Çarşamba, 20 Mayıs 2015 14:22

İslâm'ı hangi anlayışla Temsil ediyoruz?

İslâm'ı hangi anlayışla Temsil ediyoruz? 

                                                                                        Yusuf Çağlayan

 

Fen bilimlerindeki evrenselliğe karşılık, sosyal bilimlerdeki dinamik, göreli(izafi) ve bağlamsal özelliği dikkate almak gerekir. Kaldı ki, fen bilimlerinde dahi verilerin evrenselliği tartışmalıdır. Bunun en açık misali, Batlamyus, Newton ve Einstein Fiziği arasındaki farklılıklardır. Batlamyus, kâinatı Ay altı-Ay üstü boyuttan; Newton mekanik boyuttan Einstein ise, metafizik boyutlardan tanımlıyor. Ancak hakikatin bu farklı boyutları, yüzyıllarca hakikatin evrensel bütünü olarak kabul edilmiştir. Risale-i Nur, “Hakaik-ı nisbiye” kavramı ile insanlığın fiziki hakikate dair bilgisinin dahi nisbi(bağlı-göreli) olduğunu, evrensel doğru olmadığını, insanların zamana, mekâna ve geldiği ilmi mertebelere ve ahval-i zamana göreli algı ile malul bulunduğunu, hakikatin bu göreli mertebeye indirgenemeyeceğini ve indirgenmiş boyutun genellenemeyeceğini tespit etmiştir. Fiziki hakikatin dışına çıkıp, siyasi, içtimai ve sosyal hadiselere bu görelilik ve bağlamsallığa yol açan unsurlar daha da müdahil olmakta ve hakikatin tespiti daha da karmaşıklaşmaktadır.

Muhakemat ve İşarat-ül İ’caz’da bu mevzu özetle şöyle izah edilmiştir: “Ayet ve sahih hadisler üç kaziyeyi(hükmü) mutazammındır: Birincisi: Ayetler Allah’ın (C.C.) Hadisler Peygamberin(S.A.V) kelâmıdır. İkincisi: Kelâmın mana-yı muradı hak ve sadıktır. Bu ikisinde ittifak etmek gerektir. Fakat birincisini inkâr eden, mükâbir, kâzib olur. İkincisini inkâr eden adam dalalete gider, zulmete düşer.” (Muhakemat) Bu ilk iki kaziye mutlaktır. Yani hiçbir kayıt ve şartı, istisnası yoktur. İçtihada ve istişareye konu edilemez.

Üçüncü kaziye: “Bu kelâmda murad budur. Ve bu sadefte olan cevher budur; ben gösteriyorum. Bu kaziye ise teşehhi ile (hırs ve hevesle) değil, içtihadın neticesidir. Zâten müçtehid olan başka müçtehidin taklidine mükellef değildir. Bu üçüncü kaziyede ihtilafat feveran ederler. Bunu inkâr eden adam eğer içtihad ile olsa, ne mükâbirdir ve ne küfre gider.”(Muhakemat) “Şayet Kur'anın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zahir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi inkârı da küfür değildir. İşte müfessirlerin ihtilafları, ancak ve ancak şu kısma aittir.(İşarat-ül İ'caz) İşte bu üçüncü kaziye kapsamındaki ayet ve hadisin mana-yı muradı, içtihada ve istişareye konu olabilir. İçtihat ve istişare ile varılan hükümler çeşitlenebilir. Bu çeşitlenmeler, mezheplerin ve cemaatlerin de çeşitlenmesine yol açmaktadır.

İslam dünyasının yaşadığı kaos, bu üçüncü kaziye kapsamında kalan ayet ve hadislerin mana-yı muradında düşülen ihtilaflardan kaynaklanmaktadır. Oryantalist müdahale bu damardan girerek Müslümanları birbirinin hasmı haline getirmektedir. Müslümanlar arasındaki ihtilaflar ve husumetin kaynağına baktığımızda, altında iki yanlış anlayışın yattığı görülür: 1- Üçüncü kaziye kapsamındaki ayet ve hadislerin mana-yı muradını kendi içtihatlarına tahsis etmek, 2- Bu içtihadı itikadileştirerek bütün Müslümanları kabule icbar ve kabul etmeyenleri mükâbir; yani kendini büyük gören, karşısındakini küçümseyerek, doğru sözünü kabul etmeyen, haksız olduğu hâlde hak iddiasında bulunan olarak kabul etmek veya inkâr edenleri tekfir etmek… Bu anlayış kısaca, istişare ve içtihada açık ve dolayısıyla içtihad ve istişare edenlere göreli hükümleri merkeze koyarak, adeta, Kur’an’ı ve sahih hadisleri dahi kendi yorumuna malzeme haline getiren bir anlayıştır. Akıllarını ayet ve hadislere mühendis yapan bir anlayıştır. “Hak benim anlayışımdır” dalaletidir. Hürriyetle, imanın ve İslamiyet’in ve hatta insaniyetin bağını kesen anlayıştır. Böyle bir anlayış zemininde, İslam dünyasının ittifak ve ittihadı mümkün değildir.

İslam’ı ve İslam dünyasını kilitleyen bu menfi ihtilafları bertaraf etmede, ayet ve hadise dair bu üç kaziyenin mana ve fonksiyonlarının makamında bilinmesine ihtiyaç vardır. Aksi halde tekfir, icbar ve istibdat baş gösterir. Cemaatler mezhepleşir, mezhepler ise dinleşir. Birbirinden kopar, hatta birbiri ile çatışır. Oryantalizm’in stratejik hedefi İslam’ı mümkün olduğunca çeşitlendirmektir. İhtilaf bataklığına atarak, ittihad-ı İslam’ı bizzat Müslümanlar eliyle boğmaktır. Türkiye’nin Müslüman bir devlet olarak bu üç kaziye bağlamında bir İslam temsili elzemdir. Öncelikle kendi iç toplumsal kimliklerimizin indirgemeci ve tekfir edici anlayış zemininden korunması için Diyanet İşleri Başkanlığının etkin bir kampanya başlatması gerekir. Daha sonra da bu anlayış zemini üzerinde ağır ihtilaflar yaşayan İslam ülkelerine karşı yürütülen politikalarda, Türkiye’nin üçüncü kaziyeden kaynaklanan içtihatların itikadileştirilmemesi, kabul etmeme veya inkâr etmenin tekfire ve kabule icbara sebep kabul edilemeyeceği hakikatini temsil ve yoğun diyalog ve etkinliklerle telkin etmesi elzemdir. Türkiye’nin, İslam toplumlarını, temel hak ve hürriyetler ve demokratik değerlerle tanıştırmak gibi bir misyonu vardır. Temel sorun budur ve bunu çözümlemeyi esas tutmayan hiçbir politika çözüm üretemeyecektir. 

İslam dünyasında yaşanan çatışmalarda düz mantıkla hareket edenler, kolayca bir tarafı tekfir ederek veya haklı bularak bir tarafta yer alabiliyor. Bu düz mantık bizi ittihad-ı İslam'a    Değil ihtilaf-ı İslâm'a hizmet ettiriyor. Unutmayalım BOP projesi ihtilaf-ı İslâm stratejisine dayanıyor. 

 
Yusuf Çağlayan

Emekli Askeri Hakim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...