Cuma, 21 Ekim 2022 14:26

Allah insanı boş yere mi yarattı..!

İnsanın dünyaya gönderilmesinin maksadı; rububiyete karşı, ubudiyettir. Yani insan Cenab-ı Hakk’ın aziz bir misafiri olarak süresi muayyen bir zaman dilimi içinde dünyada imtihan olmaya gönderilmiş ve imtihanın esasları da Kur’an’da ve Peygamberimizin Hadis-i Şeriflerinde beyan edilmiştir.

Bu esaslara göre insan, fikir, zikir ve şükür bağlamında bir takım ibadetlerle mükellef kılınmış ve bunları icra etmesi, Allah tarafından emredilmiştir.

İnsanın iç dünyasına kodlanan hırs ve kanaatsizlik duyguları ise ibadette doyumsuzluk ve hep daha iyiye yönelme arzusu bağlamında verilmiştir.

Yani insan, içinde yer alan bu duygularla ibadette ve takvada en iyisini yapmak için bu unsurları kullanmakla mükellef kılınmıştır.

Oysa insan, bu duyguları uhrevileşme yerine, dünyevileşme yolunda sarf ederse, o zaman fıtrata aykırı eylemler içine girmiş ve yüzünü ahiretten, dünyaya çevirerek sahip olduğu üstün değerleri hebaen mensur harcamış ve yücelikten basitliğe indirgemiş olur.

İşte bu sebepten ki, Peygamberimiz (SAV) “Doyma bilmeyen nefisten,” Allah’a sığınmıştır. Çünkü bunların yapamayacağı kötülük yoktur. Maddi menfaatine her şeyi feda ederler. Miras için en yakın akrabalarını, eşini-dostunu ve hatta anne ve babasını bile öldürme vahşetine kapılırlar.

Oysa insanın ne kadar imkanı olsa da yiyeceği giyeceği, bineceği vs. ihtiyaçları sınırlıdır.

En sonunda gireceği kabir de oldukça dardır.

O kabri genişletmek için dünyaya tamahkârlık değil; ukbaya iştiyak esastır.

Yalnız burada vurgulamak gereken önemli bir nokta vardır ki, o da şudur: İnsan elbette mal-mülk, makam-mevki, unvan gibi faktörlere sahip olacaktır ki, meşru dairede bunlara sahip olmanın bir sakıncası yoktur.

Sakıncası olan şey, elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra kısmetine razı olmayıp, hırs ve tamahkârlık ile başkasının haklarını gasp etmek ve doyma bilmemektir. Yoksa araban olsun; hatta en iyisi olsun; yeter ki, helâl dairesinde kalsın ve kalbini onun sevgisi değil; Allah’ın sevgisi kaplasın.

Bir hocamın dediği gibi, “Araban olsun ama garaja koy; kalbine koyma. Paran olsun ama kasaya koy; kalbine koyma!” Zira kalp “Ayine-i Samed”tir.

Yani gönül Allah’ın tahtıdır. O tahta geçici dünyevi unsurları yerleştirme; sonu hüsran olur. Allah (cc) Hadid Suresi, 21. Ayet’de Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın,’ ki

(o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir,” buyurarak, Rabbimizden nimet istememizi emrediyor

Burada hatırlamamız  gereken önemli bir husus vardır ki, o da tamahkârlık sendromunun her seviyede insanda olabileceğidir.

Bu sendromun zenginlik ya da fakirlikle bağlı bir konu olduğu söylenemez.

Bu duygu nefisteki hırsın doğurduğu aşağılık bir histir. Bir insan çok zengin olsa da, bir fakirden çok tamahkârlık girdabına kapılmış olabilir ve daima hep daha fazlasını isteyip küçük hesaplar peşinde olabilir.

Peygamber Efendimiz (SAV) Ebu Nuaym’dan rivayetle, hırs ve tamahkârlığın tersi olan kanaatkâr olma konusunda şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Çalışma da güzel davranın..! Çünkü hiçbir kul için kendisine takdir edilenden başka bir şey yoktur ve kul kendisine yazılan rızık eline geçmeden, dünyadan göç edip gidemez.” 

Bu konuda Cenab-ı Hakk da Talâk Suresi 2/3. Ayetlerinde şöyle buyurur: “Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter.”

Hal böyle olunca bize düşen hırs ve tamahkârlıkla doyma bilmeyen nefsin hilesine düşmeden Cenab-ı Hakkın bize takdir ettiği rızkımıza ve nimetlerimize kanaat ve tevekkül etmektir.

Sonuç olarak biz dünyada misafiriz, Misafir olan kimse Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle beraberinde getirmediği şeylere gönül bağlamaz; dünyayı kesben değil; kalben terk ederek helâl dairesinde kalır.

Zira Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir; harama girmeye hiç lüzum yoktur.

Aksi takdirde hırs ve tamahkârlıkla dünyaya dört elle sarılıp helâl haram demeden gasp edercesine celp etmeye çalışmanın sonu hüsrandır ve mutsuzluktur.

Elhasıl; İnsan bu dünyaya neden gönderildiğini unutursa dünyevi nelere sahip olursa olsun huzur bulamayacaktır.

Hep söylenir Ya “para var huzur yok” diye Huzur olmadıktan sonra Mutsuz olduktan sonra bütün dünya senin olsa neye yarar...? Öyle değil mi dostlar..

 

Mehmet Kanmaz

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...