Salı, 15 Temmuz 2008 04:16

ERGENEKON ÜZERİNE

 ERGENEKON ÜZERİNE

Bilindiği gibi güç, mevcut kuvvetlerin kullanılması ile elde edilen verimliliktir. Dünya üzerindeki kaynakların sınırlı, buna karşılık gereksinimlerin sınırsız olduğu düşünüldüğünde, güç kullanımı her zaman gerekebilecektir. Uluslar arası ilişkilerde güç, maalesef çoğu kez hukuka baskın çıkmaktadır. Bu olgu;

1. Gelişen demokrasi, eşitlik, hukuk ve insan hakları anlayışları,

2. Gelişen küreselleşme uygulamaları,

3. Gelişen iletişim olanaklarına karşın maalesef geçerliliğini sürdürmektedir.

Daha da kötüsü sömürülecek, maddi kaynakları kullanılacak ülkelerde “Demokrasi ve İnsan Hakları götürme” bahanesi ile önce iç karışıklıklar çıkartılıp, mevcut yönetim rafa kaldırılıyor, devlet güçsüzleştirilip halk yıldırılıyor. İşgalciler de o ülkeye Afganistan ve Irak örneğinde olduğu gibi kurtarıcı gibi giriyor. Buradan da şu anlaşılıyor. Bir ülkede gücü ve ümitleri yok etmenin en güzel yolu kaos ortamı oluşturarak halkın, devletine ve idarecilerine olan güvenin kırmak..

Düşünün son olaylardan sonra toplum kime güvenecek? Bize diyen herkesin, kafası karışmış ülke insanına ulaşması için çok ciddi emek vermesi gerekmektedir. Ülkeler için en genel manada; Millî güç, “Bir devletin millî menfaatlerini sağlamak ve millî hedeflerine ulaşmak için kullanabileceği maddî ve manevî unsurların tümüdür.” şeklinde bir tanım yapabiliriz.

Millî güç, Gazi Mustafa Kemal’in de “Her türlü başarı sırrının, her tür kuvvet ve gücün gerçek kaynağının, milletin kendisi olduğuna inancımız tamdır.” sözünde de belirttiği gibi, Millet tarafından oluşturulur ve millete aittir. Millet dışında iç veya dış bir başka kaynak tarafından oluşturulan bir millî güçten ya da milletin tasarrufu dışında kullanılan bir güçten MİLLİ GÜÇ diye söz edilemez. Devlet, millî gücün geliştirilmesi için gerekli plânlamaları yapar ve önlemleri alır. Millet bu gücünü kullanırken tıpkı şahıslar gibi kendi şahs-ı manevisi ile Rabbine dayanır, tevekkülle çalışır, O’na güvenir yani gücünü imanından alır. Hele de bahis konusu Yüce Milletimiz ise bu kesinlikle böyledir. İşte bu tavrın, sabrın, tahammül ve şükrün sonucu olarak Çanakkale’de direnilebilmiş, Sakarya’dan dönülmüştür.

Millî güç unsurları, bir büyük sistemin ayrılmaz parçalarıdır. Unsurlardan herhangi birisinde oluşabilecek bir yetersizlik, “zincirin en zayıf halkası” kuralı uyarınca, toplam millî gücü zayıflatır. Toplam millî güçten azamî yarar sağlanabilmesi için güç unsurları arasındaki denge her zaman korunmalıdır. Örneğin, ekonomik kalkınma adına, askerî güce daha az malî kaynak ayrılması yönündeki popülist yaklaşımlar, ilmî bir incelemeye dayanmıyorsa, büyük bir risk taşıyor demektir. Ancak şu da unutulmamalıdır. “Cephenin her yerinde güçlü olmaya çalışan Komutan, cephenin her yerinde güçsüzdür. İyi bir değerlendirme ve analizle Millet ve Milli Devlet gerektiğinde sıklet merkezi de (Öncelik, güç yoğunluğu) oluşturmalıdır.

Millî güç unsurları ise; politik, ekonomik, askerî, coğrafî, demografik, psikososyal ve kültürel, bilimsel ve teknolojik güç olmak üzere yedi grupta toplanması genel kabul görmektedir.  Burada konumuz gereği yalnızca Askerî Güçten söz edeceğim. Askerî gücün aslî görevi, ülkeyi iç ve dış tehdide karşı korumak ve kollamak, bu maksatla barışta ve gerginlikte düşmanı -ki bu bir devlet olabileceği gibi bir terör örgütü de olabilir- caydırmak, savaşta ise düşmanın harbe devam azim ve iradesini kırmaktır.

Barışı korumanın en etkin yolu kuvvetli bir askerî güç oluşturmaktan geçmektedir.

Bir ülkenin millî hedefleri ve topyekûn imkân ve kabiliyeti, stratejik veya taktik düzeyde bir askerî gücün gerekliliğini dikte ettirir. Küresel egemenliği hedefleyen devletler stratejik bir askerî güce gereksinim duyarken, bölgesel egemenliği amaçlayan devletler taktik düzeydeki bir askerî güç ile yetinirler. Stratejik ve taktik askerî güçler, birbirlerinden kuvvetlerin büyüklüğü, menzil ve tahrip gücü yönünden ayrılırlar. Örneğin stratejik askerî güçler; uçak gemisi, uzay sistemleri, uzun menzilli balistik füzeler ve füze savunma sistemleri, uzun menzilli modern tanklar, büyük tonajlı harp gemileri, nükleer denizaltılar ve kıt’alar arası operasyon timlerine ihtiyaç duyarken taktik çaptaki askerî güçler bu zorunluluğu hissetmezler.

Terörizm konusundaki son gelişmeler, düzenli orduların terörle mücadelesinde, literatüre “asimetrik savaş” olarak giren ayrı bir mücadele tipini gündeme getirmiştir. Plânlama, uygulama, kullanılan yöntem ve silâhlar açısından klâsik savaştan ayrılan bu mücadele tipi, askerî gücün farklı bir yapılanma ve özellikle eğitimini gerekli kılmaktadır. Ordumuz, çıkacak terör gurupları ile psikolojik ve fiili mücadele edebilecek düzeyde olması gerektiği gibi, hasım ülkelerin içindeki terör faaliyetlerini de yönlendirebilmeli, kanalize edebilmelidir. Bu da etkin bir mücadele yöntemidir. Bu kapsamda, PKK terörünün arkasındaki güç merkezleri ve ilişkilerini hatırlarsanız konu daha da net anlaşılacaktır.

Askerî gücün değerlendirilmesinde; ana silâh sistemleri yanında, toplam personel miktarı, eğitim düzeyi, gece harekât kabiliyeti, beka (hayatta kalma) kabiliyeti, kitle imha silâhları, dışa bağımlılık, ulusal savunma sanayi ve seferberlik sistemi gibi kıstaslar irdelenmektedir.

Ülkemizde tartışma konusu haline getirilen bir sorunda askeri gücün kullanımı ile ilgilidir. Birileri bu konuda ikna olamamaktadır. Ülkedeki tüm güçler TBMM’nin ve içinden çıkan hükümetin emrindedir. Muharebenin başkomutanı “Cumhurbaşkanı”dır ki bu zatı da TBMM seçmektedir. 21’inci yüzyılda bu konuyu tartışmaya açmak çağdışılık ve Yüce Türk Milletini küçümsemekten başka bir şey değildir.

Diğer bir hususta şu dur. Ordular, bir milletin değerlerinin yasal militanı ve fedaisidirler. Milletin değerlerini savunmakla mes’uldurlar. Dolayısı ile Milletinin değerleri ile çatışan bir ordu, hele de bizim gibi bir muvazzaflık sistemine sahipse, barış zamanı her türlü Psikolojik Harekâtı kaybeder, Muharebede de muvaffak olamaz. Askeri cepheye hangi dünyevi değerle sürebilir, düşmana taarruz ettirebilirsiniz? Şehidlik ve gazilik gibi kutsi değerlere sahip değilseniz ordularınızı ne ile ayakta tutabilir, muharebe sahasına yönlendirebilirsiniz ki? Hele de Muharebe meydanına kefen giyip çıkan Sultan Alparslan gibi dedeleriniz varsa!

Şu unutulmamalıdır. Tekrar ifade etmek gerekirse; Milli Gücün temeli, Milletin imanıdır. Gücü kullanmak hür düşünmekten ve gerçek hürriyetten geçer ki, Allah’ın huzurunda O’na karşı kullaşabilmiş fertler hürdürler. İstikbal beklentisini Hakk’a dayamış, rızk endişesinin kölesi olmamış, kullardan emir almayan, Allah’tan başka hüküm ve emir sahibi tanımayan, çalışmayı ibadet sayan, hayatın kendisini ubudiyet deyip kucaklayan, cephede “ölürsem şehid, kalırsam gazi olurum.” diyen çalışkan adamlardan müteşekkil toplumlarda fertler, dün Çanakkale mucizesini nasıl gerçekleştirdiyse, ekonomide de önleri açılırsa bu gün “Japon Mucizesini” gerçekleştirirler.

Tabi İmanın inkişafı ile aşağıda Bediuzzaman’ın ifade ettiği hastalıkları da yine O’nun mübarek reçeteleri ile hallettiğimizde İlahi müjde bizimle, necib ve Büyük Türk Milleti ile inşaallah tezahür edecektir. İSTİKBALDE KUR'AN HÜKMEDECEK!... Bediüzzaman Hazretleri diyor: «Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkide is­tikbale uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

Birincisi: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde ha­yat bulup dirilmesi.

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i si­yasiyede ölmesi.

Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.

Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine him­meti hasretmek.

Bu hastalıkları halleden bir cemiyetin, milletin yürümek ne kelime uçacağına siz de kâni değilmisiniz? En büyük Milli Güçlere ulaşmanın da çözümü kanımca bu toplumsal hastalıkları yenmekten geçmektedir. Hastalıklı bedenlerde güç olmayacağı gibi yukarıda tespit edilmiş hastalıkları yenemeyen toplumlarda güce asla ulaşamazlar.

Bu Milli güç izahından sonra, Milli gücü kullanacak olan kuruma geçelim. Devlet, Milletlerin ve toplulukların bir arada yaşama azim ve kararlılığı ile oluşturduğu en büyük organizasyondur. Bu organizasyonla; yasama, yürütme ve yargı güçlerini, bunların bir biri ile münasebetlerini belirledikten sonra, gelirin paylaşımı, sosyal yapı, eğitim öncelikleri, Milli Hedefler, uluslararası ilişkilerdeki önceliklerin ortaya konması, anlaşmalar ve güvenlik sistemlerinin oluşturulması gibi birçok kalıcılığa matuf hususun nasıl ve hangi esaslarla yürütüleceği de belirlenir.

Dünyanın tüm devletlerinde işleri seçilmiş meclis, O’nun içinden çıkan ve yetkilendirdiği hükümetler yani yürütme erki takip eder. Yargı ve yasama kurumları dışındaki tüm kurumlar yürütmenin yani hükümetlerin emrindedir. Milletin şahsında O’nun seçtiği meclis hariç hükümet hiçbir kuruma (suç işlemediği sürece buna yargı da dâhil) hesap vermez. Sadece emir verir, verdiği emirlerin uygun icra edilip edilmediğini de denetler. Gelişmiş demokrasilerde böyle. Bizde ise sözüm ona aydın, ilerici, demokrat geçinen faşist ve diktatörlük çığırtkanı birilerinin düğmesine zaman zaman hâkim unsurlar basıyor. Onlarda demokrasiye balans ayarı çekmeye kalkıyor.

Türkiye’de maalesef İttihad ve Terakki’den bu yana askerlerin sanki demokrasinin üzerinde tahakkümü varmış gibi bir hava estirilmiştir. En son CIA arşivleri de açıldığında maalesef şu görülmüştür. Demokrasi ve çağdaşlık havarisi kesilmiş, organizasyonlarının adında bir de cumhuriyet ve halk olan birileri halkın yerine “Darbeler Geleneği” oluşturmaya çalışanlarla kol kola girmeyi tercih etmiş, onlarla işbirliği yapmış ve Milletimize cephe almışlardır. Burada ayıplanması gereken gerçek kişiler demokrasiyi bilmeyen, tanımayan darbeciler değil onlara göz kırpan, çanak tutan, davetiye çıkartan sivillerdir, halkın oyları ile seçilip sonrada halka arkasını dönen siyasilerdir. Bana göre bu adamları da darbeciler atamıştır, atanan adamların arasından halkımız bunları seçmek zorunda kalmıştır herhalde.

Şu hata artık yapılmamalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri darbeci değildir. Onun kurumsal kimliği nezihtir ve Peygamber ocağıdır. Muhammedciktir. Evlad-ı Resul ocağıdır. Hacı Bektaş’ların, Hoca Ahmed Yesevi’lerin duası ile kurulmuştur Anadolu’da Türk Ordusu… Hatırlayınız Mehterin Duasını… Yine bu ordudur milletin temelleri üzerinde Milletimize devletler kuran ordu.

Birileri çıkmıştır, “Türk Ordusu Peygamber Ocağı değil!” demiştir. Peki TSK. ve O’nun şahsında Türk Milletini tahkir ve aşağılamaktan bu adamları mahkemeye veren, şikâyetçi olan birileri var mıdır? Hayır! Öyleyse ülkemizde temel sorun “CUMHURİYET FAZİLETTİR.” diyerek cumhuriyeti kuranlardan sonra bizlerin cumhuriyetin fazilet ve ferasetini koruyamadığımızla ilgilidir. En son bir emekli General İstiklal marşı şairini ve Atatürk’ün tavsiye ve ricası ile yazılan İstiklal Marşımızı tenkit etti. Hani savcılığa konu ile ilgili müracaat eden bir avukatımız mı var?

Ayrıca her kurumda iyiler olduğu kadar kötülerde vardır. İsmet Paşa’nın bir sözü vardır. “Bir ülkede iyiler çok olduğu sürece o ülke yıkılmaz.” Doğrudur. Dolayısı ile hiç kimse bir kurumu tek başına temsil etmez. TSK. Milletinin gönlünde dimdik ayaktadır, sokulmaya çalıştığı mecralardan da bizzat kendi mensuplarının feraseti ile çıkmıştır.

28 Şubat süreci, Türkiye’nin en uzun, en kötü darbesidir. Ama bu bizzat TSK’ne ve Milli Görüş iktidarına karşı yapılmıştır. Düşünün! En çok yarayı o süreçte bizzat Silahlı Kuvvetler almadı mı? En büyük tasfiye bu güzide kurumda yaşanmadı mı?

1990’lı yılların başında bir Tabur Komutanı, Taburundan bir bölüğü güney doğu Anadolu bölgesine gönderiyordu. Taburunu topladı, içtima ettirdi. Tekmil aldı. Güneydoğuya gidecek bölük tam teçhizatlıydı. Kur’an okundu. Ardından selametle gidip dönsünler diye kurban kesildi. Sonra Bölük Komutanını karşısına çağırdı Yarbay ve dedi ki; “- Yüzbaşım, Türk Milletinin bağımsızlığının iki sembolü vardır. Bunlardan birincisi bayrağımız, al bu bayrağı, gittiğin her yerde dalgalandır. İkincisi ezandır. Ezanı temsilen sana bir kur’an hediye ediyorum, bir de Taburun diğer bölüğünde varmış; İmam… Senin bölüğüne verdim. Gittiğin her yerde ezan okut.” İşte o yarbay atılmaktan emekli olarak kurtuldu, o bölüğe yeni atanmış teğmenlerden biri ise yüzbaşı iken ordudan ilişiği kesildi.

Şu anda da maalesef “Ergenekon” vb. operasyonlarla yine bu kurum yara almaktadır. Neden? Askerler, genel manada saf ve ard niyetsiz insanlardır. İçlerindeki Vatan Sevgisi, Millet Sevgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri maalesef ard niyetli birilerince istisnalar hariç istismar edilmiştir. Üzerine bir de Milletimizin Ordusuna duyduğu sonsuz güven ve teveccühü düşünün… Dikkat edin, hiç siz piyasayı dolandıran sahte bekçi, öğretmen, hâkim vb. duyuyor musunuz? Çoğunlukla sahte subaydır, astsubaydır değil mi? Neden? Çünkü vatandaş öncelikle inanır, sonra kimliğini doğrulayabileceği makamları bilemez. Hain, işbirlikçi, satılmış ajan ve provokatörlerin arayıp ta bulamadığı zemin de bu dur. Tabii 28 Şubatın şahinleri de maalesef bu tarz organizasyonlara çanak tutmuş ve yönlendirmişlerdir. Bana göre Ergenekon’un arkasında ve derininde kesinlikle yasadışı bir kuruluş olan “BÇG: Batı Çalışma Grubu” vardır. Kurucularının bir kısmı yâda tamamı bu organizasyonların kurucusudur ve ya emir vericisidir.

Peki, Onların arkasında kim var? Uluslar arası sermaye ile işbirliği yapmış, Milliliği reddeden ve maalesef ecdadın ticareti onlara bırakıp askere ve devlet hizmetine almadığı, gayri Müslimler ve dönmelerden oluşan, tabii bunlara ilave bizim masonlarımız da var sermayeyi elinde tutan gurup…

28 Şubatın lokomotiflerinden Çevik Bir masonlarla ilgili olarak bakın ne diyor; “O kadar güzel örgütlenmiş, zamanında hangi konuyu seçeceğini bilen ve pozitif enerji veren bir sivil toplum örgütü ile beraber olmaktan mutluluk duyuyorum."

Ne olursa olsun Milletimiz bu badireleri de atlatma sürecine girmiştir. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın istihbarat servislerinin yoğun bir mücadelesi vardır ülkemizde. Maalesef bu tip konularda yeterince bilgilendirilmemiş Türk Çocuğu kime taşeron olduğunu anlayamadan bir sele kapılabilmektedir. Tabi bölgemizdeki bu soğuk savaşın yoğunluğu artarak devam edecektir. Onun için sürekli uyanık kalınmak zorundadır.

Ayrıca; yapılanmaların içindeki insanların büyük çoğunluğu da psikolojik desteğe, rehber danışman takibine muhtaç insanlardır. Bu yapılanmalarla da sürekli gündem oluşturmak, daha da kötüsü Silahlı Kuvvetlerle gündeme taşımak yine o güzide ocağı millet nezdinde rencide eder. Buna fırsat verilmemelidir. Burada özellikle basınımız çok dikkatli davranmalıdır.

Tabii bu adamlar Silahlı Kuvvetlerimizin üniformasının birer parçası olan bere, sembol vb. şeyleri de kullanmaktadırlar. Silahlı Kuvvetler de adli merciler aracılığı ile girişimde bulunup özellikle bu tarz adamların üniformayı andıran giysileri giymesine engel olmalıdır.

28 Şubat sürecinin darbecileri öncelikle basın ve Yüksek yargı olmuştur maalesef. Onlar duruşları ile tanklara davetiye çıkartmışlardır. Şu anda da oynanmak istenen gerçek oyun bu dur. Bakıyoruz malum basın aynı teraneyi tekrarlıyor. Düşünün normal şartlarda şahıslar yargılansa beraat edecekleri söz ve fiillerinden dolayı, partileri kapatılacak, siyasetten kopartılacaklar. Böyle bir zulüm inanın insanlık tarihinde dünyanın hiçbir yerinde bir daha yaşanmaz, eminim.

Günümüzde zaman çok hızlı akıyor. Birileri ülkede sürekli gündem oluşturmaya çalışıyorlar. Meselenin özeti ve özü şudur. Tarihi süreci, çok özetlemek gerekirse, Abdulhamid Han’ın karşısına, Hürriyet ve meşrutiyet diye ittihatçıları çıkartan emperyalizm bu adamlar eliyle çok kısa sürede Devlet-i Aliye’nin yıkılmasını sağlamışlardır. Osmanlı Devleti güçsüz düşünce hasta adam kapsamında görülüp, Türk Milletinin ve İslam Âleminin ezeli düşmanı Haçlı Zihniyetli emperyalist Batı, dört koldan ecdadın topraklarına işgal ve taarruza geçmiştir.

Bu süreçte Balkan Savaşları öncesi kurtuluş reçetesi olarak, ilk “Osmanlıcılık” çözüm olarak öne sürülmüş, bu arada maalesef 2’nci Abdulhamid Han da azledilmiştir. Balkan Yenilgisi sonrası, Hilafet makamından da istifade ile “İslamcılık” diyebileceğimiz mefkûre oluşturulmaya çalışılmıştır. 1’inci Dünya Savaşında, Arap Çöllerinde ordumuz, İngilizlerle işbirliği yapmış Arap kabileleri ile de savaşınca, artık İstiklal Harbine girilirken düşünce dünyasında “Turancılık-Türkçülük” oluşmaya başlamış, bu düşüncelerle savaşa girilmiştir ki, Enver Paşa ve İttihatçıların gelişiminden de bu somut olarak görülecektir.

Tabii şimdi bu fikir akımlarını tartışmayacağım. Özetle şunu söyleyeceğim bu konuda. Bu fikirlerin yekünü, Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’den öğrendiği Nebevi Metod ve İlahi emrin Türk Milletini ilgilendiren bütününün sadece parçalarıdır. Bu parçalar topluma bütünün tamamı ve çözüm gibi sunulmuştur.

İstiklal Harbi aşamasında sadece iki gurup, İslamcılığı ağır basan Aydınlarla, Milliyetçiliği –Türkçüğü- ağır basan muhafazakâr aydınlar vardı. Bu iki gurup ilk mecliste çoğunluktaydı. İstiklal Harbini yapan kadroların arkasındaki itici motor ve lojistik güç bu iki guruptu. Halkta aynı durumda idi. Ayrıca bu iki gurupta İslamcı diyebileceğimiz M. Akif gibi insanlar Milliyetçi ve Turancı mülahazalara da karşı değillerdi. Turancılarda İslamı benimsemiş, ancak önceliği Türk Dünyasına vermiş aydınlardı. Kısaca aralarında çatışma alanları yoktu. Aralarına sızan batıcı ve mandacıların esamisi okunmuyordu. Çünkü onları, Erzurum ve Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile ve O’na destek vererek boğmuşlardı.

İstiklal harbi bitti. Önce ilk meclis ve ilk meclisteki İslamcılar tasfiye oldu. Daha sonra, 1931 yılında da Türk Ocakları kapatıldı. Milliyetçiler tasfiye oldu. Peki, bu insanları kim ya da kimler tasfiye etti? Bakın ilginç bir not düşeceğim. Hani bir İstiklal Harbi kahramanı vardır. “Deli Halit Paşa…-Halit Karsıalan-” 9 Şubat 1925’te hani TBMM’de ilk cinayete kurban giden, İstiklal Mahkemelerinde reislik yapan İnönü’cü Kel Ali Çetinkaya tarafından vurulan paşamız. Hani beş gün TBMM’de bir odada tedavi edilmeden tutulan, ifadesi bile alınmayan Halit Paşa… (Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet fikrini ilk kez açık telaffuz ettiğinde Halit Paşa da Köşk’te bulunanlar arasında idi. Ta asker ocağına yeni adım attıkları günden bu yana Halit Paşa'yı sever ve yeteneklerini de takdir ederdi. Trablusgarp’ta bile beraberdiler. Ama…?)

Olayın meydana geldiği gün, paşanın cebinden çıkanlar, daha sonra kardeşi Sami Bey’e bir tutanakla teslim edildi. Paşa’nın Berlin sefiri (elçisi) Kemalettin Sami Paşa’ya yazdığı mektup ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı. Paşa’nın Kemalettin Sami Paşa’ya yazdığı mektup gerçekten ibret verici idi: “…. Bir de çok garip insanlar peyda oldu. Mücadele senelerinde nerede olduklarını bilmediğim bu adamların dilinden, kurtuluş, mücadele, memleket lafları düşmüyor. Meclis hayatına da alışamadım. Malül gazilerin senin de bildiğin ana sütü kadar açık ve meşru hakları için bile bir sürü uğraşmak gerekiyor. Bu hal izzetinefsime dokunuyor. ..” Zarfın üzerinde 2 Şubat 1925 tarihi yazıyordu. Yani o meş’um olayın meydana gelmesinden bir hafta öncesi. 

İşte bu yeni kadro, yani çok garip peyda olan insanlar Batıcılar, Masonlar vb. idi. Cumhuriyetin bu sürecinde de masonlarca zehirlenerek önce sağlığı bozulan Atatürk’ün 1935’ten itibaren tasfiyesi başlamış, vefatı ile İnönü iktidara getirilmiş -ki Atatürk’le üç yıla yakın küstüler.- ve tasfiye tamamlanmıştır.

28 Şubat sürecine gelene kadar, geleneksel manada istiklal Harbini yapan kadroların çocukları olan bu İslamcı ve Milliyetçi guruplar hep işbirliği yaptı, Batıcı ve statükocu guruplara karşı. DP kurulurken Menderes’i desteklediler. Celal Bayar’ın sinsiliğine bakmaksızın. 12 Eylül öncesi MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerinde beraber oldular. Akabinde ANAP yapılanması içindeydi çoğunluğu. Tabii bu yapı ile aslında değerleri seyreltilmeye ve sulandırılmaya da başladı. 28 Şubat sürecinde Milliyetçi Unsurların artık yanında muhafazakâr ifadesi kalmamıştı. Sadece Milliyetçi kalmıştı. Bunun sonucu, MHP meclis dışında kaldı. Sözüm ona oluşturulan bu maneviyat boşluğunda iki temel kaynak olan dinimiz ve geleneklerimizden kopuk daha da kötüsü onlara küfreden yeni Milliyetçilikler türedi. Yani; istisnaları hariç olmak üzere “Ulusalcı Guruplar”

Bu kadar neden açtık konuyu? Genel bir bakış belirleyemezsek nerede duracağımız konusunda biz de endişeye düşeriz.

Bu arada, İslamcı tabir edilebilecek guruba ne oldu? Bu gurup içindeki “mücahitlerin çoğu, müteahhit oldu”. Sonra ABD’nin İslam âlemini dönüştürme programı adeta Anadolu’dan başladı…

Sözün özü, tüm muhafazakârlar emperyalizmin kıskacına girdi. 

Bu arada küçük bir talep olan “başörtüsü” bile Milletin değerlerini hiçe sayanlarca tehdit olarak sunuluyor. Ayrıca 12 Eylül öncesi İslami cemaatlerin hemen hemen tamamının oy verdiği Nurlu Süleyman (Demirel) Müslüman kadının hayâ ve iffetini temsil eden başörtüsüne ve örtülülere verilecek kısıtlı özgürlük için “-İçim kan ağlıyor.” dedi.

Geçmişte Sayın Erbakan' ın ve Hükümetinin suçu ne idi acaba? Ülkeyi Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “Tam bağımsız, Lider, Güçlü ve Büyük Türkiye” haline getirmeye çalışması mı? IMF denen tefeciden yüksek faizle para almaması mı? Pirinçlik’ten kalkan ve daha önce PKK’ya dağda mermi ve yiyecek yardımı yaparken yakalanan Amerikan uçak ve helikopterlerine Türk Subayı bindirerek onları kontrol etmesi mi? Şimdi 28 Şubatta batan paraların, kaybolan yılların, TSK.’nden yargılanmadan atılan personelinin hakkını kim soracak acaba? Ne zaman sorulacak?

Malum 28 Şubat sürecinde cami önlerinde eylemler yaptırılan sarıklı cübbeli nöbetçi şeriatçılar vardı. Fadimeler ve Onları iğfal edip tuvaletten polisi arayıp “-Yahu nerde kaldınız, üşüdüm tuvalette çıplak beklemekten.” diyen tarikat şeyhleri vardı. Muz tarikatları vardı. Kendi elleri ile katlettirip “dinciler yaptı.”, “bombalar İran’dan” vb. işledikleri cinayetlerin haberleri ile hem dindarlar, hem de bölgemizde 400 yıldır savaşmadığımız sırt sırta dostluk yapacağımız anti-emperyalist tavrını koruyan- İran hedefti.

Sonra… bombalar çıktı.

Avukat, Danıştay cinayetini eline yüzüne bulaştırdı. Ha… birde dediler ya “avukat tekbir getirmiş tetiği çekerken” diye. Akabinde öyle olmadığı şahitlerce beyan edildi. Buradan şunu anlıyoruz ki avukat cinayeti işlerken yapması gereken bazı şeyleri heyecandan unuttu.

Bilmece çok girift. Ama çözüm basit.. “Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, Türk’ün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...Çözümü bir kez daha hatırlattıktan sonra…

Neden Ergenekon?

Türk Silahlı Kuvvetleri nereden alır darbe gücünü?.. Bir yasa var.

“TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU  

Kanun Numarası                          : 211

Kabul Tarihi                                   : 04.01.1961

Yayımlandığı R.Gazete : Tarih   : 10/1/1961 Sayı  : 10703

Yayımlandığı Düstur   : Tertip     : 4  Cilt: 1  Sayfa  : 1008

c) Umumi Vazifeler

Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.

Dikkat ederseniz kanun 1960 darbesinden sonra yapılmıştır. Seçilmiş bir meclis iradesi ile yapılmamıştır.  Ayrıca TSK bu görevi kafasına göre kullanabilir mi? O zaman emniyetinde bu tarz yasaları var. Onlarda kafalarına göre darbe yapsınlar. Diğer bir konuda ABD’nin “Bizim çocuklar başardı.” yorumunu nereye koyacağız? Bu kanunla verilen yetki değil görevdir, görev… Özetle bu görevi meclis adına hükümet verebilir. Ardında da denetler. Asıl problem hükümetin orduyu diğer devlet kurumları gibi denetleyememesinden kaynaklanmaktadır. Neden bir maliye müfettişi gidip bir birliğin harcamalarını denetleyemez?  

Esasında İkinci Dünya Savaşından sonraki süreçte Anglo-Sakson, Yahudi ortaklı emperyalizm kontrolü İngiltere’den ABD’ne devretmiş, Stalin’in de baskıları sonucu İnönü tarafından bu ittifaka ülke teslim edilmiştir. Marshall Planı ve NATO sürecinde Türk Subayı ABD’ne kurs, görev vb. sebeplerle gitmeye başlamış, Özel Harp Dairesi bu koordinasyonla kurulmuştur. 12 Eylül 1980 öncesi bu yapının yaptığı gayri kanuni işleri fark eden ECEVİT yapıyla ilgili başbakanken bile bilgi alamamıştır. Tüm dünyada GLADYO benzeri, mafya ile de işbirliği yaparak çalışan bu yapılanmalar, uzun süre CIA’nin kontrolünde kalmış, şimdilerde MOSSAD’da bu yapılara nüfuz etmiştir. Ülkemizde özel harpçilerin bir dönem maaşlarını bile ABD’nin ödediği söyleniyor.Özel Harp, şimdi Genel Kurmay Başkanlığına bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığına dönüştürülmüştür. Bu kurumun faaliyet alanları bence yasal olarak netleşmemiştir. Üzerine JİTEM yapılanması da yasa dışı olarak yapılandırılmış ve jandarma kendi bölgesi dışında da operasyonlar yapmakta, belediyeleri takip etmekte, fişleme ve dosyalama yapmaktadır. Ayrıca telefon dinleme ve takiplerinin de tabirimi mazur görün cılkı çıkmış durumdadır. Jandarma bu meyanda kontrol altına alınmalıdır. Genel Kurmay Başkanını, Başbakanı dinleyen bir Jandarma istihbarat yapılanması kontrol altına alınmalıdır.Büyük devletler savaşları kendi topraklarında değil üçüncü ülke topraklarında ve acımasızca yapmaktadırlar. Ülkedeki kaosun, çevre coğrafyalardaki kanın, ülkemizdeki terörün gerçek sebebi aslında budur.

Ergenekon ifşası, istihbarat savaşlarının dumanıdır.1990’lı yıların başında komünizmin yıkılması ile ortaya çıkan yeni devletler, güç boşlukları sonucu, Bosna başta olmak üzere, Azerbaycan, Kafkasya, Çeçenistan, Filistin, Afganistan gibi özellikle de Milletimizin teveccühü olan İslam beldelerinde savaşlar çıkmış, katliamlar olmuş, oralarda akrabaları da olan milletimizde yapılan zulümler ve haksızlıklar yeni bir uyanışa vesile olmuştur. Bu yeni terakki ve yükseliş siyasi cepheye de yansımış akabinde de 54’üncü Hükümet kurulmuş,Bu yeni gelişe karşı emperyalizm, STK ve sinsi organizasyonları ile kurumsal manada 1986 yılından itibaren hazırlıklara başlamış, TSK’inde ilk irtica operasyonları 1986 yılında yapılmıştır. Ancak bu sivil organizasyonların dikkat ve ilgisini maalesef çekmemiştir. İlk tepki 1993 yılında, Sayın Muhsin YAZICIOĞLU tarafından bir basın toplantısı ile gösterilmiştir. Yine bu toplantıda yapılan açıklamaya muhatap olması gereken müspet zeminler ilgisiz kalmışlar, hatta düğün değil bayram değil, bu tedirginlikte ne ola ki şeklinde algılamışlardır. Bu açıklama aynen şöyledir. "Türkiye, İran olmaz. Cezayir de olmaz. Ama Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz"

ABD’nin bir gurup ajanı çoktan Anadolu’da cirit atmaya başlamış, dedeleri kandırarak Suriye tarzı bir devrim ve yapılanma vaadi ile onları harekete geçirmeye çalışıyorlardı. Dikkat edilirse çekirdek, mezhebi yapılanma, onlarla işbirliği yapacak sol, sosyal demokrat guruplar ve BAAS’çılar yani İslami algılaması olmayan Milliyetçi guruplar.. İşte bu yapı üzerine Türkiye’de de örgütlenme özellikle TSK’inde olmak üzere başladı. Bu yasadışı yapılanmaya daha sonra Batı çalışma Grubu “BÇG” adını verdiler. Şimdi hafızanızı toparlayın. Org. Hüseyin KIVRIKOĞLU KKK. iken Kıbrıs’ta Toros–2/97 tatbikatında suikastla öldürülecekti. Böylece Genel Kurmay başkanı olamayacak, yerine Çevik BİR olacaktı. KIVRIKOĞLU’nun hemen arkasında oturan bir albay vurulmuştu. Şimdi soruyorum, madem kazaydı, mermiyi atan neden kayıp, silah neden hala yok? Bu olayda görevli Kolordu Komutanı Ali YALÇIN’ın payı ne kadar? Acaba malum mezhep örgütlenmesi içinde mi planlandı bu suikast? Akabinde genel Kurmay başkanlığı yapan Orgeneral Hilmi ÖZKÖK daha büyük bir mücadele vermiştir. Düşünün ülkenin en büyük Askeri makamında oturan bu insan evinden sefer tası ile yemek getirmek zorunda kalmıştır.

İşte bu yasadışı yapılanmanın zamanında hesabı sorulamadı. Tabii bunun sebebini de ben devletin zaafa uğratılmaması olarak algılıyorum. Bu yapı “sol, sosyalist” denilebilecek kanadın örgütlenmesi olup aynı zamanda mezhebi bir niteliği de maalesef vardır. Bu yapının kurucusu olarak iki isim özellikle öne çıkmıştı. Biri orgeneral Çetin DOĞAN, diğeri ise; Orgeneral Doğu AKTULGA. Unutulmaması gereken bir diğer şahısta Oramiral Güven ERKAYA’dır.  Çetin DOĞAN daha sonra eski cumhurbaşkanınca Yesevi Üniversitesinin başına getirildi ve ilk icraatı da başörtüsü yasağı oldu. Bu gurubun şahinlerinden biri de aslında darbe günlüklerinde de ismi geçen Orgeneral Aytaç YALMAN’dır. Ama şimdilerde hiç anılmıyor. Bu sizce ilginç değil mi? Oysa günlüklerdeki danışılan adam O. Lider yapılması düşünülen O. Jandarma Komutanı ŞENER Paşanın danıştığı komutan da dönemin KKK. olan YALMAN Paşa.

Peki, bu atanmış adamlar 28 Şubat sürecini nasıl bu kadar etkin kullandılar? Asıl soru da bu dur. Cevabı hazır. Komutayı DEMİREL’e verdiler. O senaryoyu geliştirdi. ÇİLLER’e verdiği sözü tutmadı, hükümeti kurma görevini Mesut YILMAZ’a verdi. Çıkan krizin sivil uzanımını ve uluslar arası ilişkiler boyutundaki ayağını yönetti.

Bakın zamanında BÇG’nun istediği birkaç şeyi örnek vereyim size.

(5 Mayıs 2997 İsş. 34293, 97/lKK.Ş.)

"l- Batı Çalışma Grubu faaliyetlerine yönelik olarak, ilgi ile gönderilmesi istenen bilgi ve raporlara ilave olarak aşağıda belirtilen bilgilerin de değerlenmesi ihtiyacı doğmuştur,
a) Tüm demekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi v
e işveren sendikaları ve konfederasyonları,
b) Yüksek öğrenim kurumları
(Fakülte, yüksekokul ve enstitüleri,

c) Yurtlar (Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı kurum ve kuruluşlarına bağlı özel yurtlar),

d) Üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, büyükşehir belediye başkanları, belediye başkanları, müdür, daire başkanları) na ait biyografiler, anıları, siyasi görüşleri,

e) İl genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri,

f) Siyasi parti il ve ilçe teşkilatları yönetim kurulları,

g) Yerel tv, radyo, gazete, dergi ve diğer basın yayın kuruluşları

2- Alınan bilgilerin derlenmesinde gizliliğe azami dikkat gösterilmek, gerektiğinde diğer askeri makamlar ile işbirliği yapılabilecektir. Temin olunan bilgiler 12 Mayıs 1997 tarihine kadar Ek'te belirtilen formatlara uygun olarak, bilgisayar ortamında hazırlanarak, yazılı ve disketlere kayıtlı olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığına GİZLİ/KİŞİYE ÖZEL gizlilik derecesinde gönderilecektir.

Arz/rica ederim. (161)

Deniz Kuvvetleri Komutanı namına/Emriyle Aydan Erol, Koramiral, Kurmay Başkanı imza”

İhtilal dönemlerinde üst düzey komutanlar tarafından kurulan "Yüksek Komuta Konseyi" gibi bir gruptan BÇG’nu ayıran en önemli özellik, darbeden önce ortaya çıkarılmış olmasıdır.

Peki, bu ERGENEKON’da nereden çıktı? Neden Ergenekon?

Hitler, Mussolini, Saddam vb. faşist liderlere bakın, hepside sembollerini tarih öncesi Milli destanlardan seçmişlerdir. Çünkü orada, Allah yoktur, Milli vicdan yoktur. Kabile, boy, uruk ne derseniz adına onun lideri ve emirleri vardır. Kanun O’dur. Ergenekon ismi de böyle seçilmiştir. Oysa Malazgirt adı daha müsait görünüyor değil mi? Olmaz. Çünkü orada fetih sevdası ile meydana kefeni ile çıkmış Sultan Muhammed Alpaslan var. Ergenekon’dan çıkış bu millet için yeniden diriliş günüdür. Ergenekon isminin konması istismarın en üst seviyesi…

Burada şu önemli hususu da arz edeceğim. Özellikle de Necip HABLEMİTOĞLU cinayeti kapsamında. Kanımca ABD-İsrail güdümlü yapı Alman ve Fransız istihbaratınca çatlatıldı. Malumlarınız HABLEMİTOĞLU Alman Vakıflarının üzerine çok gitmişti. Ulusalcı olması, laik olması öldürülmesini engellemediği gibi O’nu cinayet İslamcıların üzerine atılacağı için kolay ve iyi hedef haline getirdi. Ayrıca çözülen gurubun Almanya’ya yakın guruplar olduğunu düşünüyorum. Bence bu operasyon Ergenokon’u bitirme değil, arındırma, gerçek kişileri gizleme ve delilleri yok etme operasyonudur. Mantık bir Sabatay tarafından “Efendi” kitabının yazılmasındaki gibidir. Bilineni deşifre et, merakları gider, toplumun şişini al, gerçek kişileri de sakla.

Tutuklanan insanlara baktığınızda da, yukarıda anılanlarla ve şu anda cezaevinde olan generallerle çoğunun ne dokusu, ne kafa yapısı, ne de aile tipleri ve beklentileri örtüşmemektedir. Öyle de peki taşeron neden bu milliyetçi kökenden gelen insanlar? Bunun istisnalar hariç birkaç sebebi var. Bunlar;

1.  Özellikle 12 Eylül öncesi emperyalizm sağdaki bu unsurları yoğun olarak iç kavgalarda kullanmış, dolayısı ile aralarına her seviyede ajan/provokatörleri nüfuz etmiştir.

2.  Bu gurubu TSK uzanımı bazı kesimler de kullanmıştır. Dolayısı ile şahsi tanışlıklar hayli fazladır. Tabii bu emniyet ve MİT içinde geçerlidir.

3.   Bu kesim sol guruplara göre birbiri ile irtibatları daha zayıf olan guruptur ve gurup içi otokontrol zayıftır.

4.  Okuma ve bilgi edinme alışkanlığı azdır. Fikri boşluk vardır.

5.  Milliyetçilik ve vatanseverlik duyguları yüksek olduğundan istismara açıktır.

6.  Büyük kısmı alt gelir gurubu ailelere mensuptur. Çağın hastalığı kolay para kazanma zafiyeti istismar edilmiştir.

7.  Türk insanı VATAN-MİLLET-DİN-DEVLET-BAYRAK denildiğinde akan suları durdurur. O sırada meyhanede olsa bile. Dolayısı ile bu söylemler kullanılınca karşısındakileri sorgulamaz.

 Basına yansıyan darbe günlükleri doğrudur. Neden günlükler bu kadar basit diyeceksiniz? Bu milleti küçümsedikleri için. Kolay lokma gördükleri için. Milletimiz bu makam sahiplerini kocaman gördüğü için… Acaba bir siyasi parti kursalardı ne kadar oy alırlardı?

Ergenekon yapılanması vardır. Silahlar, bombalar, ilişkiler doğrudur.

Peki bu kaos ortamından ne bekleniyor?  Hani Anadolu’muzda bir teşbih vardır. “Çocuğu sünnet edecekken etraftaki büyükleri; “-Aaaaa! Kuşa bak, kuşa.” Deyip havada bir yere baktırırlarmış çocuğu. Çocuk aval aval bakarken havadaki o manasız boşluğa gidermiş sünnet derisi.”

Ne masum bir şey değil mi? Ama Milletimiz için böyle mi? Bu kaçıncı sünnet! Maazallah artık çocuğun malum uzvundan bir şey kalmadığı için hadım olacak, tabi bu sünnetlerin sonucu kangren olup ölmezse..,Görünürdeki genel kavga şudur. Toplumdaki değişik gelir, statü, düşünce, yaşayış gurupları kendi hakları daha çok olsun mücadele içindedirler. Bu toplum kesimleri -normal şartlar altında-  mücadelelerini ortak değerler zemini üzerinde durarak yaparlar. Şu anda işte tam bu noktada sorun bulunmaktadır. Mutlu azınlık ki, sözcülerinin tamamına yakını halk yığınlarından kopuk ve toplum değerlerine yabancı yaşar, yani farklı zemindedir, toplumla ortak değerleri kalmamıştır. Toplumun camisini bilmez, kahvehanesini bilmez. Hiç tarla bile görmemiştir. Kadıköy, Bakırköy gibi köyler hariç köy görmemiştir. Dolayısı ile 200 yıldır, şehidleri veren, eli sabanda, tornada, üreten mutsuz ve sessiz çoğunluğa nanik yaparak hareket etmişlerdir. Burada ilginç olan soru şudur. Ergenekoncuların tepesindekilerin hiçbiri bu ailelerden gelmiyor. Peki, toplantılar ve ilk hareket neden büyük kulüpte başlıyor?

Toplumun doğru değerlendirmeler yapmasına fırsat vermemek için sürekli tartışma çıkartıp ülkeyi gerçek sorun ve gündemlerinden kopartıp milletimizin içinde fikir terörü oluşmasına neden sebep oluyorsunuz?

Bunun kendileri açısından birkaç sebebi var.

1.  Toplumu kamplara bölerek kolay yönetmek ve kontrol altında tutmak. Peki bunu kim adına yapıyorlar? Tabii ki dışarıdaki ağalarının adına..

2.  Toplumun gözünden gerçek sorunlarını saklamak, kendi menfur emellerini gerçekleştirmek maksadıyla; toplumu başka mecralarda oyalamak,. Bu amaçlar şu anda neler?

a.      İsrail uçaklarının yakıt tankları bulundu topraklarımızda. Yani egemenlik haklarımız çiğnendi, kimse demiyor ki “yahu bu ülke Patagonya’mı, bu ülkenin hükümeti, Genel Kurmayı, Hava Kuvvetleri Komutanı yok mu?”

b.     Suriye’de neler oluyor? Ülkenin içinde bir sanayi tesisine sabotaj düzenleniyor, bizim hava sahamız kullanılarak hava taarruzu düzenleniyor, işgali düşünülüyor… Üzerine birde bizim kara ve hava sahamızın kullanılacağı yazılıyor dış basında. Maşallah “tık yok ülkemde.” Kuşa bakıyoruz.

c.      İran’a bir harekât düşünülüyor. ABD yığınaklanması için yine bizim hava sahamız ve üslerimiz gündemde. İran’la yaptığımız doğalgaz –Enerji-anlaşmamızla ilgili baskı yapılıyor, bozun anlaşmayı diye. Biz anayasa tartışmaları, iftar yemekleri (ülkedeki açlar dururken, diyalog adına birilerine verilen iftar yemekleri), Ergenekon, parti kapatma gibi gündemlerle meşgulüz. Hâsılı sünnete devam.

d.     Bunların sonucundaki maddi kayıplarımız tahmininizin çok üzerindedir. 28 Şubatta kaybolan para 70 milyar doların üzerindedir. Şimdi ki kaosun maliyeti de şu an itibari ile 25-30 milyar dolar civarındadır.

e.      Ve… Bomba patladı. Federal Irak!.... Nasıl? (Uyu, Ali uyu, tut topu tut. Anayasa yap. Oruç babaya git, sirke iç.) Irak’ta sen Türkmen’e sahip çıkma, sana yandaş Kürd’e, Arab’a sahip çıkma. Şimdi seyret bak o ateşi senin ülkene de nasıl sıçratacaklar. Gör!

f.       Kıbrıs’ta Rumlar gündemi değiştiriyorlar. Türkiye oradan da kopuyor.

g.     Yabancı sermaye gurupları kontrolsüz bir şekilde büyüyor, dal budak salıyor, yeni uluslar arası şirket bağlantı ve evlilikleri yapıyor, tamamen dışa bağımlı hale geliyorsun…

3.  Anayasa tartışmalarına dâhil olarak ÇYDD., TESEV vb. kuruluşlar da tartışmanın içine girerek AB. fonları ile millet evladına ahlaksız kitaplar dağıtan, misyoner faaliyetler icra edenler toplum gözünde adam yerine konup medyada boy göstererek vatansever, çağdaş, Atatürkçü olarak lanse ediliyorlar. Konuşmaları, insan içine çıkmaları için fırsatlar sunuluyor. Şimdi yeri geldiği için söylüyorum. Topluma lanse ediliş şekli itibari ile sanki hükümeti yıkmak için ERGENEKON oluşumuna gidildi. Soros’un temsilcisi TESEV başkanı Can PAKER ile Cumhurbaşkanı istişare ediyor, soruyor, başbakan istişare edip soruyor, Ergenekonculardan bazıları oturup fikirleşiyor, bayraklı mitinglerde beraber oluyorlar. Yahu ne oluyor diyen yok. Enteresan değil mi sizce de? Tüm bu guruplar Büyük kulüp Üyelerinin gözünün içine bakıyor.

4.  Milletin kendi hedeflerinden söz edemez duruma getiriliyorsun. Uluslar arası alandaki etkinliğin zayıflatılıyor. Çünkü herkesin hemfikir olması gereken “daha çağdaş anayasa” söylemi, daha etkin dış politika talebi yerine bir kaşık suda fırtına çıkartılıyor, ilgisi olmayan “Hayvanları Okşama Derneği” bile konuya girip fikir beyan ediyor, basın toplantısı düzenliyor, açık oturumlara katılıyor, esiyor, gürlüyor, taraf oluyor, halkı taraf olmaya zorluyor.

5.  Ergenekon Anayasa tartışmaları ile iç içe sokulmuş ve bu meyanda da laf yine türbana (başörtüsü) getiriliyor, bununla da;

a.      Her ağzına mikrofon tutuşturulan konuştuğu için, Dinimiz sulandırılıp, Allah’ın iffet emirlerinden olun “Örtü” sulandırılıyor. Dinimiz kasden her zeminde ve seviyesiz insanlar konuşturularak toplum nezdinde itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor.

b.     Milletimizin inanç değerleri hafife alınıyor, birilerinin dinimize hakaret etmesine çanak tutulurken, birilerinin de dinimizi kullanmasına fırsat veriliyor.

c.      Bu arada alakasız şekilde örtü emri tartışılırken İbrahimi Dinler vb. safsatalarla sanki bu emirler Yahudilikten gelmiş, oraya da eski Mısır’dan denilerek Materyalist bakışla duruma girilip, komünist Rusya’nın dinimize yapamadığı tahribat yapılmaya çalışıyor. Bir din adamı da çıkıp “Allah dinini ilk peygamber Hz. Âdem’den bu yana tekâmül ettirmiştir. Çağın şartlarına göre, insanlığın tekâmülünü yeni peygamberleri ve onlara vah yettiği kutsal kitaplar ile sağlamıştır. Örtü ilk insandan bu yana vardı.” demiyor.

d.     Anayasa tartışmalarında örtüyü kapalı ama aşırı makyajlı, süslü hanımlar savunuyor. Onlar aracılığı ile örtü ve Müslüman kadın yeniden modelleniyor. Müslüman kadına Allah’ın emri dışında birileri format atıyor tabiri caizse.

6.  Ergenekon tartışmaları ile;

     a.      Toplumda vatan-millet diyebilecek herkes zan altına alınmıştır. Tabiri caizse, köpekler salınmış, eller bağlanmıştır.

     b.     Kurumlar ciddi manada itibar kaybetmiş, Milletin ümitleri kırılmıştır.

     c.      Karşılıklı kurumlar ve guruplar daha da çok dışa bağımlı hale gelmiştir. Bu da ülkemizde kontrolü elde tutmaya çalışan dış güçlerin işini kolaylaştırmaktadır.

     d.     Teknik takip vb. yeni uygulamalarla alakalı yasal boşluklar ortaya çıkmıştır.

     e.      Kurumlar ve güvenlik birimleri arasındaki uyumsuzluklar dikkat çekicidir. Özellikle jandarma ve emniyet arasındaki uyumsuzluk tedbir alınmazsa sıkıntı olmaya meyyaldir.

7.  En kötüsü de Sayın Necmettin ERBAKAN’ın D-8’i kurmuş Devlet-i Aliye’nin mirasçısı Büyük Türkiye’si uluslar arası zeminde komik, aciz ve zavallı duruma düşürülmektedir.

8.  Milli güç parçalanmakta, kullanılamaz duruma gelmekte, başkalarının eline geçmektedir.

9.  Bilgi kirliliği sağlanarak vatandaşların sağduyulu muhakeme yapmasına engel olunmak sureti ile fertler çözümsüz bırakılmakta, bu durum seçimlere olumsuz yansımakta, kimliksizleşen toplumun algısı bozularak kolay yönlendirilir ve yönetilir hale getirilmektedir.

Gelecekte TSK’ni birilerinin istismar etmesini önlemek için ivedilikle aşağıdaki tedbirler alınmalıdır.

1.  Jandarma her şeyiyle İçişleri bakanlığına devredilmelidir. Asker kaynağı olarak, mevcut durumunu koruyabilir. Öncelikle JİTEM yapılanmasının içeriğini, potansiyelini, gücünü, imkân kabiliyetini, arşivlerini kimse bilmemektedir. Bu yapı, İçişleri müfettişlerince kontrol ve denetlenmelidir. Yoksa emrinde olduğu başbakanı, genel Kurmay Başkanını dinlemesini kimse engelleyemez. Ayrıca sorumluluk alanları dışındaki operasyon ihtiyaçlarını jandarma ve emniyet birbirine devretmelidir. Yoksa birbirinin bölgelerini kullanmaları durumunda yasal sıkıntılar çıkabilir.

2.  Özel Kuvvetler Komutanlığı, terör ve seferberlik hazırlıkları dışına çıkmamalı, faaliyetlerinin mahiyeti ve yetki alanları ile ilgili yasa çıkartılmalıdır. Yurt içi operasyon ihtiyacını emniyet ile koordineli olarak yapmalı, yurt dışı operasyonlarını ise MİT ile koordineli yapmalıdır.

3.  Psikolojik Harekât (Bilgi destek) birlikleri, sahadan çekilmeli, fişleme vb. işleri MİT’e devretmelidir.

4.  MİT, Emniyet, Özel Kuvvetler, Bilgi destek faaliyetleri için gerekiyorsa koordinasyon için bu kurumların üzerinde yeni bir Özel Güvenlik Teşkilatı (ÖGÜT) kurulmalı, bu kurumda başbakanlığa bağlı olmalıdır.

5.  EMASYA (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma) faaliyetleri askeri birliklerin koordinasyonunda değil, sırf bu hizmetlerden sorumlu olacak bir vali muavininin komutasına devredilmelidir. Bu şahsa ilin büyüklüğüne göre birlik ve kurumlardan personel tahsis edilmeli, gerekiyorsa yeni bir teşkilatlanma yapılarak karargâh oluşturulmalı, bu karargâha subayda dâhil olmak üzere ilgili kurumlardan personel atanmalıdır.

6.  TSK’nin Harp Akademileri Komutanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Milli Güvenlik Akademisine derse, eğitici ve öğrenci olarak sivilden büyük işadamları dâhil, üst düzey bürokratlar, kamu görevlileri, akademisyenler, büyükelçiler, gazeteciler hatta bir kısım milletvekili de katılmalı, devletin zirvesindeki bu kavgalı görüntü giderilmelidir.

Sadede gelmek icap ederse; bize düşen milletimizin bu ard arda gelen sünnet operasyonlarını yapanların, kuşa baktırıp ta milletimizin değerlerini rencide edip, devletimizi bölgede hiç durumuna düşürmek isteyenlerin, insanımızı gaflet, dalalet ve hatta zaman zaman ihanete düşürmek isteyen çevrelerin oyununu bozmaktır. Bunu nasıl yapacağız?

Zamanında bize karşı içerideki işbirlikçileri örgütleyen masonik komitenin mühim bir elemanı olan İngiliz Müstemlekât Bakanı Gladstone  o sıralar (1890-1920) şu sözleri söyle­mektedir: «Bu Kur’an, İslâmların (Müslümanların) elinde bulun­dukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’anı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’andan soğutmalıyız.

 İşte sorunun cevabını vermiş düşmanlarımız ve bize adeta Allah’ımızın Kur’an-ı Kerimdeki şu emrini hatırlatıyorlar. "Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz." (Âl-i İmran Sûresi, 3:103)

Düşmanlarımız, ne ile güçlü olacağımızı, nasıl zaafa uğratılacağımızı çok iyi biliyorlar. Nefsimiz hevâ ve heveslerinden dizginlerinden kurtulup, var gücümüzle, feraset, uyanıklık, sabır ve fedakârlıkla çalışmalıyız. Bu şer şebekelerin hadsiz tuzak, oyun ve tezgâhlarını bozmalıyız. Asla unutmayalım. Allah Müslümanlarla beraberdir ve nurunu tamamlayacaktır.

Birileri karşınızda “size aşağılayarak baktı.” diye siz aşağılık duygusuna kapılamazsınız. Şu anda koşullar daha uygundur, 28 Şubat sürecindeki gibi fitne endişesi yoktur. Kanunlar milletin manevi vicdanı ile çatışırsa o ülke dağılır maazallah. Dolayısı ile kanuni düzenlemeler öncelikle yapılmalıdır. Bunlar yapılırken AB kaygıları yerine Milletin inanış, yaşayış ve örfü dikkate alınmalıdır.

Tüm işbirlikçiler, narkozlanmışlar ve lakayt kalanlar; Milletimizin değerlerini, inancını, töre ve terbiyesini hedef alan herkes kaybedecek ve bir gün çocuklarımız bu günleri okurken bir kısmımızı ayıplayacak, diğer kısmımızı da öğrenmemekle, mücadele etmemekle suçlayacak. Dolayısı ile gelin siz, biz, hepimiz bize güzel vatanımızı emanet eden, bölge coğrafyasında hâkim olmuş büyük ve âli cenâb ecdadımız gibi temellerimize yeniden yönelip O kutlu insanlar gibi, bölgesinde ve dünyada etkin, mazluma kucak açan, ulvi ve güçlü bir devlet ve Millet olalım yeniden. Çünkü Kuvay-ı Milliye’yi oluşturan ruh, Selçukluyu, Osmanlı’yı kuran ruhtan başka bir şey değildir. İyiyi tekrar iyidir. “Kendi geçmişlerine direnenler, başkalarının geçmişlerini dilenirler.

Son Düzenlenme Perşembe, 24 Temmuz 2008 21:53
Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...