşıya kalındı. Bu dış dünya fenomeni kışkırtıcı bir şekilde, içsel ve aşkın olanı görmezden gelerek “ yeryüzü cenneti” oluşturmanın insanı tatmin ve mutlu edecek nihai nokta olduğunu farz etti.

Dinlerin medeniyetlerin oluşum ve gelişimi aşamasında etkin rolü görmezden gelinemez. Huntington’a göre medeniyet, temelde dine ve tarihsel sürece dayanır ve bir mekân- zaman konumuna sahiptir. İbn-i Haldun’dan bu güne din- medeniyetin doğrudan ilişkisi yerinde bir tespit olarak önemini korumaktadır.

Ak Parti’nin “Büyük Medeniyet Yolunda” başlıklı seçim manifestosu, medeniyet, insan, şehir, yönetim anlayışının yeniden yorumlanarak hayat bulması noktasında oldukça önemli, dikkat çekici ve şimdiye kadar Cumhuriyet tarihinde hiç ağza alınmamış ve Batı uygarlığı karşısında cesaret dahi edilememiş öze dönüş noktasında “Büyük Medeniyeti” tarif ediyor. Tayyip Erdoğan, küresel hegemonyanın defalarca denediği dayatmalara, özellikle küresel 17 Aralık operasyonundaki “fazla oluyorsunuz” mesajı oldukça net olmasına rağmen geri adım atmamıştır. Herkes yerel seçimlerdeki beyannameyle, bir yönüyle aslında küresel güç odaklarına duruşunu daha da dikleştiren ve oyunun kurallarını yazma inisiyatifinin sadece bu küresel gücün ellerinde olmadığının kriptolarını bütün dünyaya ilan eden bir liderle karşı karşıya kaldı. Konuşmalarında kadim medeniyetimizin yeniden ayağa kaldırılması gerektiğine vurgu yapan ve bu yolda insandan başlayıp, şehre, çevreye kadar yansıyan bir büyük medeniyet felsefesiyle hareket etmenin gelecek için ne kadar hayati bir öneme haiz olduğunu sıklıkla vurgulayan Başbakanın bu konuda kararlılığını sürdürmesini umut ediyoruz.

Son yüzyılda teknoloji ve endüstrinin göz kamaştırıcı başarıları bakışları, insan olma ve ulvi gayenin ne olduğu gerçekliğinden uzaklaştırıp, artık dünyayı ve insanı bilmenin değil, sadece ve tamamıyla seküler hale gelmiş bir insanlığın amaçları için dünyayı dönüştürmenin önemli olduğu bir düzleme dönüştürmüştür. “Baştan çıkarıcı bolluk” diye isimlendirilebilecek bu seküler doktrinler “Tanrı öldü, her şey mubah” yaklaşımıyla hedonist bir felsefeye sürüklenerek insanoğlunun bu dünyadaki varlığını yüceltirken ruhsal boyutunu küçümsemişlerdir. Bütün arzu ve heveslerin giderilebildiği bir toplum, aynı zamanda hiçbir ahlaki değerlendirme kriterinin de olmadığı bir toplum meydana getirir.

Müslüman coğrafyada iki büyük hata kadim medeniyet mirasımızın savrulmasına ve tarih sahnesinden çıkmasına neden olmuştur. Ya bilim ve teknoloji kutsalın yerine konarak din sürgüne gönderilmiştir, ya da dinin asli fonksiyonları görmezden gelinerek din bir ihtiyaç ve katalizör olduğu olgusu yerine kült haline getirilerek bilim ve teknoloji saha dışına itilmiştir. Bu yaklaşımda kesinlikle Batının kiliseye yaklaşımındaki temel argüman İslam dünyasına sirayet etmiştir. Çünkü İslam Medeniyeti Hz. Peygamberin topluma rehberliğinden itibaren bilime önem vermiş ve bilimi dinin dışında görmemiştir. Endülüs İslam Medeniyetinin günümüze kadar yansımaları süren ve Batı’nın fen ve teknolojide nirengi noktasını oluşturduğu muhteşem dönemi yok saymak mümkün müdür? Avrupa’da okur- yazarlık sadece kilisenin sayılı adamlarının tekelinde iken o dönem Endülüs’te yaşayan nüfusun hemen hemen tamamının okuma yazma bildiği bir ortamda bu parlak kültürün çekiciliğinden etkilenen Hıristiyan Avrupa’dan çok sayıda insan Kurtuba, Toledo ve Sevilya’daki İslam Üniversiteleri’nin derslerine katılmak üzere akın ediyordu. Burada bahsettiğimiz İslam Medeniyeti fenomeni ile ilgili olan muazzam sayıdaki verilerden sadece biridir. Böylesine tarihi gerçekler varken İslam’ın fanatizm, cehalet ve zulüm dini olarak yaygın olan efsanesi sürekli olarak gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Metodolojik bir şekilde uygulanan bu yaklaşım İslam Dünyası da dâhil toplumları etkisi altına almıştır. Jack Goody’nin tabiriyle Batı, “tarih hırsızlığı” yaparak olayları ve olguları kendi istediği tarzda dünyaya enforme etmiştir. Olumlu ya da olumsuz, doğru ya da yanlış yönleriyle de olsa bilginin hızlı bir şekilde yayıldığı dijital bir çağda eski metotlar, araştıran ve sorgulayan bir insanlık karşısında pek de eskisi gibi etki oluşturmuyor. Ancak “dine karşı din” projesi hâlâ revaçta ve güncelliğini yitirmiş değil. Bu projeyi Batı emperyalizminin ne derece etkin ve planlı olarak hayata geçirmeye çalıştığını ve “Protestan İslam’ı” şeklinde paralel bir din oluşturma çabalarını bugünlerde görmek mümkün. İnanç kriterlerinin yerle bir olduğu, doğru ve yanlış ya da “hayır” ve “şer” kavramlarının yerine “yasal” ve “yasadışı” kavramlarının tahsis edildiği bu yeni durumu “prosedürel ahlak” olarak tanımlamak mümkün.

Demokrasilerin tek başına, sosyal varlık olan insanın sıkıntılarına ve yaşamın tanımına dair bir çare üretemediği gerçeğinden hareketle en temel çözümü medeniyet anlayışından kaynaklanan kültür ve felsefenin getireceği bir vakıadır. Belki de emperyal anlayışlar bunu fark ederek İslam’ın içinden Hıristiyanlığa yakın farklı bir İslam anlayışını, tüm dünyaya yayılması için siyasi ve ekonomik açıdan korumaya aldılar. Çünkü Kuzey’in Güney’e hâkimiyetinin bekasının ancak bu yolla olacağını Batı hegemonyası çoktan fark etmiş durumda. Bu perspektifle meseleyi ele alacak olursak; bütün insanlığın, insanlık değerlerini koruyacak bir medeniyet anlayışının kaldığı yerden yeniden inşasına acilen ihtiyaç vardır. Dünyanın büyük bir bölümünde hayatta kalma mücadelesi veren toplumlar, Batı’nın bolluk felsefesinin yoksul ülkelerin elitlerinin gözetildiği bir enstrümana dönüştüğünün farkına varmışlardır. Tayyip Erdoğan’ın vurguladığı gibi mesele, yollar, köprüler, havaalanları yapmak değil; bütün insanlığa, mazlum ve ezilen halklara sahip çıkma noktasında kalıcı ve sürdürülebilir bir medeniyet anlayışını kavrayabilmek, bunun bir ütopya olmadığını ve hayata geçirilebileceğine inanmaktır.

Yoksul bir savaşçı, kendisine mükemmel bir zırh almak istemiş ama bunu alacak parası yokmuş. Bu nedenle günlük yiyeceğinden kısarak kendisine bu zırhı alacak parayı biriktirmeye başlamış ve sonunda zırhına kavuşmuş. Bu sırada bir savaş çıkmış ve bu savaşa katılmış, ama vücudu yıllar süren yarı açlık durumundan zayıf düştüğü için yeni zırhın ağırlığına dayanamamış ve düşmanları tarafından öldürülmüş. İşte tıpkı bu savaşçı metaforunda olduğu gibi temel değerlerimizden fedakârlık gibi görünen aslında tarih sahnesinden yok oluşumuzun işaretlerini taşıyan tavizkar tutumumuz, toplumsal ecelimizi kaçınılmaz kılacaktır. Batı uygarlığı karşısında alternatif ve özgün şeyleri tekrar nasıl meydana getiririz, uyanık ve canlı bir toplumsal zihin yapısı nasıl oluştururuz, zihinsel durağanlıktan kurtulup, medeniyet inşa eden ve sahip olduğu medeniyet mirasını yaşatan bir toplum nasıl olunabilir sorusunu galiba uzun uzadıya tartışmamız gerekiyor.

Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...