Cumartesi, 14 Eylül 2019 17:27

Hikaye Tadında Gözlemler

Yeni eğitim ve öğretim yılı münasebetiyle ve faydalı olacağı umuduyla sizlerle tecrübeyle sabit bir-iki hususu paylaşmak isterim. Yaz tatili boyunca, ilkokul birden beşinci sınıfa kadar yaş aralıklarında bulunan torunlarımla beraberdim. Ve bu esnada şu hususların farkına vardım.

a. Çocuklara emir formunda konuşarak; yapma, etme veya kitap oku, şunu şunu yap demeninin hiç bir anlamanın olmadığını,

b. Dijital çağı yaşayan çocuklara anolog çağa ait bizlerin sözlerinin etki yapmadığını,

c. Bu nedenle, çocuklara verilecek mesajların hikaye edilerek anlatılması gerektiğini,

d. İzledikleri çizgi filim ve tablet oyunlarındaki karekterlere bağlı olarak daima aktif halde bulunduklarını ve asla dinlenmenin ve dinginliğin ne olduğunu kavrayamadıklarını,

e. Boşa çıkıverdikleri vakitlerde de "... canım sıkılıyor..." diye şikayelenmelerinin dinginliği bilmediklerini gösterdiğini,

f. Beş, altı veya on yaşında bir çocuğun Allah aşkına canı neye sıkılır yahu, anlayan varsa beri gelsin diyeceğim, ama diyemeyeceğim, zira çizgi filim karekterleriyle bütünleştikleri için pasif kaldıkları anda canlarının sıkıldığını fark ettim. Zira çizgi filimlerde daima aktif oyunlar işleniyor. Hatta tüm oyunları da hırsız-polis kovalamacası. Böylece bir salaklaştırma operasyonuna maruz kalıyor yavrularımız. Burada bir yanlışlık yokmu...

g. Bu nedenle dinlenmenin ne olduğunun hikaye tarzında anlatılması gerektiği düşüncesiyle, ben torunlarıma Kayseride Askeri Fabrikada zamanında yedek parça imalat atelyesi kısım amiri olarak çalışan rahmetli Mehmet Tatlısöz'ün anlattığı dinlenme usulünü hikaye ettiğimde, çocukların pür dikkat beni dinliediklerini gözlemleyebiliyordum. Tatlısöz usta, hergün mesaiden sonra evde perdeleri çekili, ışığını yakmadığı karanlık bir odaya girip gözlerini kapatarak oturduğu koltukta, yaklaşık bir iki saat nasıl dinlediğini hikaye edince, torunlarımdan birisinin "... O zaman bu gün iylik mi kötülük mü yaptığını da düşünür..." ifadesi karşısında maksadım hasıl olmuştu.

h. Çok gürültü yaptıkları bir esanada, anlattığım bir hikaye ile çocuklar bir dinginliğe ermişlerdi... Özetle: Babamın yanında bizlerin diz üstü oturduğunu ifade ile. " - Sizler gibi ayak uzatmak nere..." deyip, oturduğum koltuktan yavaşça aşağı indim ve halıya diz üstü oturdum. "... Üstelik babam bizi çok döverdi! Sonraları anladım ki, meğerse bizlere karşı olan sevgisini ifade edemediğinden dövermiş..." dediğim bir anda, torunlarımdan biri öne fırladı ve "... Annem babam da dövdükleri halde, beni çok seviyorlar değilmi, dede!... " deyiverdi. İçim eridi. Tabi ki yavrum deyince, çocuk sevinçle yerine oturdu. Not : Anne babaya sevgilerini görünür kılmaları hususunda uyarıda bulundum. Tabiiki bu arada ben diz üstü oturmaya devam ediyordum, işte bu halimi gözden kaçırmayan diğer bir torunum ise, bir hışımla "... Dede! Uzat ayaklarını, baban yok ya!.. " demesin mi? Mesele şu ki, bağırıp çağıran çocuklar küçük bir hikaye ile sakinleştikleri gibi, içlerinde olan duyguları da dışa vuruyorladı ki, en önemliside buydu bence.

ı. Gittiğimiz tatil beldesinde çocuklara, kendi el yazıları ile günlük plan yaptırdım. Sabah kalkış 08.30, kahvaltı 09.30, kitap okuma, havuz, istirahat, atıştırma, havuz, akşam yemeği, kitap okuma, serbest zaman ve saat 22. 00 yatış... gibi.

i. Bu sözleşmeye uyacağım diye adlarını soyadlarını yazdırarak da planı imzalattım.

j. Bu sözleşme veya günlük plana %70—80 oranında riayet edildi diyebilirim.

k. Buradan hareketle, okulların açıldığı bu zaman diliminde, çocuklara günlük veya haftalık plan yaptırıp altını imzaltmanın çocuklara sorumluluk bilinci yükleyeceği kanaatindeyim. Zira kendilerinin adam yerine konulduğu bilinci gelişir böylece. - Çocuklara havuzdan sonra atıştırmalık veya dondurma ikram etmediğimde, çocuklar hemen ellerine sözleşmeyi alıp "... Dede bu saat atıştırma saati, lütfen atıştırmalıkları hazırla..." diyorlardı bila istisna. Bende kitap okuma saatine uymadıkları vakit aynen sözleşmeyi gösteriyordum. Zarda olsa zorda olsa kitap okuyorlardı. Ama şunu ifade edeyimki kitap okuma alışkanlığını kazandıramadım. Lütfen cevizi çatlatan kitap okuma veya tablete bakma mesajını hatırlayın ve çocuklara izah ediniz.

l. Ha bu arada tablet dediğinizi duyar gibiyim. C

m. TABLET İPTAL. - Televizyon zaten yok. Vakit o kadar çok ki sormayın...

n. İlk günler tablet sebest idi. Tatilin üçüncü günü sen çok oynadın ben az oynadım diye bir tablet kavgası çıktı ki sormayın. Çocuklar tablet yüzünden neredeyse havuzu bile terk ettiler. Bilhassa en büyük torunuma oynadıkları oyunu bana göstermesini istedim. Oyunda, bir top bir delikten çıkıyor havada çeşitli şekiller çiziyor ve bir deliğe giriyordu. Çocukları adeta boş bir oyunla hipnoz ediliyor... Oyunların çocuklardaki etkisi ise, afyon uyuşturucusu gibi bağımlılık yapıyor ki uykudan kalkan tablete koşuyordu... "... Bu mu sizin oynadığınız oyun, siz aptalmısınız bir topun bir delikten çıkıp bir deliğe girdiğini üç kişi göz kırpmadan izliyorsunuz! - Bana izlediğiniz bu oyunun bir tane faydasını söyleyin, - Bizde bu oyundan şunu öğreniyoruz dede deyin, söz veriyorum, tablet 24 saat serbest... " Cevap yok. "... Bu çizgi filim yapıcıları zaten sizlerin salaklaşması için akla gelmedik hayal ürünü filimler hazırlıyor... Kaldırın tableti yoksa kırarım..." dedim. En büyük torunum "... Dede tablet iki bin lira... " diye cevap verince, siz beni anlamadınız herhalde iki bin lirayı peşin verir ve tableti yine kırarım.." diye gürleyen sesimle "... Tableti saklamayacağım, tablet önünüzde duracak ama asla açmayacaksınız da..." diye kararlı bir vaziyette konuşmama devam ettim. Ve gerçekten üç hafta boyunca tablet bir daha açılmadı... NOT: Birgün Ankaradan İstanbula giderken henüz Ankarayı dışarı çıkmadan Şaşmaza geldiğimizde altı yaşındaki bir torunum"... Dede İstanbula geldik mi? " demesinmi. Çünkü çizgi filimler çocuklarda gerçeklik algısını bozuyor. Bu nedenle, çocuklara ısrarla hayatın çizgi filim olmadığını söylüyordum...

o. Ayrıca çocukların damak tadı suni gıdalarla şekillendiği için, tereyağı veya peynir gibi doğal gıdaların tadını asla almadıklarını veya alamadıklarını da fark ettim. Benim damağımda çocukken yediğim ayranlı yayık tereyağının tadı hala varken, çocuklarda asla sade bir tadın olmadığını, yemelerinden anlıyordum. Ve tüm doğal tadları reçel, çokella veya bal gibi tatlarla bastırıyorlardı. Dolaysıyla doğal tadları almaları için çok gayret sarf ettim. Kısmen başarılı oldum da diyebilirim... Ne yazık değilmi, çocuk ömür boyu doğal tereyağın tadından mahrum kalıyor... Koş suni paketli gıdalara...

p. Birde bolluğun verdiği şımarıklık olunca, yedikleri önünde yemedikleri arkasında... Ayrıca babalarımızın açlıktan nefesi kokuyordu. Bizler, 50-60 yaş üstü yarı aç yarı tok, çocuklarımız kısmen tok. Torunlar ise o kadar tok ki "... Dede bana et koyma..." diyorlar. Et bulsakda bir yumulsak diye düşünce sahibi bizler ise, çocukları kendimiz gibi aç zannettiğimizden et yemeye zorladığımızı farkettim. Dikkat çocukların açlık değil, dengesiz beslenme sorunları var.

r. Kısacası çocuklar acıkmayı ve susamayı bilmiyorlar. Dolaysıyla açlığa ve susuzluğa sabretmeyi de bilmiyorlar.

s. Bu nedenle ben çocuklarla sokağa veya parka çıkarken yanıma genellikle su ve yiyecek almamaya özen gösteririm ki, çocuklar açlığı ve susuzluğu kavrayabilsinler. İstemelerine rağmen marketlerdende almam zorunlu olmadıkça. Bir defasında parkta susadık dediklerinde şehir suyu içirdim. Hasta olurlar diye korktum, ama bunu denemeliydim. Ve bir şey de olmadı. Ertesi gün gittiğim camide, susadım diyen çocukları şadırvana yönlendirdim. Şadırvandan su içen afacanlardan henüz dört yaşlarında olan biri, eve gelince annesine "... Anne dedem bize abdest suyu içirdi..." diye bir anlatımı vardıki sormayın... Zira çocuk ilk defa ambalajsız su içiyordu. Ayrıca her defasında su içmek için temiz bardak isteyen torunlardan bizar kalıyordum. Bir gün halı saha maçı oynayan torunum acıktığını beyan edince haşlanmış mısır vermiştim. Bir- iki ısırdı ki, mısırı yere düşürdü. Çocuk o anda bir düşen mısıra, birde benim gözüme baktı. Bende aynı bakışı yaptım ve "... Ben olsam yerim..." deyince, torunum "... Ama yere düştü şurası kirlendi..." diye verdiği cevaba bende "... Kirlenen tarafı yıkarız..." demem üzerine çocuk mısırı yerden aldı yıkadık ve yedi. Mecburiyet böyle bir şey olsa gerek. Akşam evde kimsenin kullanmadığı temiz su bardağı arayınca, haklı olarak "... Yavrum yere düşen mısırı yiyorsun, burada su içmek için kimsenin kullanmadığı bardak mı arıyorsun? Bu davranışında bir yanlışlık yok mu... " ifadem karşısında, çocuk boynunu büktü ve eli mahkum herhangi bir bardağı alarak suyunu içti. O günden sonra kuruntuya varan temizlik hastalığı çok şükür kayboldu diyebilirim. Üç dört saat parkta oynayıp eve geldiklerinde daha kapıdan girerken, Kerbelada kalmış gibi su içmelerini veya yemek yemelerini anlatamam.

Kısacası: EĞİTİM, ISRAR ve TEKRARDIR.

Selam ve dua ile...

Mevlüt YERLİKAYA

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Son Ekledikleri: Mevlüt YERLİKAYA

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...