Salı, 12 Mart 2024 17:11

RAHMETLİ MUSTAFA YILMAZ İLE BİR HATIRA VE BANA İHTAR EDİLEN ESASLI BİR DERS…

            TSK’lerinden 1995 yılı YAŞ kararları ile ayrılmadan önceki son görev yerim olan Bayburt’tan bir önceki görev yerim olan 2’nci Zırhlı Tugayda görev yaparken rahmetli Mustafa YILDIZ ile tanışmak nasip olmuştu.

           Mustafa kardeşim üstün görev anlayışına sahip, görevine son derece bağlı, arkadaşları arasında çok sevilen, saygı duyulan, sözüne itimat edilen, sözü ve davranışı birbirine uyumlu çok kıymetli bir meslektaşımızdı.

           1995 yılı atamalarında ben Bayburt’a tayin olurken, Mustafa kardeşim 2’nci Zırhlı Tugaydaki görevine devam etmek durumunda kalmıştı.

           28 Şubat sürecinin en hızlı uygulayıcılarından olan Tuğg. Silahçıoğlu’nun 2’nci Zırhlı Tugay Komutanı olarak atanmasından sonra bu tugayda görev yapan dindar meslektaşlarımız için çok zorlu bir süreç başlamış oluyordu. Tuğg. Silahçıoğlu’nun ilk icraatı Tugayda bulunan caminin kapatılması olmuş ardından muhafazakâr-dindar subay ve astsubaylara uyguladığı şiddetli tacizleriyle, aşağılayıcı ifadeleriyle ve yıldırma politikalarıyla adeta tugayı görev yapılamaz bir hale getirmişti. 

          Mustafa kardeşim;  insan haklarına aykırı, insan olma şeref ve haysiyetine uygun olmayan bu ve buna benzer çirkin davranışlara sıklıkla maruz kaldı. Fakat peygamber ocağında görev yapmanın ne kadar kutsal olduğunun bilinç ve şuurunu hiçbir zaman kaybetmeyerek, her bir dakikasının bir ibadet hükmüne geçeceğine inandığı kutsal mesleğini hakkıyla ifa etme yolundaki çalışmalarından hiç taviz vermedi.  Bu tür muamelelere maruz kala kala en nihayetinde 1995 yılı YAŞ kararları ile TSK’lerinden disiplinsizlik gerekçesi ile re’sen emekli edilme işlemine tabi tutulmuştu.

           Aynı tarihlerde ben de aynı gerekçelerle YAŞ kararları ile TSK’lerinden ayrılmak durumunda bırakılmıştım. Mustafa kardeşim ile 28 Şubatın o karanlık günlerinde: bir taraftan “yapılan bu yanlışlıklara karşı ne yapabiliriz, nasıl bir mücadele şekli ortaya koymalıyız?  Sorusuna cevap ararken bir taraftan da sivil hayatta “ne iş yapabiliriz, ailemizin geçimini nasıl temin edebiliriz?”  konusuna dair yol haritasını belirleme aşamasında yollarımız bir kez daha kesişmişti.

          Zamanın İBB Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN beyin talimatları ile yaşzedelere İBB’nde istihdam edilme yolu açılmıştı. 28 Şubatın ayak seslerinin işitildiği o meş’um günlerde böylesine metanetli ve cesaretli bir karar vermek her babayiğidin harcı değildi elbet. Bu arı kovanına adeta çomak sokmaya benziyordu.

        İBB’nde istihdam edilen ilk yaşzedeler arasında olmak bizlere nasip olmuştu. Mustafa kardeşim belediyede görev almak yerine sivil piyasada ekmeğini çıkarmanın yolunu seçmişti…

        Recep Tayip ERDOĞAN’ın yaşzedeleri İBB Belediyesinde istihdam edilmesinin yolunu açması boyalı basında çoklukla yer buldu. Bu konu öylesine abartılıyordu ki yaşzedeler adeta vatan haini ilan ediliyor ve aileleri ile beraber açlığa mahkûm edilmek isteniyordu. Sanki kimliği gizli ve mahiyeti bilinmeyen bir el bu insanları gayr-i meşru yollardan haklarını almaya itiyordu.

        Nitekim MGK’nun 28 Şubat Kararları diye meşhur olan 18 maddeden oluşan kararları arasında en çok dikkati çeken kararlardan bir tanesi: “İrticai faaliyetlere karıştıkları için TSK'daki görevlerine son verilen subay ve astsubayların belediyelerde istihdam edilmelerinin önüne geçilmelidir.”  şeklindeydi.

 

       Bu meyanda bir avuç yaşzede ASDER adında bir dernek kurarak yapılan yanlışlıkları ortaya koymaya çalıştı. Allaha binler şükür olsun ki hiçbir yaşzede meşru yolların dışında hak arama yoluna gitmediği gibi daima milletinin ve devletinin yanında oldu. Muhafazakâr, dindar, milli ve manevi değerlere sahip insanlara yapılan ve hiçbir yasal dayanağı olmayan, insanlık dışı uygulamaları kamuoyunun önüne, sağduyu sahibi insanlarına nazarına sunmaya çalıştı. Bütün eleştiri ve tenkitleri müspet hareket etme prensibine uygun olarak hak arama mücadelesini ısrarla sürdürdü. Çeşitli program, seminer, toplantılarla hem üyelerini hem de kamuoyunu zinde tutmaya çalıştı.

         ASDER’in kuruluşunda emeği geçen ve başkanlık yapan sırasıyla başta Prof. Dr. Ahmet ALPER hocamıza, E. Tuğg. Adnan TANRIVERDİ paşamıza halen başkanlığa devam eden Prof. Dr. Nevzat TARHAN hocamıza, yönetimde yer alan tüm kardeşlerimize, ASDER camiasına destek veren yaşzede arkadaşlarıma ve ASDER gönüldaşlarına en kalbi şükranlarımı ifade etmeden geçemeyeceğim.

         Bu faaliyetler kapsamında tam 3 yıl önce yine böyle bir ramazan gününde kaderdaşlarımızla, dava arkadaşlarımızla ASDER’in tertiplemiş olduğu bir iftar yemeğinde 250 kişiye yakın arkadaşlarımızla bir araya gelmiştik. Yılda bir defa gerçekleştirilen bu iftar yemeği de her zamanki gibi yine büyük bir rağbet görmüştü. Yemek salonu adeta dolup taşmıştı. İftara katılan arkadaşlarımızla hasret gidermeye ve hasbıhal etmeye başlamıştık.

           İstanbul dışından gelen arkadaşlarımla da görüşmek üzere her yıl yaptığım gibi yine bütün masaları tek tek dolaşmaya başladım. Arkadaşlarımla kucaklaşıp hasret giderdik. Mustafa kardeşimin bulunduğu masaya geldiğimde masada oturan arkadaşlarım ile de büyük bir hasretle kucaklaştık. Burada dikkatimi çeken husus: Mustafa kardeşimin hiç yerinden kalkmayarak, oturduğu yerden benimle tokalaşması olmuştu. Böyle bir davranış sergilemesi benim çok garibime gitmişti. Masasına kadar geldiğim halde; istifini hiç bozmamasına, ayağa kalmayarak oturduğu yerden tokalaşma yolunu seçmesine bir mana verememiştim. Kalbimde bir su-i zannın oluşmasına mani olamamıştım. Ben de oluşan bu su-i zannımı hiç kimseyle paylaşmadım, içimde tutmaya karar verdim. 

           Biraz sonra sohbetler edilmiş, yemekler yenmiş, hasretler giderilmişti. Bizlere verilen tüm bu nimetlere karşı bir şükür ifadesi olan namaz kılmaya sıra gelmişti. Abdest alıp namaza gittiğimde namaza başlanmış olduğunu gördüm. Cemaate dahil olmak için boş gördüğüm ilk safta namaza durdum. Yanımda oturarak namaz kılmak durumunda olan kişinin sol ayağının bir kısmının kesik, sağ ayağının da normal ayağın en az 2 katı genişliğinde şişmiş olduğunu gördüm. Selam vererek namazı bitirdiğimizde yanında namaz kıldığım kişinin Mustafa kardeşim olduğunu hayretle gördüm.  Nasıl olur da bir kardeşim hakkında su-i zanda bulundum diye kendimden utandım, estağfurullah dedim, tövbeler olsun Allah’ım dedim.

        Bir kardeşim hakkında hüsn-ü zan yerine su-i zanda bulunmamın yanlışlığının bu kadar çabuk bizzat bana anında gösterilmesi beni çok düşündürdü ve bu kadar çabuk terbiye edilmem beni çok etkiledi, günlerce bu olayın etkisi altında kaldım. Rabbim beni terbiye etsin inşallah…

       Hâlbuki bana düşen arkadaşlarına ve kardeşlerine karşı daima hüsn-ü zanda bulunmak idi. Zira hüsn-ü zan;

·       İyi niyetli ve iyi düşünceli olma haliydi,

·        Sâlih bir mü'min, insanlar ve olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunurken, olabildiğince iyi niyetli davranması ve hayra yormasıydı,

·       İyi niyetli ve güzel düşünceli olması insanın iç güzelliğinin ve hayırhahlığının bir göstergesiydi.

       Bu vesile ile mübarek ramazan ayında evvelki gün vefat ederek rahmet-i rahmana kavuşan, kaderdaşımız Mustafa kardeşime Allah’tan rahmetler diliyorum, mekânının cennet olmasını niyaz ediyorum, sevdiklerine ve yakınlarına sabr-ı cemiller ihsan etmesini rabbimden niyaz ediyorum…

Saygılarımla….

Varol YÜKSEL

 

Varol YÜKSEL

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...