Pazartesi, 01 Eylül 2008 03:25

MİLLETİN TERBİYESİ VE YABANCILAŞMA

MİLLETİN TERBİYESİ VE YABANCILAŞMA

 

Çok hoş olmayan bir başlık attığımın farkındayım ama başka türlü kafalara “dank!...” etmez ki. Televizyonda haber izliyorum, bir de ne göreyim Sayın Genel Kurmay Başkanının karşısında türbanlı hanımlar. Bir güzel kurulmuşlar iftar ediyorlar. Gözlerimi ovuşturdum bir daha baktım. Gerçek. Bitmedi, küçük şehid çocuklarına komutan harçlık veriyor, bir çocuk geldi, arkası dönük komutanın omzuna dokunup “- abi.” dedi. Elini öptü, harçlığı kaptı. Manzara güzel. Devletle milleti barıştırma adına ilk ciddi adımı atan Sayın Cumhurbaşkanını kutluyoruz tabii bu arada. Bu manzaraları izlerken aklıma yıllar öncesi geldi. Sakarya ilimiz diye hatırlıyorum, şehid ailelerine madalya töreni yapılıyor. Şehidin annesi başörtülü diye komutan törene almamıştı. Bu milli mutabakatı bozmaydı, fitneydi, hatta ihanetti. Bir yanlış düzeltiliyor paşam ama çok geç. Ataların bir sözü vardır. “Çok söyleme arsız olur, az verme hırsız olur.” diye. Milletin tepesine yok kamusal alan, yok asker evladını türbanlı olarak göremezsin, yemin törenine gelemezsin diyerek bin. Ama Atatürkçü diye dönme olduğu bilinen, misyoner faaliyetler icra ettiği MİT raporlarına girmiş, sözüm ona çağdaş hainler maalesef bayrak mitinglerinde boy göstersin, kimse onlara şunu sormasın, AB’nden aldığınız paraları nerelerde harcıyorsunuz demesin. Ama 1997 yılında Refah Partisi Libya’dan para aldı diye birileri onları yargısız infaz etti. Şimdi soruyorum size, bir yanda emperyalist AB, diğer yanda 90 yıl önceki Trablus vilayetiniz koşulsuz dost Libya, bir yanda mazlum başörtülü, Anadolu’nun cefakâr şehid anası, öbür yanda yüzünün nuru gitmiş AB’ne köle olmuş okullarınıza ahlaka aykırı kitaplar dağıtan, sonra bu kitapları toplanan birileri.…

Tabi tüm bunlar yapılırken hep aklıma “hayvan terbiyecileri” gelirdi. Hayvanı bir şey yapmaya zorlar terbiyeciler, komutla, “yat!”, “kalk!” “tut!” filan diye. Yaparsa ödüllendirir, yapmazsa cezalandırır. 2’nci Dünya savaşında Alman tanklarına karşı Ruslar, aç bırakarak eğittikleri köpekleri mesela, çok etkin kullanmışlardı. Önce köpekleri aç bırakıyorlar. Sonra tankların altına et koyuyorlar. Köpek aç kalıp ta salıverildiğinde direk olarak gördüğü tankın altına koşuyor. Muharebe meydanında bu ne işe yarıyor? Köpeğin sırtına bağlıyorlar antitank mayınını. Salıyorlar Alman tanklarının üzerine. Özetle hayvanların bu nevi eğitimi bir seri eziyet hatta işkenceyi içeriyor. Nereden aklıma şimdi böyle şeyler geliyor, bu konuyla da ne alakası varsa… Aşağılandığımı hissettim bir anda, elimde değil bağışlayın.

Toplum özellikle 28 Şubat denen o menfur süreçte adeta aptallaştırıldı, korkutuldu. Sonucunda da ilk kurtarıcının üzerine atladı. Bu günlere geldik. TSK maalesef bu Müslüman Millete ulaşmada Corc Buş’un gerisinde kalmıştır. Çünkü Buş, koyu bir Evanjelik olmasına rağmen, her gün sabah İncil okuyan dindar bir Hıristiyan olmasına rağmen en kötüsü de MÜSLÜMANLARA KARŞI SON HAÇLI SEFERİNİ VE EN VAHŞİ HAÇLI SEFERİNİ YAPAN ADAM olmasına rağmen, yıllardır iftar programları yapar, başkan olurken diğer kutsal kitaplar ile Kur’an-ı Kerim’inde üzerine elini koyarak yemin eder. Bu arada size de fundamentalist “köktendinci” tehditten söz eder. Tüm CIA raporlarıyla bu tehdit söylemini destekler, sizin kendi istihbaratınız, Psikolojik harp yapacak unsurlarınız kökten değil, köksüzse siz denileni yaparsınız.

Silahlı Kuvvetlerin bir ülkede en temel görevi Milli Güvenliğin teminidir. Bu görevini barış zamanı tıpkı harp zamanında olduğu gibi, milletin tüm fertlerini senkronize ederek, ortak amaca yönlendirerek yapar. Buradaki ortak amaç, aşağılanmaması gereken halkın ortak değerlerinden damıtılan, tarihten süzülen sonuçlardan çıkartılan hedefler olmalıdır. Yani millete rağmen yapılacak her şey millete toslar. Günümüzde asıl tehdit görülmelidir, eğer göremezsek hep beraber uçuruma yuvarlanmazmıyız? Tehdit birliklerinizi sizinle aynı üniformayı giymiş düşmana hizmet eden birilerinin emir komuta etmesidir. Barıştaki harbe ne diyoruz. Psikolojik Harp. Bu harbin cephanesi, milletin manevi değerleridir, silahları milletin maddi gücüdür, askerleri de milletin tüm fertleridir. Yani bu harpte bir kısım birlikleri kullanmazsanız ordu bozulur. İşte bu zafiyetinizi de düşmanlarınız çok iyi kullanır. O zaman anket sonuçları da ilginç ve şaşırtıcı olur sizin için, seçim sonuçları da… Ben ne yaptım da bu birliklerimi, “asker millet” olan Türk Milletini, bu dünyanın en birlik ordusunu nasıl dağıttım diye kara kara düşünürsünüz.

Bakın geçenlerde gazetede bir haber okudum. “Antalya'nın Akseki ilçesinde jandarma komutanının AK Partili yöneticiyi darp etmesi yargıya taşınıyor. AK Partili Necip Hacıgüzeller, Üsteğmen Tolga Yetişen'in eşine 'Neden köpeğini askere taşıtıyorsun?' dediği için komutan tarafından dövülmüştü.”

Şimdi sevgili Tolga üsteğmeni tanımıyorum, ama şu sosyal gerçeği de ifade edeceğim. Dünyanın tüm milletlerinde, o milletin geleneksel “muhafazakâr” değerlerini gelir olarak ortadirek tabir ettiğimiz aile tipi ağırlıklı olarak temsil eder. Subay kaynağı da istisnalar hariç bu aile tipidir. Bunun somut göstergesi şehid cenazelerindeki ekrana yansıyan görüntülerdir, Harp Okullarının yemin törenlerinde yansıyan aile görüntüleridir. Bu değerlendirmeden sonra şu geldi aklıma. Acaba Tolga üsteğmenin anacığının evinde köpek besleniyor muydu? Ya da evinde köpek besleyen komutan hanımlarının kaynanalarından acaba yüzde kaçı köpek besliyor ya da beslemiştir?

Öyleyse Tolga üsteğmen Akseki gibi, muhafazakâr ve milliyetçi bilinen bir kasabada elinde köpeği ile karısının gezmesine neden müsaade ediyor? Sen şehidler ocağını orada temsil eden iki Harbiyeliden birisin. Diğeri de muhtemelen askerlik şube başkanıdır. Kendince oraya medeniyet mi götürdüğünü düşünüyorsun yoksa. Medeniyetin ve çağdaşlığın göstergesi kucakta köpek gezdirmek değildir. Ben hanım efendinin cevabını da biliyorum. “Akseki’de çok sıkılıyorum.” O zaman git, komşularınla tanış, onların çocuklarını sev. “Ama onlar kapalı, gerici.” Eeee, sen bunu biliyorsun da o zaman onların arasında kucağında köpekle neden geziyorsun? Senin Milletin bağrından çıkmış Türk Silahlı Kuvvetlerini toplum nezdinde rencide etmeye hakkın var mı? İşte tüm bunlar bu milletle yapılan psikolojik harekâtın yansımalarıdır. Haber yapılmasını da doğru bulmadığımı ifade etmek isterim.

Kısaca; Ey milletim, değerleri ile geçmişi ile en kıymetli ve üstün olan sensin. Senin kanınla kurtardığın bu vatanda, dişinle kurduğun devletin hiçbir kurumu senden daha çok saygıdeğer değil. Tabii senin değerlerine ve sana hürmetkârsa (Çünkü maaşını tüyü bitmemiş yetim hakkından sen veriyorsun.) o zaman baş tacı et. Yoksa hesap sor! Doğru olan budur.

Tabii bazı tehditlerde var ki tehdit olduğu hissedilmiyor. Nasıl mı? Alın size bir misal. Geçenlerde bir iftara gittik, dostlarım hepsi. Bu yazıyı okuyunca gülecekler ama ben konunun hassasiyetini tüm okurlarla paylaşmak istedim. Sizde yazıyı okuduğunuzda çok ta önemli olduğu konusunda dilerim bana katılırsınız.

İftar edildikten sonra dua edildi, tamamını hatırlamıyorum ama (inanın internetten de aradım bulamadım maalesef!) şöyleydi dua; “Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin. / Allah Halil İbrahim bereketi versin. Âmin”

Sonra herkese söz hakkı verildi, bir dostum duayı milliyetçiliği ile bilinen bir hocanın şöyle düzelttiğini söyledi. “Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin. / Allah Bayındır han bereketi versin. Âmin” Allah, Allah!.. Bilinen Türk tarihinde Bayındır han isimli etkin bir han olmamakla beraber Dedem Korkut Hikâyelerinde var. Peki, kim bilir bunu. Yani Bayındır han’ı. Özel ilgisi olanlar, okuyan samimi ülkücüler filan. Oysa Halil İbrahim kim? Benim Çele Köyündeki, okumayı yazmayı bizim öğrettiğimiz anam bilir, Kel Durmuş dayı bilir, köyden Kambur Ahmed bilir. Sadece onlar mı? Elbette hayır! Kırgızistan dağlarında koyun otlatan çoban Kubanıçbeg’de bilir. Malezya’daki Halid, Tanzanya’daki Hüseyin. Öyleyse nereden çıktı bu yarım yamalak yemek duasını da hepten yabancılaştırmak.

Hz. İbrahim (A.S) kimdi? Tüm semavi dinlerin tanıdığı, Müslümanların tamamının kurban vesilesi ile özellikle iyi bildiği, üstelik Urfa’da doğduğu bilinen bir peygamber.. Nasıl tanınmaz ki? Oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban eden peygamberi. Peygamberimizin dedesini. Kim tanımaz? Hz. İbrahim bu millete ait bir değer değil mi ki O profesör efendi duada bu cömert peygamberin anılmasından rahatsız. Duayı düzeltiyor. Hem de İslamı tanıdığımız ilk yıllardan bu yana edilen duayı. Şimdi sayın hocam diyecek ki “ama daha önce bu dua böyleymiş.” İyi de bu duayı zaten milletimiz İslamla şereflendikten sonra dilinde ve dağarcığında düzeltmiş ve gönül hazinesine koymuş. Şimdi biz ne yapmaya çalışıyoruz.

Bakınız. Artık milletimize yumurtladıklarımızı dayatmayalım. Ne olacak sonucu bunun hiç düşünüyor muyuz? Geleceğimiz olan çocuklarımızın gönüllerini boşaltıyoruz. Sonra o boşalan gönüllere birileri başka şeyleri dolduruyor.

Milletin terbiye ve tekâmülü dayatma ile olmaz, Milleti sevmekle olur. O’nu anlamakla, O’na emek vermekle olur. Ne diyor, Atatürk; “Köylü milletin efendisidir.” Neden köylü? Oysa şehirdeki daha efendi değilmidir? Yerleşik olan daha efendi olmaz mı? Giyimi, kuşamı, oturması, kalkması, kurduğu münasebetler itibariyle. Burada bir şey var. Köylüler, milletin değerlerini en iyi koruyan, ilişkilerini menfaatle kirletememiş, en saf ve temiz toplum kesimidir de ondan.

Sizden önce gelmiş insanları yönetmiş liderlere bakın, hangisi başarıya giderken halkını dışlamış? Dikkat buyurun, muvaffak olduktan sonra, gücü eline aldıktan sonra dışlayan liderler tarih sahnesinde ya hiç anılmıyor ya da zalim olarak biliniyorlar.

Konuyu toparlarsak, insanların terbiyesi, hayvan eğitimi gibi olmaz. “Terbiyenin esası Allah korkusudur.” diyor büyükler. Terbiye (eğitim) deyince tabi güzel dinimiz geliyor hemen akla. İslâm dini, insan terbiyesine son derece önem vermiştir. Kur'an ve sünnet ölçüleri içinde terbiye edilen, ona göre hareket eden insan, meleklerden daha üstün olan bir makama yükselmiş kabul edilir. İslâm terbiyesinden mahrum olan, nefsine, şehevi duygularına ve maddi menfaatına göre hareket edenler de, hayvanlardan daha aşağı olan bir dereceye düşmüş olurlar. Onun için ilk peygamber Âdem (a.s)'dan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar, bütün peygamberlerin ana gayesi, insanları tevhid inancı ile terbiye etmektir. Bu, daima insanları iyi ve güzel şeylere götürür. Hedef, insanları iyi ve faydalı olan şeylerle eğitip terbiye etmektir. (Muhammed Kutup, Menhecu't-Terbiyeti'l-İslâmiyye, Beyrut 1982, s. II vd.). Yüce Allah Kur'an'da, peygamberlerin insanları eğitip terbiye etmeleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve size bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik" (el-Bakara, 2/151 ). Demek ki toplum terbiyesinin ruhunda Allah’ın emri esas alınmalıdır.

Terbiye denince, daha çok çocuklar akla gelir. Onun için Yüce Allah, inanan insanları bu hususta uyarmış, aile fertlerini kötü şeylerden koruma ve iyi şeyleri işleme hususunda eğitmelerini istemiştir. "Ey inananlar, kendinizi ve aile fertlerinizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır” (et-Tahrim, 66/6). Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) çocuk terbiyesi üzerinde önemle durmuştur. "Hiç bir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi bir hediye veremez” (Ali Nasıf, et-Tac, Beyrut 1961, V, 8). "Bir adamın çocuğunu eğitip terbiye etmesi maddi (içerikli) sadakalar dağıtmasından daha hayırlıdır" (Ali Nasif, et-Tac, V, 8). Başka bir hadiste de, Resulullah (S.A.V.): "Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan mes'ulsunuz” (Muhammed b. Allan, Delilu'l-Falihin, Mısır 1871, II, 132) diyerek, her anne-babanın çocuğunu eğitip terbiye etmesine işâret etmiştir.

Terbiyeye bu derece önem veren İslam dini, insanların ruh, akıl ve cisminin eğitim ve terbiyesi için, birçok emir ve yasaklar koymuş ve bunlara uyulması için de, çeşitli müeyyideler tespit etmiştir. İslâmın koyduğu terbiye kurallarına uygun hareket eden insanlar, dünya ve ahirette huzur ve saâdete ererler. Çünkü bu mekanizmanın yaratıcısı olan Allah O’nu doğru kullanmamız için ustalar da göndermiş insanlar tekâmül ettikçe yeni ustalar (peygamberler) ve kitaplar göndererek dinini son peygamberle peygamberimiz, gülümüz Gül Muhammed (S.A.V) ile tamamlamıştır. Dolayısı ile mutlak mutluluk, kalıcı terbiye için temel rehber Kur’an’ın hükümleri ve peygamberlerin bizzat hayatları ile öğrettikleridir.
Halil MERT

(E) Topçu Yarbay

Strateji ve Yönetim Uzmanı

https://www.youtube.com/user/81mert1 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...