Pazartesi, 01 Ağustos 2022 12:27

Hamidiye Kahramanı Hüseyin Rauf Orbay

Deniz Harp Okulunun yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden bir tanesi Hüseyin Rauf Orbay’dır. Aynı Necip Fazıl Kısakürek gibi devrin baskıcı yöneticileri ile anlaşamadığından dolayı türlü türlü iftira ve suçlamalara maruz kalmıştır. Fakat doğruların bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu vardır. İşte bu günkü denizcilik yazımızda Bu büyük denizci ve devlet adamımızdan bahsedeceğiz.

Hüseyin Rauf Bey, gerek Osmanlı Devleti gerekse Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde önemli vazifelerde bulunmuş, denizci, asker, siyaset adamı ve mühim bir diplomattır. Ülkemizin savaş ve işgallerle boğuştuğu her dönemde kilit roller üstlenmiştir. Bahriye vekilliği, başbakanlık, milletvekilliği, büyükelçilik gibi önemli görevleri başarı ile yerine getirmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda ve Misak-ı Milli adı verilen devletimizin temelinde bu zatın emeği ve gayretleri vardır.

Bu büyük hizmetlerinden dolayı İngilizlerin işkencesine ve Malta adasına sürgün ile cezalandırılmıştır. Tarihçilerimizin bu büyük devlet adamına karşı duyarsızlığı gerçekten çok ciddi bir kusurdur. Türk milleti ve denizcileri, bu zatı tanımak zorundadır. Çünkü dünya çapında bir şöhreti ve kimseye nasip olmayan askeri başarıları vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi başkanları ile her konuda anlaşamamış olması bir ayıp değildir. Çünkü kendisi de bir siyaset adamıdır. Cumhuriyetimizin ilk partilerinden olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları arasında yer almıştır.  Umulur ki; Hükümetimiz, Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu büyük askeri kişilik üzerindeki ambargoları kaldırarak hakkını ve itibarını iade eder.

Eğer bu kurumlar Hüseyin Rauf Orbay hakkında gerçekleri yazmayıp iftiralar savurmaya devam ederse çok çirkin ve ayıp bir cürümü işlemiş olacaktır. Zira her vatan evladının bu kahraman denizci ve askeri tanıması gereklidir. 

Dillere destan olduğu için “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımda Rauf Bey’in Hamidiye Kruvazörü Komutanı olarak gerçekleştirdiği harekâta yer vermiş bir çok makalemde bu zatın üstün vasıflarına değinmiştim. Bütün bunları yok sayıp sadece “Mondros Mütarekesi’ni” Osmanlı Devleti adına imzalamasından dolayı devlet resmi söylemlerinde layık olmadığı sözlerle anılması çok üzücü bir durumdur. Bu ateşkes anlaşması konusunda da bilinmesi gereken çok önemli hususlar vardır.

Mondros ateşkesi sürecinde Osmanlı Devletini Mondros’da kimin temsil edeceği sorusuna ilk olarak Adliye Nazırı Hayri Efendi ‘’Hüseyin Rauf Bey’’ ismini vermiştir. Rauf Bey ise diplomasi mesleğinde tecrübeli bir zatın tayini, ordu mensuplarından elverişli birinin de ona yardımcı olarak katılmasını önermiş ve affını istemiştir.

Ancak Sadrazam İzzet Paşa’nın doğrudan hitabı, padişahın da bir an evvel muharebenin sonlanmasını istemesi ve esir tutulan İngiliz General Towshend’in mütarekeyi müzakere edecek “Heyette Rauf Bey’in bulunmasının faydalı olacağı görüşü” üzerine görevi kabul etmiştir.

Bu maksatla 24 Ekim gecesi Peykişevket adlı destroyerle İstanbul’dan Bandırma’ya geçen Osmanlı heyeti üyeleri, buradan trenle İzmir’e, 26 Ekim sabahı Muzaffer adlı römorkörle İzmir’den ayrıldıktan sonra bir İngiliz mayın tarama gemisine geçmişlerdir. Önce Midilli Adası’na, buradan da Liverpool adlı İngiliz kruvazörüyle Limni Adası’nın Mondros Limanı’na ulaşmışlardır. Heyet gece vakti İngiliz Agamemnon zırhlısının güvertesinde Amiral Calthorpe tarafından karşılanmıştır. Fakat saatin geç olduğu ve heyet üyelerinin yorgun olduğu için görüşmeler ertesi sabaha bırakılmıştır.

Ertesi sabah, müşavir olarak katılacak olan iki kumandan Amiral Seymur ve Albay Labens ile Binbaşı Dikson, kâtiplikle görevli birkaç genç teğmen gelmiştir. Görüşme öncesi baş başa bir konuşma isteğini Calthorpe kabul etmiştir. Rauf Bey, savaşa girme nedenin asıl olarak “Rus tehlikesi olduğunu, bir ihtilal gerçekleşmişse de Rus tehlikesinin tamamen ortadan kalkmadığını, istiklale dokunacak şartların kabul edilemeyeceğini” diplomatik bir dille iletmiştir. Bir saate yakın sessizce dinledikten sonra Calthorpe, Osmanlı ve İngiliz menfaatlerini korur bir dostluğun yeniden başlaması için elinden geleni yapacağını belirtmiştir. Fakat bir çok İngiliz gibi o da sözünde durmamıştır.

Rauf Bey kendisine uzatılan metni incelediğinde bütün askerlik ve siyasi hayatının en sıkıntılı ve küçük düşürücü anıyla karşı karşıya kaldığını hissetmiştir. Bu metni, millet ve devlet adına imzalamak kendisi için çok zor bir durum olmuştur. Maddeleri okumak için süre istediğinde ise Calthorpe’den “Bu bir teklif değil, karardır” cevabını almıştır.

Mevcut durumu Padişah’a ve Bab-ı Ali’ye bildiren Rauf Bey; “evet” cevabı gelince mütarekeyi imzalamıştır. Bundan sonrasındaki mütareke döneminde İstanbul’un en bedbaht adamı da Rauf Bey olmuştur. Zira Mondros’dan dönüşünde gazetelere verdiği “İmzaladığımız mütarekeyle bağımsızlığımız ve saltanat hukuku tümüyle kurtarılmıştır” beyanatı; İngilizlerin sözlerinde durmaması nedeni ile eleştiriye uğramıştır.

Osmanlı Hükümetince 12 milyon İngiliz altını karşılığında satın alınan “Sultan Osman, Reşadiye ve Fatih Kruvazörlerini” teslim almak üzere İngiltere’ye gittiğinde de İngilizlerin verdikleri sözlerde durmadığını bizzat görmüştür. İngilizlerin bu çirkin tutumu yerine Rauf Bey’i suçlamak tuhaf ve anlaşılması güç bir durumdur.

Ne gariptir ki; 40 gün önce Filistin cephesinde Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci Ordu Komutanlarının cepheyi terk edip büyük bir bozguna uğramasına Rauf Bey sebep olmuş gibi çok haksız bir muameleye maruz kalmıştır. Fakat öncelikle Osmanlı paşaları ateşkes anlaşmasının bir an önce imzalamasını Rauf Bey’den istiyorlardı. Mütareke imzalandıktan sonra 13 Kasım 1918 de 55 parçalık düşman filosu, Dolmabahçe önüne demirlemiştir.

Bu haksız itham ve suçlamalara değindikten sonra Rauf Bey’in askerlik hayatından küçük bir kesiti anlatalım. Zira bu küçük zaman diliminde dünya denizcilik tarihinin ilk defa gördüğü bir harekâta Rauf Bey imzasını atmıştır.

Rauf Bey, 1911 yılında İtalyan-Osmanlı savaşında Trablusgarp’ta ikmal işlerini sağlamak için görev almıştır. Hemen akabinde başlayan Balkan Harbi’nde ise Hamidiye Kruvazörü’ne komutan olarak atanmıştır. 1912-1913 yılları arasında Varna, Dıraç Şinkin baskınları ile Osmanlı devletinin belki de tek başarısına imza atmıştır.

Balkan bozgunları sonucunda ortaya çıkan moral çöküntüsüne karşı Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin haysiyetini kurtarması neticesinde Rauf Bey’e “Hamidiye Kahramanı” unvanı verilmiş ve harekat sonunda İzmir’de iken rütbesi binbaşılığa yükselmiştir. Çünkü Balkan Harbi, Osmanlı Devleti açısından gaflet, bozgun ve felaket anlamına gelmektedir. Rumeli topraklarının büyük bir kısmı bu savaşta kaybedilmiştir.

Balkan Harbi esas olarak karada cereyan etmiş olmasına rağmen Osmanlı donanması kara savaşına yardımcı olacak taktikler geliştirememiştir. Ancak balkan harbinde Hamidiye’nin Harekatı, Erdirne’nin Enver Paşa tarafından geri alınmasından başka tek başarılı harekât olarak tarihe geçmiştir.

İşte o günlerde Balkan Harbinin en dehşetli anları yaşanıyordu. 500 Yıl idaremiz altında kalan milletler, daha doğru dürüst orduları bile olmadığı hâlde çapulculardan meydana gelmiş topluluklarla vatanımızı işgal ediyordu. Hatta Bulgarlar, uzun bir kuşatmadan sonra Edirne’yi de düşürmüşlerdi.

Bütün bunlara sebep olarak ordunun politikaya karışması, generallerin birbirini ekarte etmek için bilerek orduyu zayıf düşürmesi ve Sabetaycı generallerin ordunun en kilit noktalarını ele geçirmesi en dikkate değer tespitler arasındadır.

O Tarihte İttihat Terakki’nin darbeci yöneticileri tam bir diktatörlük kurmuştu. Yunanlılar birer birer bütün Adalar Denizindeki küçük büyük bütün adalarımızı işgal ediyordu. Osmanlı Donanması, Yunan zırhlısı Averof ’un korkusundan Çanakkale’de kilitli kalmış, Adalar Denizine çıkamıyordu.

İşte bu acılar yaşanırken Rauf Bey ortaya çıktı. Daha rütbesi yüzbaşı idi. Hamidiye Kruvazörü ile Yunan adalarına saldırmayı ve bu sayede Averof ’u üzerine çekerek adalarda direnen Osmanlı askerlerine, bir parça yardım edeceğini söylemişti.

Donanma komutanlığı gerekli izni verdikten sonra gece gizlice Çanakkale’den çıktı. Daha Yunan Donanması ne olduğunu anlamadan Şıra Adasındaki cephaneliklerinin infilâk ettiğini gördü. Değil sadece Averof, belki bütün Yunan donanması Hamidiye Zırhlımızın üzerine gönderilmişti.

Bu arada Karadeniz’de de harekatına devam etmişti. 21 Ekim 1912’de Kovarna, 28 Ekim’de Varna’yı bombalamıştır. Kömür ikmali için İstanbul’a döndükten sonra Bulgar saldırısında darbe almış yaklaşık kırk gün bakım yapılmıştır. Beyrut ardından Port Sait’e yöneldikten sonra Draç’ta Sırp ordugâhını vurmuştur. Şingin’e geldiğinde ise limanda dokuz gemi zincirli bulunmaktadır. Hamidiye’nin topları gürleye ortalığı cehenneme çevirmiştir.

Bu başarılarından evvel Hamidiye Akdeniz’de Trablusşam, Suriye, Mısır ve Hicaz kıyılarını takip ederek, Yemen’in Hudeyde iskelesine kadar gitmiştir. Buralarda Hamidiye’yi Türk denizciliğinin bir sembolü sayan Müslümanlar, çok büyük sevgi gösterisinde bulunmuşlar ve kruvazörün tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Hamidiye’nin yiğitliğini tek şahsın, hatta tek gemi kadrosunun eseri olarak görmek hatalıdır. Bu destan elbette Rauf Bey’in zihninde filizlenmiş, onun mesleki yeteneği ile hayalden gerçeğe dönüşmüştür. Ancak mürettebatı ile onların cesareti bir araya geldiğinde Türk denizciliğinin müstesna yapısı ve kahramanlığı ile mümkün olabilmiştir.

Balkan Harbi’nin acıları içinde perişan olan millet, Hamidiye’ye kadar mağlubiyetler, bozgunlar ile duraklamış sonrasında ise Edirne’yi kurtaran hamle mümkün olmuştur.hatta denilebilir ki Rauf Bey’in mesleğinin haricindeki hizmet ve muvaffakiyetlerinin de yolunu açmıştır.

Hamidiye’nin Komutanı Rauf Bey, Adalar Denizinde cephane taşıyan Yunan ticaret gemilerini batırarak yeni bir savaş metodunu yani “denizlerde ticaret harbini” yapıyordu. Yunanlı gemi kaptanlarından Yunan donanmasının nerede olduğunu öğreniyor ve hepsini kolayca atlatıyordu. Akdeniz’de izini kaybettirmek için Adriyatik Denizine doğru ilerlemiş ve burada birkaç Sırp mevziini de bombalamıştı. Küçük de olsa bazı Sırp lojistik gemilerini de  batırmıştı. Balkan Savaşı süresince neredeyse tek başarılı harekât yapan tek askeri birliğimizdi.

Başka cephelerde ise mağlûbiyetten başka hiçbir sonuç alınamıyordu. Bu arada onarım ve yakıt ikmali için Malta’ya da gitmişti. Rauf Bey ülkelerarası hukuk kurallarını ve inceliklerini çok iyi biliyordu. İngilizcesi fevkalade idi. Yunanlıların bütün olumsuz girişimlerine rağmen İngilizlerin kontrolündeki Malta’da onarımlarını yaptı ve kömür ikmalini temin ederek, tekrar Akdeniz’e açılmıştı.

Yine Yunan gemilerini batırıyor, bütün Yunan donanmasını peşinden sürüklüyordu. Beyrut’a gitmiş burada bir müddet kaldıktan sonra aldığı bir emir üzerine Süveyş Kanalından geçerek, doğruca Kızıldeniz’e geçmişti. İsyan eden Yemenlileri, tehdit ederek tekrar hizaya getirdikten sonra tekrar Süveyş’i geçerek Ege’ye gelecekti.

Bu arada savaş bitmiş, Osmanlı Ordusu belki de Hamidiye’nin başarılarından örnek alarak toparlanmaya başlamıştı. Edirne, Bulgarlardan geri alınmıştı. Rauf Bey, milleti için her türlü tehlikeye atılmış ve başarılı olmuştu. Bu derece şerefli ve başarılı harekât yaptığı hâlde kendisini pahalıya satmamıştı. O milletin çektiği acıları yaşıyor, her gün yeni bir felaketin yaşandığı İstanbul siyasetinden, uzak duruyordu.

Almanlar, onun bu harekâtından çok etkilenmişlerdi. Sırf bu yüzden iki büyük zırhlıyı, Birinci Dünya Savaşı esnasında Atlantik Okyanusuna gönderdiler. Amaçları aynen Rauf Beyin Yunanlılara yaptığı gibi İngilizlerin ikmal yollarını vurmaktı. Fakat onlar Rauf Bey gibi başarılı olamadılar. Arjantin açıklarında Birinci Falkland Savaşı sonucunda, her iki gemiyi de kaybettiler.

Almanlar, İkinci Dünya Savaşı esnasında da “ticaret savaşı” taktiği bir kere daha denediler. Fakat yine başarısız oldular, bu sefer batmaz dedikleri Bismarck Zırhlısı da batırılmıştı. O dönemde ve daha sonraki yıllarda da anlaşılmıştır ki, savaşta zafer için en önemli etkenlerden bir tanesi; ikmal ve lojistiktir. Eğer ikmal yolları kesilirse, ne kadar mükemmel silâhları da olsa, o ordu yenilmeye mahkûmdur.

Günümüzde ABD ordusunda en önemli mevkilerde ikmal kökenli subaylar bulunmaktadır. Çünkü bu subaylar yükselme konusunda diğer branşlardan yetişen arkadaşlarına göre daha şanslıdırlar. Ne yazık ki kara kuvvetlerinde lojistik, biz denizcilerin kullandığı ifade ile ikmal bölümü, gerekli önemi kazanabilmiş değildir.

Bu nedenle Rauf Bey cephanesini çok az kullanıyordu. Hatta yakaladığı Yunan gemilerinden bazılarını, mahmuzlayarak batırmıştı. Dünya denizcilik tarihinde son mahmuzlayarak gemi batırma şerefi de kendisine ait olarak kalacaktı. Zira Hamidiye eski savaş gemilerinde bulunan şimdi ise ancak buz denizlerinde işe yarayan sivri kısmı kullanıyordu. Top sesi işitilmeden Yunan gemilerini mahmuzlayarak delen Rauf Bey Akdeniz’de Yunan gemilerinin bir kâbusu olmuştu. Fakat diğer denizci subayların kendisi gibi cesur ve yürekli olamayışından dolayı Balkan savaşı büyük bir bozgun ile sonuçlanmıştır.

Rauf Bey ve Hamidiye, 7 Eylül 1913 günü İstanbul’a gelmiştir. 7 Ay 24 günlük bir ayrılığın arkasından gerçekleşmiştir. Hamidiye’yi padişah ve hükümet adına daha Çanakkale’de karşılayan Binbaşı Ömer Fevzi Bey olmuştur. Rauf Bey ile Trablusgarp Savaşı’ndan arkadaş olan Ömer Fevzi Bey Hamidiye’ye Doğu Akdeniz’de kömür temin eden kişidir.

Bahriye Nazırı Mahmut Paşa, Maliye Nazırı Rıfat ve Dâhiliye Nazırı Talat Beylerle muhtelif cemiyetler temsilcileri ile İstanbul şehri adına heyetler ve cidden muazzam bir kalabalık tarafından karşılanan Hamidiye ve kahraman mücahitleri etrafları bayraklarla donatılmış vapurlar, istimbotlar ve sandallarla dolu halk tarafından da coşkun tezahürlerle selamlanarak, alkışlana alkışlana gazaları tebrik edilmiştir.

Hüseyin Rauf Bey, Birinci Dünya Savaşı esnasında da çok önemli görevler almıştı. En önemlilerinden bir tanesi ise şuydu. İngilizlerden kaçarak Osmanlıya sığınan ve sonradan Yavuz ve Midilli adlarını alan her iki gemiyi de işgal etme planını yapmıştı. Çünkü bu iki gemi satın alındığı iddia edilse ve Türk bayrağı çekilmiş olsa da Alman donanmasına bağlı olarak hareket ediyordu. Subaylarının çok azı Osmanlı zabitiydi.

Fakat Osmanlı Hükümeti daha savaş başlamadığı halde bu önemli planı kabul etmedi. Sonunda Alman provokasyonu ile savaşa girmek zorunda kalacaktık. Bize sığınmış ve bayrağını değiştirmiş bu gemiler, Enver Paşanın da karşı koymasına rağmen Rus limanlarını topa tutmuş, savaşa Almanlar tarafında girmemize neden olmuştu.

Rauf Bey, Filistin bozgunu sonucunda Mondros’a giderek ateşkesin imzalanmasını sağlamış ve  Mondros Ateşkes sınırları, daha sonra “Misak-ı Milli” sınırlarımız olmuştur. İşte Milli mücadelenin en önemli belgesinin altında da bu zatın imzası vardır.

Son Osmanlı Meclisinde Misak-ı Milli’nin ilanından sonra İngiliz askerleri Meclis’i basmış ve Rauf Bey’i tutuklayarak Malta Adasına sürgün etmişlerdi. İngiliz subaylarının serbest bırakılması karşılığında sürgünden kurtulmuş ve Ankara’ya gelerek milli mücadeledeki en önemli görevleri üstlenmişti.

Yeni kurulan Mecliste aktif olarak görev yapıyordu. Hey’et-i Temsiliye Reisi, yani bugünkü tabirle başbakanı olmuştu. Fakat nedense onun bu özelliği doğru dürüst bilinmemektedir. Hatta denizcilerimizin çoğu bu önemli şahsiyeti bile bilmemektedirler. Muhtemelen bu makaleyi okuyana kadar birçok kişi bilmiyor olacaktır.

Fakat zararın neresinden dönülürse, kârdır. Tarihi, hele hele kendi tarihini bilmemek kadar büyük bir ayıp olamaz. Milli mücadelede Rauf Bey en az Ethem Bey kadar hizmet etmiştir. Fakat bizler ne yapmışız, bu şahısları, sırf CHP’nin genel başkanları ile anlaşamadı diye unutuvermişiz. Hatta düşman sınıfına sokmuşuz.

Bahriye mektebinde derslerimizden bir tanesi de Deniz Harp Tarihiydi. Dersin hocası değerli bir binbaşıydı. Fakat bu derste çok lüzumsuz şeyler anlatılıyor yukarıda değindiğim önemli olaylardan hiç bahsedilmiyordu. Hatta Alman amirali Karl Dönitz’in hatıraları kitabını, satın bile almıştık. Fakat nedense Rauf Bey’den hiç bahsedilmemişti.

Evet, bu Alman amiralinin kitabı gerçekten çok güzeldi ve denizaltı savaşını anlatıyordu. Ama ben hiç olmazsa Türk amirallerini, Zheng He’yi ve Rauf Bey’i de bilmek isterim. Bu vesile ile bize anlatılmayan, fakat sonradan hayatını öğrendiğim birçok denizcimizin dillere destan hikayelerini öğrenmek dileğiyle, vesselam…

 

 

Dr.Vehbi KARA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...