Cumartesi, 06 Ağustos 2016 12:10

Türk Silahli Kuvvetlerinde Yenİ Dönem

15 Temmuz’da milletçe maruz kaldığımız darbe ve bu darbenin oluşturduğu travma, devletin sahip olduğu kurumları ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerini yeniden gözden geçirme ve geçmişte yaşanan hataları hatırlama zorunluluğu doğurmuştur.

Tarihimizde yaşananlara darbe kavramı ile bakıldığında, muhtelif dönemlerde belirli zümre veya teşekküllerin, açık veya gizli iktidarı devirme ve yerine yeni bir düzen kurma teşebbüslerinde bulundukları kolaylıkla görülebilir. Elbette bunlardan bir kısmı başarıya uğramış, tarihin seyrini değiştirmiş; bir kısmı da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Belki de esas itibariyle darbeler yoluyla başa geçen ve yeni düzen kurarak hâkimiyeti ele alan bazı tarihi şahıslar, kahraman olarak tanımlanmış ve hak etmedikleri halde bu sıfatla tarihte yerlerini almışlardır.

15 Temmuz darbe kalkışması, tarihimizde karşılaştığımız birçok darbede olduğu gibi kanlı olmuş ve Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilenlerle kıyaslandığında toplumda derin bir travmaya yol açmış ve açmaya da devam etmektedir. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte sürdürülen düşük yoğunluklu darbe süreçleri malum olduğu gibi oldukça kanlı gerçekleşmiştir. Ancak tek parti yönetiminden çok partili sisteme geçildikten sonra TSK eliyle gerçekleştirilen darbelerde (1960, 1971, 1980, 28 Şubat vs) 15 Temmuz darbesinde olduğu gibi topyekûn katliam ve imha tasavvuru gözlenememiştir. Belki sözkonusu darbelerde ciddi bir halk direnişi olmadığı için darbe planlayıcılarının katliam planlayıp planlamadıklarını bilememekteyiz. Muhtemelen meşru idareleri devirme planları yapan faşist darbeciler, direnme olması durumunda sivillerin öldürülmesini de planlamışlardır. Kendi insanına namluyu çeviren, kendi kurumlarını ve meclisini bombalayan bir TSK toplum vicdanında kapanması zor bir yara açmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin neredeyse belli periyotlara bağladığı darbe teşebbüsleri, doğal olarak bu kurumu daha ciddi olarak mercek altına alma mecburiyeti doğurmuş bulunmaktadır. TSK nasıl bir yapılanmaya sahiptir, nasıl bir eğitim ve öğretim bir öğrenim sistemi uygulamaktadır ki, sistemden yetişen komuta kademeleri sürekli olarak darbe yapma zihniyeti taşımakta ve uygun şartları bulduklarında da bu düşünceyi uygulama safhasına koymaktadırlar. Darbe planlayıp başarıya ulaşanlar, yaşayarak gördüğümüz gibi, darbe sonrasında hâkimiyetlerini sürdürecek sistematiği üretmekte, yasal mevzuatı bu kapsamda değiştirmektedirler. Seçilmiş meşru yönetimleri devre dışı bırakırken hazırladıkları sistematiği ve mevzuatı dayanak yapmakta, mevcut idarelerin devrilebilmesi için başarısız olmalarını sağlayacak fiili ve manevi algı operasyonları yapmaktadırlar.

Cumhuriyetin kurucu zihniyeti, Osmanlıdan tevarüs eden bazı başarılı kurumları ve yapıları, yeni ideolojik devlet düzenine taşımaya gayret etmişlerdir. Köy enstitüleri bu yapılara örnek olarak verilebilir. Çok partili hayata geçtikten sonra oluşan kısmi özgürlük ortamında gelen toplumsal baskılar ve siyasi direnç bu okulların kapanmasına yol açmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel ihtiyacını karşılamak üzere açılan okulları da bu açıdan değerlendirmekte fayda var. İlk zamanlar askeri ortaokulların da var olduğunu hesaba katarsak, TSK’ne personel yetiştirirken sisteme alınanların çok erken yaşlardan itibaren tesbit edildiğini söylemek lazım. Muhtemelen uygulamadaki zorluklar sebebiyle zaman içerisinde askeri ortaokullar kapatılmıştır. Ancak 28 Şubat darbesini gerçekleştiren komuta heyetinin bir kısmının Erzincan Askeri Ortaokulundan mezun olduğunu dikkatlerden uzak tutmamak gerekir.

Bu eğitim sisteminde dikkati çeken nokta, orta sınıf ve hatta fakir sayılabilecek ailelerin çocuklarının sisteme alınıyor olduğu, bu öğrencilere toplumun temel değerlerine rağmen yeni ideolojik formasyon veriliyor olmasıdır. Askeri ortaokuldan askeri liselere, oradan da harp okullarına devam eden çocuklar kendileri için biçilen rolü oynamaya hazır hale gelmiş olmaktadırlar. Öncelikle ayrıldıkları çevrede sahip olamayacakları imkânlara sahip olmuşlar, değerler sistemleri altüst olmuş, ailelerinden ve doğal çevrelerinden kopmuşlardır. Bu durum onları operasyonel durumlara müsait hale getirmiş olmaktadır.

Benim dâhil olduğum zamanlarda askeri ortaokullar kapatılmış, ancak lise seviyesindeki subay/astsubay yetiştiren askeri okullar ve harp okulları ile askeri akademiler sistemde yer almaya devam etmekteydi. Askeri liselerde, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası sivil eğitim sistemindeki güven ortamındaki problem nedeniyle askeri okul sistemine yoğun bir talep olduğu bir dönemde görev yaptım. O yıllarda Işıklar Askeri Lisesi, Kara Kuvvetlerine bağlı idi ve o dönemde bütün askeri liseler tarihinin en yüksek talep patlamasını yaşamaktaydı. Pek tabii, talep patlaması daha kaliteli öğrencilerin alınması sonucunu da doğuruyordu. O dönemde üniversite sınavlarına seçilip gönderilen öğrenciler oldukça başarılı olmaktaydı. Seçilen öğrenciler elbette %10’a giren kitleden idi ve doğal olarak genel bir başarıdan söz edilemezdi. 90’lı yıllardan itibaren talep ciddi olarak azaldı ve kalite de aşağıya doğru bir seyir izledi.

Görev yaptığım dönemde askeri liselerin hazırlık sınıflarında eğitim öğretime başlayan öğrenciler, 14-15 yaşlarında sıkı bir disiplin ortamına alınmakta, eften püften sebeplere cezalandırılarak kişilikleri ile oynanmakta ve başta Fransız sofra adabı olmak üzere sosyete adabı öğretilmekte idi. Böylelikle kişilikleri ciddi şekilde değişmekte ve geldikleri aile ortamından uzaklaşmaktaydılar.

1990’lı yıllara kadar TSK okul ve kışlalarında mescit veya camiler bulunmakta ve kullanıma açık tutulmakta idi. Böylelikle inançları gereği namaz kılmak isteyenler herhangi bir engelle karşılaşmadan ibadetlerini yapabilmekte idiler. Her ne kadar komuta kademelerinde bulunanlar ibadet yapanlara iyi gözle bakmasalar da, sistematik bir engelleme olduğunu söyleyemem. Bu durum devam ediyor olmasına rağmen inançlarını yaşama veya ifade etme konusunda öğrencilerin ve subay astsubayın ciddi bir manevi baskı altında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

80’li yılların sonundan başlayarak inançlı insanlara sistematik bir baskı ve yıldırma uygulandığını ifade etmem gerekir. Bu baskı ve yıldırma faaliyeti FETÖ gibi özel ajandaya sahip örgütlenmelerin, tabiri caizse yer altına inmelerine sebep olmuştur diyebilirim. İnançlı öğrencilerden başlayarak subay ve astsubaylara manevi baskı uygulanmakta, bu personel mobbinge maruz tutulmakta idi. Baskı ve yıldırma taktikleri, 28 Şubat darbesi öncesi ve devamında sayıları binlerle ifade edilen TSK mensubunun YAŞ kararları ile atılmalarına, üçlü kararnameler ile ilişiklerinin kesilmesine, baskı ile erken emekli olmalarına veya istifa etmelerine sebep oldu. Böylece meydana gelen boşluk, darbe zihniyeti taşıyan FETÖ benzeri dini olduğunu iddia eden yapılar ve sol-Kemalist zihniyete sahip darbecilerle doldurulmuş oldu.

Bu yıllarda Kuleli, Maltepe ve Işıklar Askeri Liselerinde tasfiye denebilecek uygulamalar yapıldı, sayıları onlarla ifade edilebilecek askeri öğrenci askeri liselerden atıldı. Bu soruşturmalarda FETÖ örgütlenmesine bağlı öğrencilerin, daha 1986’lı yıllarda hücre tipi bir örgütlenme uyguladıkları tesbit edilmişti. Takip ve atılmalara rağmen TSK’nin eğitim kurumlarına bu örgütün ilgisinin artarak devam ettiği ve zaman içerisinde TSK’ndeki lise ve harp okullarında hâkim konuma geçecek seviyeye ulaştığı bilinmektedir.

***

Bu tür örgüt veya örgütlenmelerden bağımsız olarak meseleyi serinkanlı değerlendirmekte fayda var. Zira TSK eğitim öğretim sistemin kendisi darbe fikrini beslemektedir. Hangi örgütün veya örgütlenmenin bu yola başvurduğu meselesinden daha önemlisi, kurulu sistemin darbe zihniyetini üretiyor olmasıdır. Her on yılda bir gerçekleşen darbe ve teşebbüsünün kurucu gücünü, TSK’lerinin eğitim sisteminde aramak gerekir.

Maalesef son kanlı darbe teşebbüsünün kurucu felsefesi, 1985-1995 yılları arasında askeri liselerden mezun olan öğrenciler tarafından oluşturulmuştur. O dönemlerde seküler ve katı Kemalist bir eğitim sistemi öngörülmekte ve öğrenciler buna zorlanmakta idi. Daha önemlisi okula başlayan her öğrenciye, sivil düşmanlığı ve gerektiğinde sivillerin alaşağı edilmesi fikri zerk edilmekteydi. Okula başlayan her öğrenci geleceğin önce genelkurmay başkanı olarak tanımlanmakta, bir sonraki adımda da cumhurbaşkanı olacağı varsayılmakta idi. Zaten siyasiler ve siviller, sivil kurum ve kuruluşlar gerçek anlamda vatansever olamazlardı, bu vatanı koruma ve kollama; gerekirse müdahale ederek kurtarma görevi ancak ve ancak TSK mensuplarında idi. Bu anlayış neredeyse bütün zerrelerine, kılcal damarlarına kadar yerleştirilmişti. TSK’nde askerlik yapmak için bulunan insanlar da nihayetinde terbiye edilmesi ve kalıba sokulacak, güvenilmez ve takip edilmesi gereken insanlardı.

Ne yazık ki o dönemlerde okullarda yönetici olarak çalışan kurmay ve sınıftan idareci subaylar, 28 Şubat darbesinin aktörleri oldular; onların rahle-i tedrisinden geçenler de 15 Temmuz darbesine teşebbüs ettiler.

***

Dünkü Resmi Gazete’de yayınlanan Kanun Hükmünde OHAL Kararnamesi ile bütün askeri liseler ile astsubay okulları ve harp akademileri kapatıldı. Şahsi olarak bu kararın alkışlanacak bir karar olduğunu düşünüyorum. Zira milletle TSK arasındaki mesafeyi artıran önemli alanların başında askeri lise ve astsubay hazırlama okulları gelmekteydi. Ancak bataklığı kurutma ameliyesinden sonra atılacak adımların çok daha önemli olduğunu düşünmek durumundayız. Yeni oluşturulacak eğitim sistemi, bir daha darbeye kalkışmayı düşündürmeyecek düzenlemeler ve felsefi bakış açısı içermelidir.

Herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın bu ülkenin her tarafındaki her tür lise mezunu TSK komuta kademesine aday olmak üzere eğitim sistemine kabul edilmelidir.

Harp Okulları mevcut yapısı ile modern eğitim sistemi ve esnek harp eğitim imkânlarını karşılamaktan çok uzaktır. Harp okullarının muharip sınıf yetiştiren bir yapıya dönüştürülmeleri zorunluluk arz etmektedir. Üniversitelerde daha yetkin akademisyenler tarafından okutulmakta olan dersler vakit kaybından öte bir mana ifade etmemektedir ve behemehal kaldırılmalıdır.

Harp Okullarının yeni kurulan Milli Savunma Üniversitesine bağlı lisansüstü ve doktora eğitimi veren kurumlar şeklinde dizayn edilmesi gerekmektedir.

Harp okullarına üniversite mezunları arasından, ihtiyaç duyulan branşlar dikkate alınarak kabul edilecek öğrenciler, sınıf okullarındaki eğitimler hariç; bir, iki veya üç yıla yayılacak sıkıştırılmış ve gerekli uzmanlık eğitiminden geçirilmeli ve TSK saflarına bu yolla katılmaları sağlanmalıdır. Harp akademilerinin ifa etmekte olduğu eğitimleri, lisansüstü ve doktora eğitimleri biçiminde yeniden tanımlamak gereklidir.

TSK’nin ihtiyaç duyduğu muharip sınıflar dışındaki bütün sınıflara, üniversite mezunu ve istekli adaylar arasından, belirlenecek usullerle seçim yapılmalı ve bu adaylar sınıf okullarında verilecek uzmanlık eğitiminden sonra sisteme dâhil edilmelidir.

Harp okulları için düşünülen yeni eğitim düzeni astsubay yetiştirme sistemi için de yenilenmeli, sivil eğitim kademelerinde yetişmiş bireylerin lise, önlisans veya lisans eğitimlerinden sonra TSK eğitim sistemine katılmalarını sağlayacak şekilde yeniden bir düzenleme yapılmalıdır.

***

TSK’nin mevcut hantal yapısını hızla aktif hale getirmek üzere, görev tanımlamaları ile terfi sisteminin de revize edilmesi gereği aşikârdır. Son YAŞ toplantısı sonrası astsubaylıktan gelen bir albayın general olarak atanmasının bu sistemin kilit uygulamalarından olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Rütbe terfilerindeki yeterlilik kriterlerinin yeniden düzenlemesi çok önemlidir. Rütbelerde bekleme süresini dolduran her personelin, süre sonunda bir üst rütbeye terfi etmesinin hakkaniyete uygun olmadığı ortadadır. Bazı durumlarda bütün askerlik hayatı boyunca en fazla astsubay üstçavuş rütbesini, subaylara en fazla yüzbaşı rütbesini hak edebilecek durumda olacak personelin bulunduğu hatırda tutulmalıdır. Buna karşın rütbe bekleme sürelerinin esnetilmesi durumunda belki de 40’lı yaşlarda generalliğe terfi edilebilmesinin önü açılmalıdır; hakeza astsubaylıktan subaylığa geçme kriterleri de başarı ve performansa dayalı hale getirilerek makul sürelerde astsubayların mümkün olabilecek erken yaşlarda generalliğe ulaşabilmeleri imkân dâhiline getirilmelidir.

***

Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığına devri hayırlı bir karar olmuştur.

***

En kısa zamanda askeri yargı sisteminin de bütünüyle kaldırılarak sivilleştirilmesi zorunludur. Bir ülkede iki ayrı yargı sisteminin olamayacağı tartışılmazdır. Darbe felsefesi ve ideolojisini besleyen kurumsal yapılardan biri askeri yargı sistemi olmuştur.

***

TSK’lerinin personel yapısının tamamının profesyonellerden oluşturulması hususu da ciddiyetle üzerinde durulacak konular arasına girmiş durumdadır. Bugünün sıcak gündeminde tartışılması sıkıntılı görünse de, zaman içerisinde bu konunun da stratejik planlamalarda dikkate alınması elzemdir.

***

TSK’lerinin denetim ve kontrol sisteminin TSK iç işleyişinin ve mevcut yapısının tamamen dışında olması artık zorunlu hale gelmiştir. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulacak çoğunluğu sivillerden oluşturulacak bir denetim mekanizmasına ihtiyaç vardır. Mevcut sistemde denetimler ve kontroller belli planlamalara bağlı olarak sürdürülmekte idi. Bunun bir kontrol ve denetim olmadığı, belki de dostlar alışverişte görsün tarzında görev yapıldı anlamını taşıdığı malumdur. Bu nedenle yeni denetim ve kontrol sisteminin TSK’nin teşkilat sistemine ve hiyerarşisine tabi olmaması çok önemlidir.

Şehirlerde bulunan kışlaların şehir dışına taşınması fikri doğru ve arkasında durulması gerekli bir düşüncedir. Ancak TSK personelinin toplumdan neredeyse tamamen kopuk yaşadığı dikkate alındığında, ordu-millet birlikteliğinin oluşabilmesi için, askerin toplumla beraber olmasını sağlayacak tedbirlere ihtiyaç duyulduğu da gözardı edilmemelidir.

Son Düzenlenme Salı, 01 Kasım 2016 12:13
Mehmet Abdullah Kaplan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Son Ekledikleri: Mehmet Abdullah Kaplan

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...