Çarşamba, 19 Nisan 2017 16:09

Kime göre tek adam!

“Evet” ve “Hayır” keskinliği kırıldı mı? Hayat devam ettiği müddetçe ne evet biter, ne de hayır. Her tercih aynı zamanda karşı duruş değil midir; karşı düşünceyi, karşı duyguyu, karşı anlayışı, karşı siyaseti reddetme tercihi gibi? Hem öyle hem böyle olmak mümkün mü?

Aynı düşüncenin renk zenginliği; evet, hayır tercihlerini göreceli kılar. Bu görecelik üzerinden sahici çarpışma yapmak; tamiri zor yıkımlara, telafisi zor kırılmalara, ıslahı zor karmaşalara sebebiyet verebilir.

Neye evet, neye hayır demeden önce iyi tahkik etmeli, sağlam mihenkle tartmalı değil midir? Sadece siyasilerin önümüze koyduğu sandıkta değil, hayatın kritik anlarında da “evet” ve “hayır” kılıcını kullanıyoruz.

Bütün putlara hayır, sadece Allah’a evet. Bu kılıçla ipi kesmeden tevhid bayrağı ilan edilir mi? Hayat; bu tercihinde samimi olma sınavı değil midir? Musibetler, hastalıklar, sıkıntılar, fakirlik; genişlik, bolluk, sevinç, hüzün… İmtihanın iki farklı boyutu, tahterevallinin yükseliş ve alçalışları gibi; bazen sabır, bazen şükür.

Evet, ne büyük bahtiyarlık, ne büyük saadet; sabrın ve şükrün kanatlarında ubudiyet burcuna uçmak; hayatı bu pencereden seyretmek, hakikati bulmak, hayra erişmek, hayrı haliyle teşhir etmek…

Sandık hep yanımızda, zarf aklımızda, mühür kalbimizde; bazen sokakta, bazen evde, bazen işyerinde; farklı zamanlarda, farklı mekânlarda evet ve hayır tercihleri kullanıp duruyoruz. Ömür bitip sandık açıldığında; gerçek kazanımı ve kaybedişi o zaman göreceğiz.

Ömrümüzün tek adamı biziz. Hayatta attığımız her adım, tek adam adımıdır; o adımlar bizi ya yüceltecek veya alçaltacaktır.

Dünya dönen bir sandık; bir gece, bir gündüz. Evetin beyazına büründüğü gibi hayırın karasına da bürünüyor; tevhid güneşi ise sönmeyen ve değişmeyen bir güneş.

Ayağımıza diken battığında, başımıza musibet geldiğinde, büyük nimetlere eriştiğimizde; o güneşin ışığıyla değerlendiriyor, yorumluyor ve yol çiziyorsak; bu yolu tercih etme evetin’de samimiyetle yürüyoruzdur.

Ömür suyunda akan tercih sandığı Musa olanı sahile çıkarır, Firavun olanı boğar. Bu keskinliğin ortası yok; su ve sahil tercihi kişiye kalmış.

Nuh’un (as) oğlunun yüksek dağlara sığınırım tercihi onu kurtaramadı; Yunus’un (as) balığın karnında “Sübhan”ı zikretme tercihi ise onu selamet sahiline çıkardı.

Suyun içindeki oğul ile balığın karnındaki Yunus (as) ikisi de tek adamdı! Sonuç ise farklı.

Kainat sultanıda ilahi kelemetullah davasını omuzuna yüklediğinde de tek’di ama yalnız değildi… O teklik içinde tevhidi müdafa eder ken aslında vahidiyet sırrı içinde çoktu ve kalabalıktı ama nasıl kalabalık,ama nasıl kemiyet içinde keyfiyet vardı hiç mütalaa edebildik mi…?

Peki o Zaman;şimdi bu kudsi davayı omuzlayan “reis” neden yalnız.? Neden 2002 dava ruhunun mücahitleri şimdi yoklar ve nerelere savruldular? Yaşadığımız ahir zamanın o okçular tepesinin savunucuları şimdi neredeler? Elde edilen “evet” sonucundaki yüzdelik oran bizi kendimizle ve davayı omuzlayan dostlarla yeniden biraraya gelip yapıcı sorgulama ve ders çıkarma hesabına dönebilecekmiyiz? Yoksa malum istişareler yapılıp sonra yine bildiğimizi mi yapacağız? Bekleyelim görelim… Mevlam neylerse güzel eyler deyip içeri girmeden (davet olursa o ayrı) pencereden seyredelim inşallah….

Son Düzenlenme Çarşamba, 19 Nisan 2017 16:16
Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...