Uyarı

JUser: :_load: 989 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.
Çarşamba, 06 Aralık 2017 10:35

Kumpasın Maymuncuğu

100 yıl önce açılmış defterde hesaplar hala açık. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra imzalamak durumunda kaldığımız Mondros Mütarekesi ile koca bir Osmanlı Devleti'ni kaybettik. Yeni bir devlet inşa etmek için yola çıktığımız da sanki Mondros yetmemiş gibi Türkiye'yi lime lime etmek için bu defa da Sevr masaya kondu. Bunu kabul etmek mümkün değilldi. Elimizin tersiyle ittik.

Son yaşananlar gösterdi ki, reddettiğimiz Sevr’in hesabı kapanmamış. Her ne kadar yeni devletimizi kurarken bir dönem onların dedikleri gibi olmaya çalışmış olsak da hep “öteki“ olarak kaldık. Onların gözünde fikri dahi sorulmaya gerek görülmeyen, hep tepeden bakılan bir ülke olduk. Hesaplarını da hep güncel tuttular.

1950'de Menderes’le büyük bir atağa kalkmıştık ki yine onlar ve onlarla birlikte hareket eden içimizdeki ihanet çeteleri rahat bırakmadı bizi. 1960 darbesiyle resmen yere kapaklandık. 1965'te tekrar ayağa kalkmaya çalıştık ama 71'de bir çelme daha taktılar. Bu da yetmemiş olmalı ki ardından kardeşi kardeşe düşürme projesini uygulamaya koydular. Milletimizi; Alevi-Sünni, sağcı-solcu, Türk-Kürt diye ayırarak birbirine düşürdüler. Millet iç çatışmalardan o kadar bıkmıştı ki kurtarıcı bekler hale gelmişti. O kurtarıcı zannettiklerimiz Türkiye'nin ayağına bir pranga daha taktılar. 1980 ihtilali ve ardından gelen 82 anayasası 37 senedir ayaklarımıza dolanıyor.

Özal’la birlikte tekrar ayağa kalkıyorduk. Büyüyor, güçleniyorduk.  Gelişmemiz, Sevr’den beri açık duran o hesabı bozuyordu. 1993'teki Özal'ın şüpheli ölümü, ardından gelen suikastlar, zirve yapan terör saldırıları bizi yeniden tökezletti. 1995'ten itibaren başlayan ve birilerinin “bin yıl sürecek” dediği o soğuk ve karanlık 28 Şubat süreci başladı. Siyaseten kaosa düştüğümüz, ekonomik olarak kuruşa muhtaç olduğumuz, Avrupa başkentlerinde 1 milyon dolar için kapı kapı dilendiğimiz aciz,ezik kahrolası o günleri yaşadık.

Engelli koşu ilelebet süremezdi ve 2002 seçimlerinde Türk milleti önemli bir tercihte bulundu. İktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan 2007 yılına kadar muhalefetin ve bürokratik oligarşinin engellemeleri ile uğraşmak zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi tam bir kriz ve darbe sebebi sayıldı, partisi kapatılma ile karşı karşıya kaldı. Ancak milletimiz, kararındaki ısrarını referandumlar ve seçimlerde ezici bir çoğunlukla ortaya koydu.

Türkiye artık ekonomi, siyaset ve dış politikada adeta şahlanma aşamasına geçmişti ki bu defa da içimizde, bu milletin inançlarını sömüren kökü dışarıda bir terör örgütünün ihaneti patlak verdi. Türkiye, Şubat 2012’de MİT krizi ile başlayan, Gezi olaylarıyla zirveye ulaşan, 17/25 Aralık yargı darbesi ile ülkeyi ele geçirmeye çalışan ve sonunda 15 Temmuz'da fiilen ülke yönetimine el koymak için darbe ve işgal teşebbüsüne maruz kaldı. Asil milletimiz tüm fertleri ile karşı durdu bu ihanete. Artık Türkiye eski Türkiye değildi. Siyasette kırılganlığı ortadan kaldırmak için referandumda “Evet” diyen milletimiz, ekonomimize vurulmak istenen darbeleri de savuşturmaya devam ediyor.

Zarraf bu davanın maymuncuğudur

Tüm çelmelere rağmen doğru bildiği yolda yürümeye devam eden ülkemizi taşeron örgütlerle durduramayanlar bu defa perde gerisinden sahneye çıktılar. Artık PKK/PYD, DAEŞ,DHKPC, Fetö terör örgütlerinin asıl sahipleri apaçık ortada. ABD’de görülmekte olan davanın hedefi şahıslar değil, bizzat Türkiye’dir. Fetö’nün 17/25 Aralık’ta başaramadığı yargı darbesinin devamıdır. Amerika'da görülen davada Rıza Zarrab üzerinden Türkiye mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.

Buna Haydutluk denir

Esasen Türkiye'ye yapılan suçlama kısaca şöyle; 2010 yılında nükleer faaliyetleri nedeniyle Birleşmiş Milletler İran’a ambargo kararı almıştı. Hatta bu kararda, İran'la hem komşuluk ilişkileri olan hem de Petrol ve doğalgaz anlaşması bulunan Türkiye için bazı istisnalar getirilmişti. Türkiye bu ambargoya uydu. Birleşmiş Milletlerin aldığı kararları da aynen uyguladı.

Ancak BM kararlarını yeterli bulmayan ABD bu defa kendisi İran'a ambargo koydu. Yani bir devlet bir başka devlete kısıtlamalar getiriyordu. ABD tüm devletlerin bu ambargoya uymasını istiyordu. Ancak işin esası şu ki ABD'nin ve Avrupa'nın birçok şirketi ambargoya rağmen İran'la ticari ilişkilerini devam ettirdiler. İran’la petrol ve doğalgaz anlaşması bulunan Türkiye'de bu kapsamda ticaretine devam etti. Diğer ülkelerin yaptığı gibi alışverişi dolar üzerinden değil başka ödeme araçları ile yaptı.

Hal böyle iken ülkemiz hakkında başka hesapları olan ABD, Zarraf üzerinden Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Bir devlet bir başka devlete çeşitli sebeplerle ambargo uygulayabilir. Ancak Birleşmiş Milletler kararı olmayan böyle bir uygulamaya diğer devletlerin de uymasını beklemek, uymayan devletleri ise güç kullanarak, kumpaslarla, yalancı tanıklarla, ekonomik baskılarla mahkûm etmeye çalışmak düpedüz haydutluktur.

Sözün özü; Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 17-25 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirmek istediği, ancak başaramadığı yargı darbesi bu defa ABD eliyle devam ettiriliyor.  Mesele budur.

İbrahim Keleş

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...