Salı, 03 Aralık 2013 10:53

DEVLET ve UHUVVET

     Çocukluğumuzda “Ya devlet başa, Ya kuzgun leşe!” “Devlet ebed-müddet!” vb. anlamlarını kavrayamadığımız deyimlerle büyütüldük. Öyle ki hiç okumamış babaannem bile söylerdi. Sonra “Devlet Baba” tabiri ile tanıştık. Sonra da “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” atasözü ile. Kafamız karıştı. Peki devlet neyin nesiydi? O gün bu gündür bu cümleleri ve arkasındaki anlamları kullanan, kendisine kılıf olarak gören bir sürü insan ve çevre var.

        Geçmişte devlet denen yapı bir hanedanın ve ya sülâlenin elinde yönetiliyordu. Düşünün babadan oğla geçen bir yapı. Sonra toplum tekâmül ettikçe hanedanlar zayıfladı. Toplum güçlendi. Ardından toplum yönetimde güçlendikçe birileri toplumu istismar ederek yönetime katılmaya çalıştı. Seçilemeseler bile. Böylece STK oluştu, etkinleşti. Bu arada İslâm Toplumlarında cemaat, tarikat, mezhep, hizip yapıları hep vardı. Maalesef halk arasında “Armudun iyisini ayılar yer.” sözü de.

        Halk, ifadede tam da karşılığını bulan, toplumda sosyal adaletsizlik oluşturan ayılaşmış kişi, şirket, aile, STK’na karşı kendisini koruma güdüsü ile ya siyasî hareketlerin içinde yer aldı ya da cemaat yapılanmalarının. Cemaat yapılanmaları daha masum, itaat edilirken zerrece tereddüt edilmeyen, kendilerini Allah’a ve cennete taşıyacak bir Liderin öncülüğünde yürüyor. Hem dünya hem ahret saadeti âdeta garanti. Tâbii istisnası hariç böyle bir algı var çoğunlukta.

        Armudun iyisini yiyen ayılar da sınıf sınıf. Ama işbirlikçilik ve ihanette bu ayılar milletin üzerine üşüşüyor. Halkta koyunlara benzer refleksle birbirine sokuyordu. Süreç içinde cemaatlerin eğitime el atması, toplumun ezilen ve dışlanan sessiz çoğunluğunda eğitim seviyesinin artması ile halk siyasette de etkinleşmeye başladı. Sonucunda halktan yana olan insanlar iktidar oldu.

        Her şey iyi giderken anayasa değişim sürecine girilirken bir anda dershane krizi patladı. Oysa dershane grupları âdeta hükümete hep su taşıyan kesimlerdi. Neden böyle karşı karşıya gelindi. Bir araya ancak gelmiş halk kırıldı? Ümitleri köreltilerek üzüldü halkımız?

        Bir Müslüman kendi lehine adaletsizce bir durum oluşturamaz. Devlet denen kurumu ne adına olursa olsun kendi tekeline alamaz. Adalet ister hep. “-Ben adaletim” diyemez.

        Bakınız. Sıffin’de Kuran sayfalarını mızrakların ucuna takanlar! Düşünün bu bir harp hilesi midir? Bir defa İslâmlar arasında harp haram. Hilesi helâl olabilir mi? Bunu düşünen adama “hazret” demeye devam ettiğimiz için aynı bencillik ve kabalığı yapmayı tabi ki helâl kabul ederiz. Peki, akabinde Hz. Hasan’ın zehirlenmesi ki kendisi her manada Allah Resulü (SAV)’e benzerdi. Kerbela! Ya Hz. Hüseyin’in mübarek dudaklarını bastonu ile dürten Yezit melununun sözleri? Maalesef tüm bu cinayetler sözde Kuran ve sünnet gölgesinde işlendi. Artık menfaat ve adaletsizliklerimize kuran ve sünneti paravan yapmaktan vazgeçelim.

        İslâm Kardeşliği, İttihad-ı İslâm Farzdır. Nerdesiniz peki?

        Halkımız ağlıyor. Ben hükümet ya da cemaat demiyorum. Çünkü halkımız gibi ben de kavganın gerçek çıkış nedenini, arka plânını bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. 12 Eylülün diktatörleri otorite kabul edildi, 28 Şubatın hainlerine “Emredin!” denildi de, şimdi bizim evlâdımıza neden bu tepki, aşağılama? Oysa her yerde düşen itibarımızın iadesi için çok ciddî mücadele etti. Hayatını ortaya koydu. Linç edilecekti Gezi Olaylarında.

        Bu halk daha ağlatılmamalı. Devlet kimsenin malı değil. Ne hükümetin ne de cemaatin. Halk devleti Ergenekonculardan, işbirlikçilerden kurtarıyoruz diye seviniyorken bu gün kendisine yaşatılan dayatmaları hak etmiyor. Halk İmanlı, edepli, sağlıklı, vicdanlı bir nesil istiyor. Bu illâki büyük paralarla dershanelerde adam yetiştirmekle mi olacak? Buyurun. Açın okulunuzu, devlet de imkân sağlasın. Hep birlikte yeni çözümler düşünün.

        Seçimler geliyor. Allah’ın rızasını amaç edindiysek ki tüm beyanlarımız bu yönde. O zaman daha neyin gerginliğidir bu yapılan. Ne diyor Bediuzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesinde. Herkes vicdanı varsa tekrar tekrar okusun. “Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz. Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhîye olan bir mü'minin vücudunda, İmân ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.”

        Başka; “Ben hakkım de. Ama sadece ben Hakkım deme.” Bu şifreleri her gün okuyupta, bilipte icaplarını yapmamak sizce Hakka zulüm değil mi?

Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...