Perşembe, 01 Kasım 2012 10:42

Vesayetin gerçekten kalkması yolunda bir çaba

2011'ün Nisan ayından itibaren yayında olan "Askerhakları.com" sitesi bugüne kadar kendisine ulaşan başvurulardan oluşturduğu bir seçkiyi "Zorunlu Askerlik Sırasında Yaşanan Hak İhlalleri' başlığı altında geçen ay yayınladı.

Söz konusu "Rapor"un girişinde niçin böyle bir sitenin kurulduğu şöyle anlatılıyor: "Zorunlu askerlerin karşılaştıkları kötü muamelelerden, onlara kötü muamelede bulunanlar kadar bu sorunu görmezden gelerek ve tartışmaktan kaçınarak devam etmesine izin verenler siviller de eşit derecede sorumlu."

Ne kadar doğru, yerinde bir tespit.. Nüfusun yarısının çok büyük bir çoğunluğunun "vatan hizmeti" altında maruz kaldıkları kötü muameleyi ciddi olarak kendisine dert edinmiş kaç "sivil" çevre ya da yayın var ortada. Oysa biliyoruz ki, hakaret, dayak, tehdit gibi herkesin tanık olmasa bile bir biçimde haberdar olduğu muameleler, nüfusun yarıya yakınını ("erkekler"den söz ediyoruz tabii ki) bu "ocak"tan yaralanmış, gururu kırılmış, şiddetle doğrudan karşılaşmış birer insan olarak terhis ediyor. Unutmayalım ki, acemi erlerin kendilerinden daha kıdemli erlerden gördükleri kötü muamelenin ('Devrecilik') acısını terhis olup "evlerine" ulaşınca en başta eşlerinden, yani bu sefer kendilerinden daha az kıdemli olanların üzerinden çıkarmamaları imkansızdır. Bu öyle bir "ocak" ki, şiddetin kaçınılmaz olduğunu kafalara son derece sistemli ve yaygın olarak yerleştirebilmektedir.

Dolayısıyla, büyük çoğunluğun dile getirmekten şu ya da bu nedenden dolayı kaçındığı ülkenin bu başta gelen sorununu dillendirmek için bir araya gelen bu bir avuç insanı ne kadar kutlasak azdır.

"Askerhakları.com"un sözünü ettiğim yayınının "önsöz"ünü kaleme almayı benden istediler. Ben de bu isteği sevinerek yerine getirdim. Bu "önsöz"ün büyük bir bölümünü yayından haberdar olmayanların da dikkatine sunmak isterim:

"Ne güzel! Demek bu ülkede de geç de olsa sadece 'asker hakları"nı konu edinen bir yayınla karşılaşmış bulunuyoruz: (…)

70'lerin sonunda uygulanan 'kısa dönem askerlik'in ikinci yılında karşılaştığım 'hak ihlâlleri'nden söz eden bir 'başvuru ile başlamak istiyorum. Bu kısa dönem sırasında beni en çok şaşırtan husus birçoğunun yaşça benden büyük olduğu 'yedek subay adayları'nda gözlediğim 'coşku' olmuştu. Bu uygulama epeydir geç kalanlara yönelik olduğu için etrafımdaki yüzlerce aday 'askercilik' oynamaya ne kadar da meraklıydılar! Hem de büyük çoğunluğu 'askerlikten kaçtıkları' yılları Batı ülkelerinde geçirmiş, yani dünyanın nasıl bir şey olduğunu en azından gözleme fırsatı imkanı bulmuş kişilerdi. Büyük bir özlem duyulduğu anlaşılan o 'koğuş arkadaşlığı', 'manga başı' olabilmek için kendilerinden yaşça çok küçük teğmenler karşısında sergilenen o 'göze girme' gayreti, 'emret komutanım!' derken yüzlere yerleştirilen o 'ciddi'den de öte ciddiyet, hizmetlerine sunulan o malum filmlerin seyredildiği 'sinema akşamları'na büyük bir sevinçle gidip gelmeler. İlk günden sergilenen bu şaşırtıcı tavırlardan çıkardığım sonuç şuydu: Gerçekten de 'asker millet'mişiz… Bu şaşırtıcı tavırlar sırasında 'manga' içinde 'disiplinsiz' davrananları ihtar etmeye kadar gidiyordu. (Bilmiyorum ama belki 'ihbar'lar da vardı.)

'Seçkinler'den oluşan bu birlik hemen yanı başındaki sahada uzun askerlik yapanların muntazaman hakaret, dayak hatta bir tür 'işkence'ye tabi tutulmaları karşında ne kadar da kayıtsızdılar. 'İşte asıl bunlardan korkulur' diye mırıldandığımı da hatırlıyorum. Günün birinde yanımızda talim gören bu insanlardan ('erler' yani) birisini bir yüzbaşı hırpalamakla meşguldü. Yüzbaşı 'hazırol'da ağır makinalı tüfeği havada tutması emredilen bu erin kaşını-saçını yolmakla meşguldü. Bu açık hava işkencesini seyreden bizim taraftan hafif bir homurtu yükselince yüzbaşı daha da sinirlenerek bize doğru 'size ne?' (kabaca tabii ki) anlamında birkaç laf etti. Mustafa'nın yüzbaşının yanına koştuğunu gördüm o an. (söylemesi ayıp ama ben de arkasından!) Sonuçta hiç de bir şey olmadı. Çünkü anlaşılmıştı ki, bu talim alanında 'disiplini sağlayamamak' subaylar açısından olumsuz puanlara tekabül ediyordu. O Mustafa ki, bize hiç mi hiç sezdirmeden TKP'nin (eskisi) önemli bir ismiymiş. Nasıl anlayabilirdik ki; o Mustafa ki doğup büyüdüğü Güneydoğu'daki şehrinde çocukken yılanlardan nasıl korkar ve annesi o korkmasın diye yanında nasıl beklermiş… O Mustafa ki, 'askerlik hizmeti'nin üzerinden beş yıl geçtikten sonra İstanbul'da işkencede can verdi…

Zorunlu askerlik benim gözümde de ünlü sosyolog Pierre Birnbaum'un sözleriyle 'milletin devletleştirilmesi'nin bir sonucudur ve doğum tarihi asıl olarak Fransız Devrimi'dir. Devrim'in 1793'te ihtiyacı olan 300.000 askeri bulabilmek için ilan ettiği seferberlik günümüze kadar gelen 'bütün yurttaşlar birer askerdir' ilkesini yürürlüğe sokan olaydır. Carnot, 1792'de 'Bütün yurttaşları asker yapacak yeni bir askeri sistemin temellerini atmak'tan söz ederken Rousseau'nun benzer değerlendirmelerini hatırlamaktadır.

Zorunlu askerliğin 'doğum tarihi'nin Devrim olması üzerinde düşünmeliyiz. Devrim ilk kez 'millet'i o zaman kadar olmadığı biçimde öne çıkarıyor, birinci plana yerleştiriyordu. 'Eşitlik' talebi ve 'kardeşlik' vurgusu ortaya yurttaşların katılımı üzerine kurulu yepyeni bir biraradalık biçim çıkarıyordu. Bu biraradalığın eskinin 'organik' nitelikteki tikelliklerine tahammülü yoktu. Dolayasıyla yeni devlet de bu yeni-modern yurttaşlar topluluğuna dayanıyordu. Yani hep söylendiği gibi, ulus devlette her yurttaş ülkenin egemen otoritesi ile doğrudan ilişkideydi. Tabii ki 'genel irade' adı verilen o müphem devlet otoritesinden söz ediyoruz. Bu durum 'tarihin kurnazlığı'nın bir eseri midir acaba? 'yurttaş'ı ilk kez 'modern' anlamıyla tarif eden, onu egemen otoritenin ayrılmaz parçası ilan eden, insan ve yurttaş haklarına ilişkin ilk bildirgeleri yayınlayan Devrim, insanlığın o zamana kadar tanımadığı ölçüde büyük ve yıkıcı savaşlara neden olup milyonlarca insanın ulus-devletler uğruna feda edildiği bir dönemin de kapısını açıyordu. Demek ki bu açıdan insanların 'yurttaş' olabilmeleri için 'asker olmak' bedilini ödemeleri gerekiyormuş. Ne kötü, ne acı bir tesadüf bu böyle…"

İşte böyle… Biraz gecikmeli de olsa 'Askerhakları.com'un yayınladığı bu örnek derlemeyi hatırlatmış oldum…

Bu meseleyi küçümsememenizi dilerim. Küçümsemeyin, çünkü "askeri vesayet"in temeli de burada, çözümü de… Ama dikkat edin; hemen her şeyden bolca söz ediyoruz ama bu defterin -bırakın kapatılmasını- kapağına bile dokunulmadı hâlâ. Girin bu "site"ye, anlatın başınızdan geçenleri, askerlik döneminde nasıl yaralandığınızı.. "Başvurular"ın sayısı binleri, on binleri, yüz binleri, milyonları bulsun… Yaralarınız kısmen de olsa tedavi olsun… Bir "asker millet"in nasıl "uyandığının" şahidi olalım…

KÜRŞAT BUMİN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...