Perşembe, 27 Ocak 2011 12:10

Fiiliyata geçmese de, kasıt ve niyetlerin sorumluluğu vardır!..

Doç.Dr.Niyazi Beki

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder. Allah her şeye kadirdir.”Bakara, 2/284).

BU ÂYETİN NÜZUL SEBEBİ: Bu âyetin nüzul sebebinde iki rivayet vardır: Birisi şahitliği ketmetmek(veya ketmetmemek) ve doğruyu olduğu gibi söylemek hakkında nazil olmuştur, diğeri ise, müminlerden kâfirleri dost edinip onları taklit eyleyenler hakkında nazil olmuştur. Zira kalbin günahının küfür ile yakın ilişkisi söz konusudur. Göklerde ve yerde bulunan her şey, kayıtsız şartsız Allah'ındır. Bütün gerçekliğiyle ve var olan düzenleriyle O'nun mahluku, O'nun mülküdür. O'nun tasarrufu ve tedbiri altındadır. Bütün kâinatta Allah'ın ilminden gizli hiçbir şey düşünülemez. O, hepsini bilir. Siz de bunlara dahil olduğunuz için, sizin de içinizde ve dışınızda ne varsa, ne yaparsanız onu da bilir.

Ve, siz içinizde bulunanı açıklasanız da gizli tutsanız da, her iki durumda da, sizi onunla Allah hesaba çeker. Bundan dolayı, ne açık, ne de gizli olarak, hiçbir fenalık yapmayınız. "İçinizde ne varsa" ifadesi mutlak olduğuna göre, nefsin her türlü hallerini ve hareketlerini kapsamı içine almaktadır. İrade, yöneliş ve duyuş, düşünüş ve hayal ediş ve her çeşit hâtıra ile vesveseler, şüpheler, inançlar, huylar ve melekeler ve bunlarla ruhsal tepkiler, ister ihtiyarî ve isterse gayri ihtiyarî, sürekli veya gelip geçici, iyi veya kötü nefiste (iç dünyada) bulunan her şey buna dahildir.

Fakat her şeyden önce âyetteki siyak, yani sözün gelişi, şahitliği gizlemek ve bildiğini söylememek gibi fena şeylere ait olduğundan, iyi olanlar dış görünüşüyle sanki hesaba çekilmenin dışında gibi görünüyor.

İkinci bir husus " içinizde bulunanlar" zarf-ı müstakar olduğundan; içinizde iyice yer etmiş, karar haline gelmiş olan duygu, düşünce ve niyetler için açık bir anlam taşıdığından, bir var-bir yok olan gelip geçici ve kararsız duygular, bunun dışında gibi görülüyor.

Üçüncü olarak, gizli tutmak ve açığa vurmak, ihtiyarî fiillerden oldukları için insanların iradeleriyle ilgili olan işlere ve davranışlara, yine kendi içinde bulundurduğu niyet ve tasavvurlara ait olup, gayri iradî olanlar bunun dışında kalır. Zira hesaba çekilmek mutlaka açığa çıkmaya ve gizli kalmaya ait değildir, çünkü niyetlerinin açığa çıkması da, gizli kalması da kendi takdirlerine kalmış bir şeydir. Bu ise kesinlikle kasıt ve niyetle olur. Yani iradeli olarak yapılan bütün işler ve ruhî haller hesaba çekilmeyi gerektirir. Böyle olmayanların gizli kalması da açığa çıkması da Allah Teâlâ'nın isteğine bağlıdır. Lakin kötülük, kötülük olduğundan, haddi zatında azap ve acı sebebidir. Bunun için her ne şekilde olursa olsun, onun açığa çıkması insanlara başka türlü bir azaptır. Hele zarurisi zaruri bir azaptır. Bunda hesaba çekilmek de felahı, yani ruhsal kurtuluşu sağlamaz. O zaman bunu sağlayacak olan ancak Allah'ın gizli tutması ve bağışlamasıdır. Bunun için insanlar, Allah'ın mağfiret ve affına muhtaç olmaktan kurtulamazlar.

Hasılı, insanların hiçbir şeyi Allah'tan gizli kalmaz. Bundan dolayı, insanların açığa vurmaları ve gizli tutmaları bir önem taşımaz; kendi hür iradeleriyle ve isteyerek yaptıkları tercihler ve seçimlerle yaptıkları işlerin hepsi, hesap kapsamının içine girer ve hepsinin hesabını Allah sorar ve sorumlu tutar. Tutar da, sorumluluk kesinleştikten sonra; dilediğini bağışlar, mağfiret eder, dilediğine de azap eder. İşte bundan dolayıdır ki, O'nun azabı bile katıksız adalettir; mağfireti de katıksız ihsan ve inayettir. Gerçi burada önce mağfiretten söz edilip, azabın önüne alınmıştır. Lakin bunlar, O'nun istemesine (meşiyyetine) ait işlemler ve hükümler olduğundan mağfiretin kime, adaletin kime nasip olacağını, yine Allah'tan başka kimse bilmez.

Bu gerçek karşısında, insan olanlar kısmetlerine adalet çıktığında, haklarına düşen şeyin azap olmaması için, açıkta ve gizlide her türlü fenalıktan sakınıp, kâmil imanla hayır hasenata sarılmalı; iyilikleri ve faziletleri alışkanlık haline getirip güzel huylarla donanmalı, kendilerinde çirkin şeyler huy, meleke ve ahlâk olarak değil, hal olarak dahi bulunmamalı, kendi içindeki her fenalığı söküp atmaya çalışmalıdır. Bunlar nasıl gerçekleşir, demeyiniz. Allah her şeye kâdir, hem de pek ziyade kâdirdir. İnsanları ve bütün içinde bulunanlarla gökleri ve yeri yaratan, bilerek vücuda getiren Allah, hepsini bir anda yok etmeye ve öldürmeye kâdir olduğu gibi, ölenleri tekrar diriltmeye, gizli veya açık geçmişin hesabını sormaya, iyilere iyi, kötülere kötü karşılık ve mükâfat vermeye, azabı hak etmiş olanları bağışlamaya da kâdirdir (bk. Elmalılı Hamdi Yazır, ilgili ayetin tefsiri).

Konuyu özetlersek:

1 - İnsan iradesi dışında kalbine gelen vesvese, telkin, tasavvur ve hayallerden dolayı sorguya çekilmez. Çünkü, Bu âyetten sonra gelen âyetlerde ifade edildiği üzere, “teklif-i mâlâyutak” yoktur. Bu sebeple, hakkında herhangi bir kasıt, bir azm-u cezm bulunmayan, gayr-ı ihtiyarî insanların kalbine gelen günahlardan ötürü bir sorumluluk yoktur (Krş. Nesefî, ilgili âyetin tefsiri). Nitekim, Bediüzzaman hazretlerinin de belirttiği üzere, tasavvur-u şetim, şetim(sövme) olmadığı gibi, tasavvur-u küfür de küfür değildir.

2 - Âlimlerin belirttiğine göre, bir insan bir günah işlemeye azmettiği halde o azminden vazgeçip, pişman olup tevbe ederse, bundan da sorumlu olmaz. Keza, bir kişi, bir günah işlemeye teşebbüs ettiği halde, kendi iradesinin dışında bir engel çıktığı için o işi yapmaya muvaffak olmadıysa, yine işlemediği o fiilin günahını yüklenmiş olmaz, sadece işlemeye kastettiği için o kası ve niyetinin vebalini çeker. Örneğin, zina etmeye niyet eden bir kimse, bir şekilde buna muvaffak olmazsa, zina suçundan sorumlu olmaz, fakat Allah’a karşı beslediği isyandan ötürü -Allah affetmezse şayet- niyetinin cezasını çeker.

Kütüb-ü Sitte’nin hepsinde yer alan bir hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Ümmetim, işlemediği veya onu dillendirmediği sürece, içinden geçirdiği günahlarını Allah affeder.” (bk. Nesefî, a.g.y). Ancak, âlimlerin cumhuruna göre, bu hadisin hükmü , azmedilmeyen tasavvurlar içindir. Yoksa, bizzat yapılması kastedilen ve içten niyet edilen bir günah işlenmezse bile sorguya tabidir (a.g.y)

Son Düzenlenme Cuma, 04 Şubat 2011 15:27
Prof.Dr. Mustafa Nutku

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...