Salı, 24 Mayıs 2011 09:34

Helal Gıda Hatıraları - 5

HELAL DAİRESİ İÇİNDE SEYAHAT ETMEK

Bu fânî âlemde “Bütün gelecekler yakındır” hakikatinin tecellîsi ile,  üniversite talebeliğimde İspanya’da bir yaz döneminde yaptığım iki ay kadar devam eden teknik stajımın da sonu gelmişti. Türkiye’ye hemen dönebilirdim; fakat talebelik imkânlarımla oraya kadar gelmişken teknik stajın dışında, turistik amaçla gelenlerin faydalarını da sağlayarak o gelişimi değerlendirmemin uygun olabileceğini düşündüm.

Helal dairesi içinde kalmak şartıyla, bunun zararı değil; faydaları olabilirdi. Teknik staj, akademik çalışma, mal  almak veya satmak, fuarlara katılmak gibi herhangi bir görev sebebiyle olmadan da devlet ve bazı özel kurumlar çalışan personellerini, “Görgü ve bilgi arttırmak için” yurt dışına yevmiyeli ve yolluklu olarak gönderirler. En başta “helallik” sınırları içerisinde olmak şartıyla, gerektiği ve verimli olabilecek şekilde “görgü ve bilgi arttırmak için” yurt dışında geçici olarak bulunmaktan bazı faydalar sağlanabilir.

Çünkü insan, bazı tezatları görerek ve mukayeseler yaparak daha iyi düşünebilir. Seyahat etmek, insana bunları yapabilmesi için daha çok fırsatlar ve imkânlar sunar.

KUR’AN’I KERîM’DE ve HADİSLERDE SEYAHATİN TAVSİYE EDİLMESİ

Kur’an-ı Kerîm’de insanlara ibret için yolculuk yapmayı tavsiye eden ondört kadar âyet vardır. Bu âyetlerde, insanlara kendilerinden önce gelen nesillerin yaşadıkları yerlerde geçmiş ibretli mühim olayları ve bilhassa Allah’ın peygamberleri vasıtası ile yaptığı tebliğine inanmayan insanların âkibetlerini daha iyi  düşünüp ders alabilmeleri için, sonraki nesillerde ve kıyamete kadar gelecek insanları “olay yeri incelemesi” yapmağa davet vardır.

Bunun yanında ibret alınabilecek faydalı işler, zaferler ve hezimetler, gene bu olayların geçtiği yerler görülerek daha iyi anlaşılabilir. Hac ve umrenin menâsikinde de, bu maslahat en bâriz ve en mühim şekliyle mevcuttur. Peygamberimiz’in (s.a.s.) “Seyahat ediniz; sıhhat bulursunuz” hadisindeki Nebevî tavsiyeye de doğru yaşayış ölçüsünden şaşmamak ve seyahati sefahatin vasıtası yapmamak şartıyla, uymakta fayda vardır. Bunların tümü, “İslâm Turizmi” başlığı altında toplanabilir.

BİR “MÜ’MİN” MÜSLÜMAN OLARAK YAŞAMANIN DOĞRU ŞEKLİ

Peygamberimiz (s.a.s.) çok sayıdaki hadislerinde, helal dairesi içinde yeme, içme, seyahat vs ile bir “Mü’min” Müslüman olarak yaşamanın doğru şekline dikkat çekmiş ve bunun derslerini vermiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir: “Mü’min hep güzel şeyler yer, hep güzel şeyler üretir, hep güzel şeyler tüketir.”, “Mü’min, altın gibidir; bozulmaz ve değişmez.”, “Mü’min taze ekin gibidir; ne kadar rüzgar esse, o kırılmaz. Çünkü, içinde iman vardır.”

“Aşk” kelimesine günümüzde çeşitli ve ekseriya hakikîsinden farklı manâların yüklendiği gibi; bahsedilen hadiste mü’minin yediğinin, ürettiğinin ve tükettiğinin “güzelliği”nin de, hakikatinden farklı anlaşılmaması gerekir; aslında onların hadiste bahsedilen “güzelliği”; pahalı, israflı, süslü, gösterişli vb olmaktan ziyade, helallikle sımsıkı bağlı oluşuyla ilgili bir manâdadır. Mü’minin her hususta “olmazsa, olmaz” göreceği tercih sebebi helalliktir; Allah ve Resulünün yasaklamadıklarıdır. Helal dairesi içinde yaşamakta zorluk yoktur; “helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeğe hiç lüzum yoktur.”

İSPANYA, AVRUPA’NIN EN ÇOK TURİST ÇEKEN ÜLKESİDİR

Bu düşünce ve gerekçelerle, İspanya’daki teknik stajımın bitişinden sonra hemen Türkiye’ye dönmek yerine İspanya içinde gezmeyi de düşündüm. Zaten Avrupa’nın en çok turist celbeden ülkesindeydim ve bilhassa onların “Andalucia” dedikleri güney bölgesi, dörtyüz yıl kadar Endülüs Emevî devletinin hâkimiyetinde kalmış; İslâmın Afrika’dan buraya girmesi, bıraktığı medeniyet eserleriyle ve ibret dolu tarihiyle Müslüman bir turistin lakayt kalmaması gereken bir coğrafî bölgeydi. Fakat ben önce, Türkiye’den İspanya’ya altı günlük tren yolculuğumun  yol arkadaşının bulunduğu kuzey bölgesinden başlamak istedim.

“FİESTA”LAR (FESTİVALLER) ÜLKESİ İSPANYA

Belki turist çekmek için olacak İspanya bilhassa yaz aylarındaki festivalleri  -kendi dillerindeki ismiyle  “fiesta”ları- çok bol bir ülkeydi. Türkiye’de de son zamanlarda turist çekmek için “Kiraz festivali” “Kayısı festivali” vs gibi adlarla yapılanlar, onların   taklidi gibiydi, fakat İspanya’da Türkiye’dekinden çok daha fazla olarak festivallere rastlanıyordu.

Madrid’den İspanya’nın kuzeyindeki San Sebastian de los Reyes şehrine geldiğimde orada rastladığım festival, her yıl bütün dünya medyasında da yer alan, boğa güreşine katılacak boğaların, arenaya sokaklarda koşturularak götürülüşü ile renklilik kazananıydı.

Dünya televizyonlarında her yıl o festivalden yayınlanan görüntülerde olduğu gibi,  festival günü, boğaların bulunduğu ahırdan arenaya giden yola bağlantılı olan sokaklara girişler tahta perdelerle kapatılıyor ve boğalar kapalı bir kamyon vasıtasıyla olmak yerine, istisnaî  olarak sokakta koşturularak ahırlarından mecburî istikametleri olan arenaya götürülüyordu. Heyecan meraklısı, Adrenalin hormonlarını fazla ifraz ettirmek isteyen,  stres meraklısı İspanyol gençler ve bazı turistler de, o koşturma esnasında boğalarla kovalamaca oynuyorlar; bazıları boğanın hücumundan kaçamıyor, yere düşüyor, yaralanıyor; boğa tarafından boynuzlanarak veya çiğnenerek öldürülmek tehlikesi de geçiriyordu.

SESLİ ve GÖRÜNTÜLÜ KAYITLARIN DÜNYEA ve ÂHİRETTEKİ ÖNEMİ

Şimdi cep telefonları ile dahi kolayca video kayıtları yapılırken, o tarihlerde video kameraları da yoktu. Onun yerine, 8mm’lik sinema filmi çekimi, hareketli mevzuların görüntülerini kaydedebilmek için amatörlerin yegane kayıt imkânı olduğundan, ben de bu imkânı kullanarak o hareketli ve heyecanlı görüntüleri kayda çalışmıştım.

Üniversite öğrenciliğimde amatör fotoğrafçılığa başlamıştım ve Zeiss-Ikon marka tamamen mekanik ve 8mm film çeken bir sinema makinesini İspanya’ya staja giderken yanımda götürmüştüm. Türkiye’ye dönüşümde de, İspanya’da çektiğim 8mm filmleri montajlayarak yaptığım kısa bir filmle, üniversitede sonradan sopaları ve ateşli sjlahları kullanan ve başlangıçta “Fikir Kulübü” adı altında komünizm propagandası yaparak kendilerine taraftar toplamağa çalışan öğrencilerin faaliyetlerine karşı, diğer faaliyetlerim yanında bununla da, kendi imkânlarımla farklı ve sol zihniyeti aşılamağa çalışanlara karşı görüşü temsil eden bir ilgi odağı meydana getirmeğe çalışmıştım.

LEVH-İ MAHFUZ’UN DÜNYADAKİ BASİT MİSALLERİ

Fotoğraf  makinesiyle hareketsiz ve sessiz olarak görüntü kaydı, sinema makinesi ve video ile hareketli, sesli kayıtlar Levh-i Mahfuz’un dünyadaki basit misalleridir ve Zil Zâl Sûresi son âyetlerinde de belirtildiği gibi, insanın bu dünyada işlediği zerre kadar hayır ve şer bile zayi edilmeden büluğ çağından itibaren kaydedilmekte; Mahkeme-i Kübrâ’da hakkındaki hükme delil olacak şekilde muhafaza edilmektedir.

Dünya hayatında insanların kullandığı sesli ve görüntülü kayıt imkânlarının ülke gündeminde en başa yerleşen gelişmelerde delil olarak rolleri de, bize insanın tüm amellerinin kaydedildiğini, asıl büyük kayıt sistemi olan “Levh-i Mahfuz”u düşündürmeli; buna göre hayatımız boyunca iyi kayıtlar aldıracak şekilde yaşamağa çalışırken, Levh-i Mahfuz’un dünyadaki basit misalleri olan teknolojik ses ve görüntü kayıt vasıtalarını da hayra âlet olacak şekilde kullanmalıyız.

ENDÜLÜS BÖLGESİNE SEYAHATİMİ NASIL YAPACAKTIM?

İspanya’nın kuzeyine seyahatimi tamamladıktan sonra, Madrid’deki öğrenci yurduna tekrar geri döndüm. İspanya’nın güney bölgesini gezmeğe sıra gelmişti; fakat talebe bütçemle bunun yapılabilmesi çok güçtü. Bu seyahatimi nasıl yapabileceğimi düşünürken, kaldığım  öğrenci yurdunda iri yarı bir Alman inşaat mühendisliği öğrencisinin elindeki aydınger kağıda İspanya haritasından kopyalayarak çizdiği bir kroki ile, öğrenci yurdundaki değişik milletlerden kişilerle ferdî konuşmalar yapması dikkatimi çekti.

O Alman öğrencinin elindeki aydınger kağıttaki krokide, İspanya’nın güneyindeki Endülüs bölgesinin şehirlerini birbirine bağlayan karayollarının, şehir merkezleri arasındaki mesafelerin kaydedilmiş olduğu görülüyor ve bu şehirleri motosikleti ile gezmek için kendisine yol arkadaşı ve yakıt masrafını paylaşacak birisini arıyordu. Teklifte bulunduğu yurt arkadaşlarından böyle bir seyahatte yol arkadaşlığını kabul eden olmayınca, ben bu teklifi kabul ile ona yol arkadaşı olmayı, seyahatim için bir fırsat olarak gördüm ve motosikletinin arkasında seyahatle ve öğrenci yurtlarında geceleyerek, Endülüs bölgesindeki dörtyüz yıllık İslâm medeniyetinin kalıntılarının olduğu şehirleri bu şekilde birkaç günde gezmiş oldum.

CEBELİTARIK’A GELDİĞİMİZ ZAMAN

Namaz kılacağım zaman, motosikleti süren Alman yol arkadaşımdan uygun bir yerde mola vermemizi istiyor; pusulamla kıble tayini yaparak cepte de taşınabilir seccademle vakit namazlarımı kılıyor ve kendime yolluk olarak yanıma aldığım helal yiyeceklerden yiyordum. Alman yol arkadaşım, ben bunları yaparken gayet ciddiyetle, fakat hiçbir şey sormadan ve bu mevzuları konuşmak isteği göstermeden beni seyrediyordu. Bazen lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden daha tesirlidir; eğer sonraki hayatında aklını, cüz’î iradesini ve meylini iyi kullanabilmişse, bu hâl derslerinden de hakikati bulmak yolunda istifade etmiş olabilir.

İspanya’nın Endülüs bölgesindeki şehirler, o şehirlerde geçmişte yaşanmış hadiseler tarihî eserlerin sanat tarihi bakımından tahlili vs den geniş şekilde bahsetmek, orasıyla ilgili bir tarih kitabı yazmak veya zaten kolaylıkla ulaşılabilen kaynaklardaki bilgileri tekrarlamak olur; merak edenler o bilgileri bulur ve okur.  Fakat Alman yol arkadaşımın motosikleti ile Cebelitarık’a (Gibraltar’a) geldiğimizde, sahildeki onun isminin verildiği âbide gibi o çok muhteşem ve azametli kaya, bana İspanya fatihi Tarık bin Ziyad’ı (Ziyad oğlu Tarık’ı) ve asırlar önce onun Müslüman askerleriyle geçip daha sonra da gemilerini yaktırdığı boğazı, aksi istikamette de olsa geçerek Afrika’ya ayak basmak için kuvvetli bir arzu hissettirdi.

AFRİKA’YA GEÇMEK İÇİN TARTIŞMAMIZ

Yol arkadaşım Alman, kendi ölçüleri içinde prensip sahibiydi. Bu seyahatini Endülüs (Andalucia) bölgesi için planlamıştı. Benim Afrika’ya da geçmek isteğime başlangıçtaki planında olmadığı için, ısrarla karşı çıkıyor ve gelmek istemiyordu. Bu meseleyi uzunca bir müddet aramızda tartıştık. Ben oraya kadar gelmişken Afrika’ya da kısa süreli de olsa geçmenin bir fırsat olduğunu, bu fırsatı değerlendirmemizin uygun olacağını söylüyordum.

Tartışmalarımızın sonunda ve ısrarlarım karşısında Alman yol arkadaşım, Cebelitarık boğazının Afrika yakasında benim sadece iki gün kalıp dönmek üzere vapurla boğazı geçmeme razı oldu; kendisi de tarifesinden tespit ettiğimiz iki gün sonraki bir vapurun  dönüş saatinde Cebelitarık’taki vapur iskelesinde beklemeğe söz verdi ve öyle yaptık.

Bu şekilde, İspanya’dan ve Avrupa kıtasından Fas’a ve Afrika kıtasına, Cebelitarık boğazından ikibuçuk saatlik bir vapur yolculuğuyla geçmiş ve orayı da bir günde görülebilecek yerleriyle görmüş oldum.

AFRİKA’YA BOĞAZI VAPURLA GEÇEREK GİTMEMİN EN MÜHİM İNTİBAI

Cebelitarık boğazını vapurla geçişimin bende bıraktığı en mühim intiba, vapurumuz Afrika kıtasının sahillerine yaklaşırken olmuştu. Daha sonra aylık bir dergideki “Varlıktaki Birlik” başlıklı yazımda, o mühim intibaımdan bahsetmiştim.

Kâinatta en yüksek hakikat olan tevhîd (Allah’ın verlığı ve birliği) ile de alâkalı olduğundan, o yazımı burada nakletmekte fayda görüyorum:

VARLIKTAKİ BİRLİK

İnşaat müteahhidi olan bir arkadaşımı bürosunda ziyarete gitmiştim. Bir kooperatifin parselleyip arsalar haline getirdiği bir köy arazisinin alt yapı tesisleri işini üzerine almış. İnşaat sahasına gideceğinden bahsedince anî bir kararla:

"-Ben de geleyim..." dedim.

Değişiklik insanlar için bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın bedenî ve ruhî sebepleri yanında mühim bir sırrı ve hikmeti de, şu kâinatın tebeddül ve tegayyur kanununa ve tehavvül ve tekamül düstûruna tabi kılınmış olmasıdır.

Asfalttan ayrılıp köy yoluna sapınca, meyilli ve arızalı zeminle, bindiğimiz otomobilin mücadelesi başladı. Yol, süratle gitmeğe ne kadar mani ise, etraftaki değişen manzaraları temaşa fırsatı vermeğe de o derece müsaitti. Yolculuğumuzun hafif sarsıntısı, rahatsızlık vermekten çok, tezad ve mukayeselerle bazı düşünce ve intibaları uyandırmağa yardım ediyordu. Otomobilimizin çekiş gücü ve vazifesi ile yüklenmiş ön tekerlekleri yere sımsıkı tutunarak devrederken, sanki aynı zamanda şuurun derinliklerinden o güçle bir şeyler çekip çıkaran manevî bir vincin maddî alemdeki volanı gibi de vazife görüyordu.

İnsan bir değişiklik ihtiyacı ile asıl muhiti, şehri, vatanı dışına çıkıp seyahat ederken, gördüğü dış alemdeki meydana gelen değişiklikler yanında, değişmeyen bazı hususiyetler de dikkatini çekiyor.

Vaktiyle yolum Avrupa’nın Cebelitarık boğazı sahillerine kadar gelince, boğazın karşı yakası olan Afrika kıtasına da ayak basmak ve o zamana kadar coğrafya kitapları, ansiklopediler, haritalar ve model yer küreleri vasıtasıyle ancak "ilm-el-yakîn" birşeyler öğrenebildiğim bu büyük kıtanın bir köşesini olsun, "ayn-el-yakîn" olarak bilmek istemiştim.

Cebelitarık boğazının Avrupa sahilinden kalkan vapurun Afrika sahiline varması ikibuçuk saatlik bir deniz yolculuğu olmuştu. Vapur Kuzey Afrika sahiline yanaşırken, biraz da aceleci bir merak ile, Afrika kıtası ile Akdeniz arasındaki hududun görüş sahama girebilen kısmına, Kuzey Afrika sahil şeridinde gözümün görebildiği her şeye ve bu kıtanın üzerindeki göğe baktım. Karaya ayak bastıktan sonra da iki gün içinde gezebildiğim en yakın şehirlerde, alışmış olduğum farklılıklar yanında benzerlikler de dikkatimi çekmişti. Dönüşümde, Afrika’da neler gördüğümü soran arkadaşlarıma, alıştığımdan farklılıklardan ziyade benzerlikleri anlatmak ihtiyacını duyduğumu hatırlıyorum!

Bir tarihte de, İstanbul-Londra arasında büyük tepkili bir uçak içinde dünya ile yarış etmiştik! Dünya ile uçağımızın bu yarışında ılık tebessümü ile bize refakat eden güneş, bizim için çok hayatî olan diğer vazifelerine ilave olarak, bu yarışta hakemlik vazifesini de kabul etmiş gibiydi. Hareket istikametleri arasında bizim uçağımızın lehine olan farka rağmen, tepkisiz ve motorsuz olarak hareket eden yerküremiz, dört saat süren bu yarışta içinde bulunduğumuz tepkili uçağı iki saat geride bırakmıştı.

O seyahatle vardığım İngiltere’de ve daha sonra da Avrupa’nın diğer memleketlerinde, canlı ve cansız mahlukata bakıp daha önce görmeğe alıştığım emsalleriyle mukayeseler yaparken de, farklılıklar yanındaki benzerlikler yine dikkati çekici idi.

Son bayramda dünyanın öbür ucu olan bir tebrik kartpostalındaki manzara ve en sonra da inşaat müteahhidi olan arkadaşla o köye gidişim esnasındaki müşahedelerimde, dünyanın birbirlerinden uzak yerlerindeki canlı veya cansız mahluk ve masnularda görülen sanat üslubu, imzası ve mührü, hep aynı intiba ve düşünceye kuvvet veriyorlardı:

«... bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır.»

Prof.Dr. Mustafa Nutku

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...