Salı, 31 Aralık 2019 14:30

Libya meselesi büyük kavganın adıdır

Türkiye, Libya’da muharip güç olma konusunda dikkatli olmalı. Çünkü Libya ve Tunus sınırları boyunca kabilecilikten ötürü girift aile/kabile bağları söz konusudur. Kendi içlerinde bir savaş yapmak ile bir Türk, bir Fars veya bir Arap ile savaşmak etnik bir savaş olarak anılacağından; kindar kabile bağlarından ötürü, Türk devleti sonsuz bir nefretle karşı karşıya kalabilir.

Suriye’den Libya’ya giden savaşçıların, cep telefonlarından elde edilen video ve resimlerin sosyal medya aracılığıyla paylaştığı görüntülerden ötürü ciddi bir antipatiklik durumu söz konusu. Bu konunun başlı başına bir problem teşkil ettiğine dikkat edilmeli.

Libya’yla sadece Batı’dan Tunus ve Cezayir üzerinden girişilen mutabakat ve lojistik anlaşmaları yeterli değil; Güney’den Çad ve Sudan’dan da destek alınması mühim bir hadisedir.

Mısır silahlı kuvvetleri ile Sisi’yi bir tutmak doğru değil. Türk devleti, ikili ve Mısır’dan sağlayacağı destekle de Mısır silahlı kuvvetlerinde en azından psikolojik açıdan destek aramalıdır.

Arap milliyetçiliği, İslam üstü bir etnik ve kindar düşünce olduğundan, Türkiye büyük-küçük Arap devletlerini bir şekilde askeri müdahaleye dahil etmeli. Arap unsurların olduğu koalisyon kurmaya azami dikkat etmelidir.

Rus Wagner, ABD Black Water, İtalyan, Fransız ve Çin askeri şirketlerinin saha da oluşturacağı facia bir şekilde unutulur. Ancak Türk şirketlerinin kuracağı ilişkiden, olası komplikasyonlara kadar yapacağı en ufak bir hatanın telafisinin 100 yıldan aşağı olmayacağı unutulmamalıdır. Bu bağlamda halen Kuzey Afrika’da (belki çoğunluk değil) ama hatırı sayılır, milyonlarca insan Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Türkiye’yi halen sömürgeci ve işgalci gördüğü unutulmamalıdır.

Türk askeri şirketi, terör örgütü listesine alınabilir. Farklı isimlerde kişi ve tüzel kişilikler oluşturmak gereklidir.

Tunus ve Cezayir’de istihbaratçı veya kamu görevlileriyle kurulacak ilişkinin arka planı çok iyi irdelenmelidir. 2011 hatta çok daha ötesine kadar bu bölgede ezilmiş ve dışlanmış insanların/kabilelerin öteki gruplara karşı birikmiş bir öfkesi olduğundan sahadan gelen bilgilerin duygusal bir arka planına iyi bakmak gereklidir. Çünkü Tunus, Libya ve Cezayir’in kendi aralarındaki çekişme, Türk devletinin üst düzey yetkililerine bile yansıyacak ‘görüş ayrılıklarına’ neden olacak düzeydir. Nihayetinde 1.Dünya savaşı öncesinde de Osmanlıya en çok zararı, ahalinin kendi aralarındaki itilaflar vermiştir. Sadece bu dönemde Teşkilatı Mahsusa subayları Nuri Paşa, Şehzade Osman Fuat Bey, Komutan Şerif Ahmet görevden alınmıştır.

Tunus ve Cezayir, Fransız sömürgesi olduğundan Francopohen (Frankofon) özellikleri yüksektir. Fransızlar gibi giyinirler, onlar gibi tatile giderler, bir Ortadoğuludan bahsetmek çok güçtür. Dolayısıyla da savaş karşıtı, barış yanlısı tutum sergilerler. Türkiye, Tunus ve Cezayir iç kamuoylarına Libya müdahalesinden doğan eleştiri, protesto ve algılarla bir şekilde muhataptır. Dolayısıyla dezenformasyonun önüne geçmek için Tunus, Cezayir ve Libya’da Gazete, Radyo, TV ve İnternet haberciliği noktasında güçlü bir bütçe ayırmak zorundadır. Önemli medya kuruluşlarına örtülü ödenek vermek, medya kuruluşlarına ortak olmak, reklam vermek, hatta promosyonlar sunmalıdır. 

Türkiye Hafter’i yok etse bile; onun yerini alacak birileri olacaktır. Bu yüzden de Hafter’in desteklediği kabileden insanlarla her türlü temasa açık olunmalıdır. Aksi durumda Türkiye, risk altındadır. Türk yetkililer Mısır ve Suriye örneklerini unutmamalı. Anlamsız kapris, ego ve bilmişlik havalarına girmemelidir. Nihayetinden bir insan her şeyi bilemez. Savaş veya askeri müdahale komplike bir hadise olduğundan inter-disiplin bir birikime ihtiyaç vardır.

Türkiye, karşı blokta yer alan ülkelerin hamlelerini çok iyi okumalı ve anlık cevaplar vermelidir. Oluşabilecek en ufak bir boşluk, başka bir ülke tarafından doldurulması kaçınılmazdır. Buna karşı uluslararası diplomasi de itidalli davranmalıdır. Sahada inter-aktif, masada, uluslararası diplomaside itidali prensip haline getirmek zorundadır.

Türkiye, Sudan’la ilişkileri sıkı tutmalıdır. Gerekirse zor kullanmalı ve güç tesis edilmelidir. Sudan darbesinin Türkiye’ye olduğu açıkken; yeni Sudan yönetiminin Türkiye’ye bağlılık göstermesi, sadece Türkiye’nin ağzına bal çalıp, geçiş sürecini tamamlayana kadar; müesses nizama karşılamamasıdır. Nitekim Sudan’ın 5.000 kişiyle Libya’da bulunması tam olarak bunun çıktısıdır. Bu bağlamda Sudan silahlı kuvvetleri de Türkiye’nin yanında yer alarak asker göndermeli, Türkiye karşıtları yok edilmelidir.

Türkiye’nin uzun yıllar dış politikasında ihmal ettiği ama en etkili olan sermaye ve iş çevreleridir. Türkiye Tunus başta olmak üzere Libya ve Cezayir’de sermaye kesimleriyle arasını iyi tutmalı. Fransa’nın etkisinin önüne geçmelidir.

Türkiye, sahada sürekli ‘Türk Sivil Kuvvetlerini’ bulundurmalıdır. Akademisyenler, psikologlar, araştırmacılar ve siyaset bilimcilerden oluşan düzenli ekipler oluşturarak sahadaki nabız kontrol edilmelidir.  Vesselam.

Sabri BALAMAN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...