Pazartesi, 17 Kasım 2008 02:36

Türkiyeliyim diyebiliyor musunuz?

Türkiyeliyim diyebiliyor musunuz?

 

17 Kasım 2008 07:02

 

Türkiyeli üst kimliği altında her etnik ve dini kimlik kendini mutlu hissedebilir. Türk ırkçısı olanlar da artık bu gerçeği sindirmeliler. 

Resmi söylemin kimlik politikaları iflas etti. Fazla bilinmeyen bir psikoloji yasası vardır : “Ben kimim sorusuna cevap veremeyen insan güven içinde olamaz”. Ben kimim, nereye yönelmeliyim, niçin? sorusuna cevap veren insan kimlik krizinden çıkar. 

Aynı durum toplumlar içinde geçerlidir. Dil ve din en önemli kültürel kimlik nitelikleridir. Resmi ideoloji yeni kimlik oluşturma iddiası ile müzik, sanat, dil ve din gibi bütün kimlikleri devrimci tarzda değiştirmek istedi ve başaramadı. 

Türk toplumunun % 20’si ancak kabul etti. Toplumun çoğu dilinden ve dininden vazgeçmedi. Osmanlı gibi ve çağdaş demokrasiler de kimsenin diline ve dinine karışmadıkları için yaşayabiliyorlar. 

Kültürel kimlik bilimsel olarak birey için olmazsa olmaz bir tanımlamadır. Devrimle değişmez evrimle değişir. Psikoloji bu nedenle “Mind, Brain and Cultur” yani akıl, beyin ve kültür olarak tanımlanır. 

Geçtiğimiz hafta NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanemizi ziyaret eden ABD’den Profesör Moore 70 yaşında ve halen üniversitede aktif çalışıyor. Kendisine emeklilik yaşı yok mu diye sorduk, cevap ilginçti: “Amerika’da cinsiyet, ırk ve yaş nedeniyle kimseye ayrımcılık yapılmaz.” 

Bu sebeple Cumhuriyetin kültür politikaları iflas etmiştir. Bunu kabul etmekte direnen resmi söylem ve sığ aydınlanmacılar sürekli bölücülük ve irtica paranoyası ile toplumun ilerlemesini ve Osmanlı’nın başlattığı batı’ya sağlam yürüyüşü bozuyorlar. 

Şu anda bizim Avrupa’ya değil Avrupa’nın bize ihtiyacı var. Sosyopsikolojik kapitalleri tükenmiş batı bizden değer almak için bekliyor. 

Resmi söylem Türkiye’mizde 12 Eylül 1980 darbesi ile kültürel kimlik olarak Kürt kimliğine büyük darbe indirdi. Kimlik talebi sosyolojik olarak köküne dönme çabası idi. Siyasi olarak algılandı ve sert davranıldı. Bölücülük argümanını kullandı ve terör şeklinde tepki aldı. 

Aynı şekilde resmi söylem 28 Şubat 1997’de kültürel kimliğin dini köklerine dönüşle ilgili sosyolojik talebine paranoyakça yaklaştı. İrtica diye tanımlanmamış ve yasalarda yeri olmayan bir suç icat etti. Tam tersi bir sonuçla değersizleştirmeye çalıştığı dini kimliği taşıyanlar iktidara yürüdü. 

Resmi söylem Kürtçeyi yasaklayarak Kürt kimliğini yok edeceğini, başörtüsünü yasaklayarak dini kimliği yok edeceğini zannetmişti

Fakat resmi söylem çağın gerisinde kaldığı için toplumsal karşılığını bulamadı. 

Resmi söylemin dört özelliği vardır. Birincisi militaristtir, ikincisi sekülerdir, üçüncüsü feodal ve dördüncüsü şovendir. 

Militaristtir çünkü farklı fikirlere kapalıdır, tartışmaktan eleştiriden hoşlanmaz ve baskıcıdır kendisi gibi dişünmeyene ‘ya sev ya terk et’ der. Totaliterdir çünkü vatandaşının giyim kuşamına ve özel hayatına müdahaleyi hakkı gibi görür. 

Sekülerdir çünkü parasında Allah yazmayan ikinci seküler devlet olan Fransa’nın üçüncü Cumhuriyetini model almıştır. İslamofobisi vardır. Dini tezahürleri gördüğünde kırmızı görmüş boğa gibi olur. Ezanın orjinali gibi okunmasından ve başörtüsünden bunun için rahatsız olur.

Feodaldir çünkü özel korunmuş kaleleri, soylu sınıfı ve hizmetini yapan köylüleri vardır. Özel korunmuş kaleleri kamusal alan denilen şatolarıdır. İlk başörtüsü yasağının orduevlerinde başlaması tesadüfi değildi. Soylu sınıfının bir ayağı ‘İstanbul Dükalığı’ olarak tanımlayacağımız imtiyazlı kılınan İstanbul zenginleridir. İkinci ayağı Dük ve Düşesler veya Kont ve Kontesler olarak niteleyeceğimiz şehir kulüpleri ve Orduevlerini mekan tutmuş devletçi zevattır. Üçüncü ayağı ise Şövalyelerdir ve Ergenekon çetesi olarak şu anda cezaevinde bulunuyorlar. Köylüler ise ‘yurdum insanı’ olarak küçümsenen Anadolu’nun emekçileridir. 

Ortaçağ Avrupasının burjuvaları yani kent soyluları ile zenginleşen kralları haçlı seferlerinin getirdiği ekonomik hareketlilik ile feodal yapıyı dağıtmaya başladılar. Derebeylerinin girilemez şatoları 1389 Kosova ve 1453 İstanbul feşi savaşları ile topların keşfi sonucu girilebilir hale gelmişti. Böylece orta çağ bitip yeni çağ başladı. 

Türkiyenin modern feodalizmin de zihinsel şatolar vardı, imtiyazlı Ankara ve İstanbul’un askeri, sivil bürokratik elitleri ve işadamları zihinsel şatolarında kendilerini güvende hissediyorlardı. Seçimlerde hep oylarını statükoyu savunan partilere veriyorlardı. 

Avrupa Birliği’ne giriş çabasının zenginleşmeyi tabana yayması ve özgürleşmenin getirdiği zihinsel sınırların ortadan kalkması dengeleri bozdu. Türk Modern Feodalizmi kamusal şatolarında rahat değiller. Türk köylüleri artık haklarını arayabiliyorlar. 

Resmi söylemin dördüncü özelliği ise şoven olmasıydı. Bir numara olarak adı çok geçen Emekli Orgeneral Sayın Hüseyin Kıvrıkoğlu yakın çevresine yakın zamana kadar hükümet için ‘Hiç Türk sözünü kullanmazlar’ diyordu. Ulus devleti tam nitelemeyen Türk ırkçılığı şeklinde bilinen resmi ideoloji seküler bir milliyetçiliği sunar. Vatan sevgisinin dinle alakası olmadığı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun talihsiz bir beyanı idi. 

Kürt kökenlilere ‘Kendini Türk hissetmezsen bizden değilsin düşmanımsın’ tezi kurulu düzenin bir tezi olarak endokrinize edildi. 

Dindar bir sunni müslümana ‘Benim çizdiğim sınırlar kadar dinini yaşayacaksın yoksa düşmanımsın’ demek resmi söylem idi. 

Aleviliği laikliğin teminatı olarak görüp politize etmekte beis görmeyen ideolojik bir körlük sergilendi. Ali’siz bir alevi müslümanlığını savunan alevilik anlayışı desteklendi. Özünden koparılmaya çalışıldı. Cem evi bile olmayan bir alevilik istendi. 

Talihsiz olan şudur, tarihsel ve sosyolojik olarak olarak ömrünü tamamlamış söylemlerin hükümet erkanı tarafından siyasi opurtunizmle savunulmasıdır. 

Ermeni ve Rum vatandaşları kaçırtmak Topal Osman, Sabri Yirmibeşoğlu, Veli Küçük gibi zihniyet sahiplerince yapılmış bir zalimlik idi. Etnik temizliği savunmak Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e mi kaldı? Zulme rıza zulümdür.  

Hükümet politikaları esasattan taviz vermemeli ama üslupta tavizkar ve yumuşak olmalı idi. Tabii gerilimden beslenmeyi yöntem olarak seçenler bu görüşü kabul etmezler. Kısa vadeli politika sinekleri kovalar anlık rahatlatır, fakat kökene yönelik politika bu hükümete daha çok yakışır. 

Militarist, şoven, feodal ve seküler politika ateşine odun taşıyan iktidar ancak kendi suyunu ısıtmış olur. Türkiyeli üst kimliği altında her etnik ve dini kimlik kendini vatana ait ve mutlu hissedebilir. Evrensel doğrular böyle diyor. 

Türk ırkçısı olanlar da artık bu gerçeği sindirmeliler. Çünkü ırkçılık insanlık suçudur. Aslında Kürt kökenli Türkiyeliyim, Ermeni veya Rum kökenli Türkiyeliyim diyenler “Türkiye sadece Türklerin değil Türkiye Türkiye için çalışanlarındır” diyorlar.

 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 17 Kasım 2008 02:45
Prof.Dr. Nevzat Tarhan

Yönetim Kurulu Başkanı

www.nevzattarhan.com | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Askerî yargı DERİN SİYASET VE OBAMA »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...