Salı, 03 Nisan 2012 08:39

Re'sen emekli askerlerin trajedisi - 3 Yazı

Bu köşede re'sen emekli edilmiş askerlerimizin trajedisine sık sık değiniyorum. Bu askerlerimize şu an devlet BÜYÜK HAKSIZLIKyapmaktadır...
Ordudan herhangi bir haksız sebeple (dindar, Alevi, Kürt olduğu için vs) atılmış askerlerimiz şu son çıkan yasalarla haklarını aldılar ama atılmak yerine bu haksız sebeplerden re'sen emekli edilmiş olanları hiçbir şey almadılar. Yani bu askerler atılmadıklarına pişman oldular nerdeyse. Re'sen emekli edilmek de bir nevi atılmak gibi. Tek farkı çok çok cüzi bir maaşa bağlanıp atılıyorsunuz. Bu maaşasgari ücretin bile altında bir rakam oluyor... İşte bu 6191 sayılı kanun re'sen emekli askerleri feci mağdur ediyor. Onlarda bu kanunla ilgili güzel bir rapor hazırlamışlar... Herşeyi detaylı anlatıyor. Ben de bu rapora köşemde yer veriyorum... Milli Savunma Bakanımız'ın gereğini yapmasını özellikle rica ediyorum...
10.3.2011 tarihinde, 6191 sayılı kanun ile 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na Geçici 32. Maddeeklenmiştir. Söz konusu madde ile 12 Mart 1971 tarihinden itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ilişiği kesilen askeri personelin bir kısım özlük haklarının iadesi amaçlanmıştır. Geçici 32. Maddenin ilk fıkrası şöyledir: "12 Mart 1971 tarihinden bu kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ilişiği kesilenler veya vefatları halinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanmak için 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığı'na başvururlar."
Söz konusu hüküm gereğince Milli Savunma Bakanlığı'na 4606 kişi başvurmuştur. Bunlardan 1542 kişinin başvurusukabul edilmiştir.
3064 başvuru ise reddedilmiştir.
Başvurusu reddedilenlerin dökümü şöyledir: 226 kişinin başvurusu, haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunduğu ya da haklarında yapılan işleme dayanak teşkil eden olayların vasıf ve mahiyeti gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.
847 kişinin başvurusu askeri öğrenci iken ordudan atıldıkları ya da 12 Mart 1971 tarihinden önce ordudan atıldıkları gerekçesi ile reddedilmiştir.
1991 kişinin başvurusu ise, haklarında yapılan işleme karşı yargı yolunun açık olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir.
Bu duruma göre 12 Eylül darbesi döneminde genellikle sol görüşü benimsedikleri gerekçesiyle ordudan atılan yaklaşık450 kişi ile 28 Şubat sürecinde ve daha sonraki dönemde dinci ve irticai görüşleri benimsedikleri gerekçesiyle ordudan atılan yaklaşık 1100 kişi haklarını almışlardır.
12 Eylül darbesi döneminde ordudan atılanlardan haklarında mahkumiyet kararı bulunan 8-10 kişinin başvurusu reddedilmiştir. 28 Şubat sürecinde ordudan atılanlardan, başvurusu reddedilen kişi bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, 12 Mart darbesi döneminde, genellikle sol görüşü benimsedikleri gerekçesi ile ordudan atılan kişilerin tamamı ile daha sonraki dönemlerde, kararname yoluyla ordudan atılanlar, haklarında yapılan işleme karşı yargı yolunun açık olduğu gerekçesi ile 6191 sayılı yasadan yararlandırılmamıştır.
Fiili hukuki ve idari uygulamalar açısından konunun değerlendirilmesi:
12 Mart 1971 tarihinden 14.10.1973 tarihinde yapılan genel seçimler sonunda teşekkül eden parlamentonun kendi hükümetini kurmasına kadar geçen süre içerisinde Türkiye'de darbe yönetiminin baskısıyla kurulan hükümetler iş başında olmuştur. Bu dönemde, anayasal meşruiyeti olmayan darbe yönetiminin iradesi, tüm anayasal kurumların iradesinin üzerinde yer almıştır. Bu iradeye, o zaman, ne Meclis ne de diğer anayasal kurumlar karşı duramamıştır.
Meclis, darbecilerin istekleri doğrultusunda kanunlar çıkarmış en yüksek yargı kurumu olan o zamanki Anayasa Mahkemesi de darbecilerin iradesine karşı çıkmamıştır.
O dönemde görev yapan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin de, Danıştay'ın da darbecilerin iradesi dışında hareket etmesi fiilen mümkün değildi. Darbeciler, kendi iradesine ters düşecek durumların ortaya çıkması ihtimaline karşı, fiili ve "hukuki" müdahale gücüne sahiptiler.
Nitekim, darbecilerin amacına daha iyi hizmet edeceği düşüncesiyle, 20.7.1972 tarihinde bünyesinde yargıç olmayan subay üyelerin de bulunduğu AYİM kurulmuştur. AYİM Kanunu, geçici Madde.4 gereğince de daha önce Danıştay'da açılan davalar AYİM'e devredilmiştir.
Mahkemelerin, demokrasinin kesintiye uğradığı olağanüstü dönemlerde, siyasi saik içermeyen sıradan olaylara ilişkin yargı faaliyetlerinde, tarafsız olarak hareket etme imkanları olduğundan kuşku duyulamaz. Ancak, darbe yönetimince, yönetimin siyasi ve ideolojik görüşleri çerçevesinde yapılan idari işlemler için aynı şey söylenemez. Bu konularda mahkemelerin kendilerini baskı altında hissetmeleri kaçınılmazdır. En azından dönemin siyasi iklimi ve egemen ideolojisinin mahkemeleri etkileyeceği sosyolojik bir olgudur.
Türkiye'de bu etkinin tezahürleri her olağanüstü dönemde görülmüştür.
Örneğin: Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 25.12.1981 tarihinde değiştirilmesinden önceki 21. maddesinde de, değiştirildikten sonraki sonraki 20. maddesinde de AYİM'in görev alanı "askeri hizmete ilişkin" idari işlemler olarak belirlenmiştir. Bu sebeple askeri hizmete ilişkin olmayan ordudan ilişik kesme işlemleri, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanı dışındadır. 12 Mart darbesi döneminde uygulanan disiplinsizlik kılıfına uydurulmuş ilişik kesme işlemleri tamamen darbe yönetiminin dünya görüşü ve siyasi saikleri doğrultusunda yapılmış olup, askeri hizmetle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu duruma göre, bu işlemler, ağır şekilde hukuka aykırı olmalarının yanı sıra, bu işlemlerin yargısal denetimi de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanı dışındadır. Ancak, 12 Mart 1971 darbesi ertesinde, 20.7.1972 tarihinde AYİM'in kurulmasından sonra, Danıştay, kendisinde açılan bu tür davalarda ağır hukuksuzluğu ve AYİM'in görev alanına ilişkin yasal düzenlemeyi göz ardı ederek, kendisini görevsiz saymıştır. AYİM degörev tecavüzünde bulunarak, kendisini görevli sayıp, siyasi saikle yapılan idari işlemleri yalnızca şekli açıdan inceleyerek ret kararları vermiştir. Ender de olsa çıkan iptal kararlarının hiç biri uygulanmamıştır.
Çünkü iptal kararlarını uygulayacak olan Milli Savunma Bakanı'nın bulunduğu hükümet de darbecilerin iradesi doğrultusunda kurulmuştu....
Yarın devam...


Kovulmuş yada re'sen emekli edilmiş askerler

Re'sen emekli edilmiş askerlerin trajedisine devam ediyoruz...
Türkiye'de geleneksel olarak, olağanüstü dönemlerde Ordu'dan ilişiği kesilenlere haksızlık yapıldığı kabul edilse bile, silahlı kuvvetlerin özel durumu gözetilerek yargısal ve diğer yollarla orduya geri dönüş imkanı verilmemiştir.
Yine yargısal yollarla gerçek anlamda ekonomik mağduriyetin giderilmesi imkanı da olmamıştır.
Haksızlıklar, sonradan yapılan yasal düzenlemelerle giderilmeye çalışılmıştır. Bu gün de, geçici 32. madde ile getirilen düzenlemeye göre, geçmişte ordudan ilişiği kesilen askeri personelin göreve iadesi söz konusu değildir. Emeklilik süresi dolmayanlar sivil kadrolarda istihdam edilecektir.
12 Mart darbesi döneminde resen emeklilik kararlarının büyük çoğunluğu, gözaltı ya da tutukluluk süresi içinde tebliğ edilmiştir.
Gözaltına alınanlar ya da tutuklananlar o zamanki keyfi ve hukuksuz uygulamalarla aylarca kimseyle görüştürülmemişlerdir.
Tutuklular devlet içinde örgütlenmiş "yasa dışı gizli kontur-gerilla örgütü"nün elinde, bu örgütün sorgu elemanlarının kullandığı ifadeye göre "esir" olarak tutulmuşlardır. Bu örgüt tarafından her türlü başvuru, "burada anayasa babayasa yok" denilerek engellenmiştir. Böylece dava açma süreleri geçirilmiştir. Daha sonrası için de fiili engellemeyi ispat edecek imkanlar ortadan kaldırılmıştır.
12 Mart darbesi döneminde çok az sayıda askeri personel dava açma imkanı bulabilmiştir. Bu az sayıdaki kişilerden Erol Kızılelma'nın AYİM'de açtığı davada, mahkeme 1975/1236 E. ve 1976/98 K. sayılı kararında, "Dosyasındaki belgelerdensapık sol ideolojiyi benimsediği anlaşılan davacının Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevini yerine getiremeyeceği anlaşılmaktadır" denilerek dava reddedilmiştir. (Erol Kızılelma'nın dosyasında sol görüşlü kişilerle arkadaşlık ettiği yolunda düzenlenen belgeler dışında başka bir delil bulunmamaktadır.) 
Hakim Albay Remzi Şirin başkanlığındaki İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin 83 sanıklı deniz subayları davasında, askeri yönetimin istediği gibi karar verilmediği için, yani sanıklar beraat ettiği için karar feshedilmiştir.Mahkeme üyeleri doğu illerine sürgün edilmiştir. Sonuç olarak, Türkiye'de olağanüstü dönemlerde, fiili yargısal ve idari uygulamalarla, hak arama yolları kapatılmıştır. Normal dönemlerde de Türkiye'de günümüze kadar devam eden askeri vesayet rejimi nedeniyle hak arama yolları hep kapalı olmuştur.
2010'da Yüksek Askeri Şura kararı ile Silahlı Kuvvetler'den ihraç edilen askeri personele, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne başvurma imkanı sağlanarak oradan bir karar alınmasının yolu açılmak istemiştir. Ancak, Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Onursal Başkanı E.Tuğg. Adnan Tanrıverdi başkanlığındaki bir heyet Başbakan Tayyip Erdoğan'ı Dolmabahçe'deki çalışma ofisinde ziyaret ederek, AYİM'in adil bir yargılama yapamayacağı yönündeki görüşlerini Başbakan'a iletmiştir. Bu görüş, Parlamento tarafından da kabul görmüştür. Bu sebeple, geçici 32. madde af kanunu şeklinde düzenlenmiştir. Kanunda belirtilen şartları taşıyan askeri personelin başvurularının, Milli Savunma Bakanı tarafından kabul edilmesinin yolu açılmıştır. Mağdurlara, yargı yoluna başvurma imkanı sağlamak yerine, af kanunu niteliğinde düzenleme yapılarak, yargı yolunun etkin olmadığı yolundaki görüş, kanun koyucu tarafından da zımnen kabul edilmiştir. Anayasa'nın 90. maddesi son fıkrası hükmü şöyledir: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır."
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. ve 13. maddesi hükümleri de şöyledir:
"Madde 6: Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. 
"Madde 13: Bu sözleşmedeki hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi sıfatlarıyla hareket edenlerden başka kişiler tarafından da işlenmiş olsa, ulusal bir makam önünde etkili bir hukuki yola başvurma hakkına sahiptir."
Bu konularda doktrindeki görüşler de şöyledir: "...Şu halde bir işlemin yargı denetimine açık olduğu iddiasında/savunmasında bulunmak için, hak sahibine 'etkili bir başvuru hakkı tanınıp tanınmadığına' bakılacaktır. (Prof Dr. Süheyl Batum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye, 1996) 
"...Etkili başvuru hakkının kabulü için; Divanın deyimiyle 'teorik ve hayali değil fiilen ve gerçekten mevcut bulunması, yani sonuç doğurabilir cinsten olması' gereklidir. (Prof.Dr.Feyyaz Gölcüklü- Prof.Dr.Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, S:299, 1994, Turhan Kitapevi) 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından iki örnek de aşağıdaki gibidir: "...Kısaca mahkeme önünde hak arama yolunun fiilen yahut hukuken, geçici de olsa kapatılması veya kullanılmasının imkansız kılar ölçüde, koşullara bağlanıp sınırlanması 6. madde hükmünün çiğnenmesi demektir..." (Div.K.Airey-İrlanda,Deweer-
Belçika kararları), (Gölcüklü-Gözübüyük, age, S.216) 
"...Hak arama olanağının kağıt üstünde tanınması ve fakat etkili bir şekilde kullanılmasının imkan
sız olması hallerinde AİH Sözleşmesi'nin 6.maddesi ihlal edilmiş olacaktır..." (Philis-Yunanistan kararı) Sonuç olarak:Yargı denetimi; tarafsız, adil, etkin, elverişli ve sonuç doğurucu nitelikte olmalıdır. Bu nitelikleri taşımayan bir yargı denetimi, denetimin sağlandığı anlamına gelmemektedir... 
Yarın devam edeceğiz.


Haksızlığa uğrayan re'sen emekliler

Dünden devam... Bir başka deyişle yargıdan bir sonuç alınması imkanı yoksa ya da yargı kararının uygulanması fiilen imkansızsa, karar uygulanamıyorsa etkin başvuru yolu olduğu söylenemez. 
Türkiye'de darbe dönemlerinde etkin bir yargı yolu olmamıştır. Darbe dönemleri dışında kalan dönemlerde de askeri vesayet rejimi etkin yargı yolunu engellemiştir.
Kanunun amacı ve Anayasa'nın eşitlik ilkesi açısından konunun değerlendirilmesi: 6191 sayılı kanuna ilişkin Meclisgörüşmelerinden ve kamuoyuna yansıyan tartışmalardan anlaşılacağı gibi, söz konusu kanun, Türkiye'nin geçmişindeki olağanüstü dönemlerde, o günlerin egemen ideolojisi ve siyasi iklimi sebebiyle, inanç ve düşünceleri sebebiyle Silahlı Kuvvet'lerden ilişiği kesilerek mağdur edilen askeri personelin ekonomik mağduriyetlerinin bir nebze de olsa giderilmesi amacını gütmektedir. İlk bakışta algılandığının aksine, kanun geçmişteki işlemlere karşı yargı yolunu açmayı amaçlamamaktadır. Eğer bu amaçlanmış oysa idi, mağdurlara 60 gün içinde AYİM'de dava açma imkanı sağlanırdı. Bu yola gidilmemiş, geçmişteki işlemlerin Milli Savunma Bakanı'nın kararıyla geri alınması yolu seçilmiştir.
Kanun, yukarıda açıklanan niteliği ile geçmişle hesaplaşma ve af kanunu niteliğindedir. Kanun kapsamına; belirli bir dönemin ve belirli inançların dahil edilip, başka dönem ve başka inançların dahil edilmemesi; Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılık teşkil eder. İster YAŞ kararı ve isterse kararname yoluyla olsun geçmişte yapılan emeklilik işlemleri geçmişte kesinleşmiş idari işlemlerdir. Bugün de Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ile Yüksek Askeri Şuranın terfi ve kadrosuzluk nedeniyle emeklilik işlemleri yargı denetimi dışındadır. Yargı denetimine kapalı bu işlemler, hukuk sistemimizin kabul ettiği hukuka uygun ve meşru işlemlerdir.
Yargı yoluna kapalı işlemler, yargı yoluna açık işlemlere göre daha hukuksuz değildir. Birinin diğerine göre üstünlüğü yoktur. Her iki yolla yapılan işlemler özdeş niteliktedir. Yargı yoluna kapalı işleme maruz kalanlar hakkında masumiyet karinesi bulunmamaktadır. Geçici 32. maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, her iki yolla da emekli edilmiş kişilerin hukuki statüsü aynıdır. Bu statü, "sicil yoluyla resen emeklilik" statüsüdür.
Anayasa Mahkemesi'nin eşitlik ilkesiyle ilgili bütün kararlarında, aynı hukuki statüde bulunanlara, aynı işlemlerin uygulanması gerektiği belirtilmektedir.
Geçici 32. maddenin (c) fıkrası 2. bendindeki düzenlemeye göre; 6191 sayılı kanundan yararlanacak kişiler, henüz normal emeklilik hakkını elde etmemişler ise, memur olma şartlarını taşımaları kaydıyla, sivil memur kadrolarına atanacaklardır. Kanunun (ı) fıkrasına göre de, bu kişilerin resen emekli edilmelerine dayanak teşkil eden sicil dosyalarındaki belgeler hükümsüz sayılarak, herhangi bir işleme esas alınmayacaktır.
Halbuki bunlara AYİM'e başvurma imkanı sağlansaydı, bunların davaları, dosyalarındaki belgeler sebebiyle AYİM tarafından reddedilecekti. 
Çünkü, AYİM dosyalardaki belgeler ve Silahlı Kuvvetler'in özel konumunu gözeterek hüküm tesis etmektedir.
Kanun koyucu da, bunların Silahlı Kuvvetler'e dönmesini sakıncalı bulmaktadır ki, sivil kadrolara atama yolunu seçmiş bulunmaktadır.
Sonuç olarak, bunlar Silahlı Kuvvetler'in özel durumu sebebiyle Silahlı Kuvvetler'de kalmaları sakıncalı bulunmuş, ancak, sivil memur olmalarının önünde bir engel bulunmayan kişilerdir. Diğer yandan, yargı yolunun açık olduğu kabul edilen kişiler, sivil memur olma şartlarını taşısalar bile, kanundan yararlandırılmamaktadır. Halbuki yargı yolu açık olarak emekli edilenlerin yüzde 99'u sivil memur olma şartlarını taşımaktadırlar. Bunların pek çoğu da halen sivil memur kadrolarında çalışmaktadırlar ya da sivil memur kadrolarından emekli olmuşlardır. İdare, Geçici 32. maddenin uygulamasında, hak sahiplerinden emsalleri emeklilik hakkını elde etmiş olanlar için de 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesi A fıkrası 5. bendindeki şartları gözeterek hüküm tesis etmiştir. Yani, idare, söz konusu şartları taşıyanların başvurularını kabul ederek kıdemli albay rütbesinden emeklilik hakkı vermiştir. Açıklamalardan anlaşılacağı gibi, resen emekli edilmiş olup sivil memur olma şartlarını taşıma bakımından aynı hukuki statüde bulunan kişiler hakkında yargı yolunun açık ya da kapalı olmasına göre hüküm tesis edilmesi, anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 14. maddesindeki ayrımcılık yasağı da ihlal edilmiştir. Bu durum, kanunun amacı ile de bağdaşmamaktadır...

Son Düzenlenme Salı, 03 Nisan 2012 08:47
Rasim Ozan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

3 yorum

  • Yorum Linki mehmet baysal Perşembe, 05 Nisan 2012 12:26 yazan mehmet baysal

    sayın ozan,
    konuyu,konunun mağduru,uzmanı bir hukukçu gibi son derece ayrıntılı ele
    almışsınız.Sizlere bir kararname mağduru babası olarak,minnet ve şükranlarımı sunuyor,davamızın peşini bırakmayacağınızı umuyorum.

    Raporla
  • Yorum Linki Abdurrahman Ersen Çarşamba, 04 Nisan 2012 13:25 yazan Abdurrahman Ersen

    Açıklamalrınız için teşekkür,bende sicilen emekli bir subay olarak düzeltme yapılmasını mağduriyetlerin önlenmesini,YAŞ kararına takılanlar gibi bizede tanınmasını istiyorum.Ancak hükümet halen açıklamalardan tatmin olmamış gözüküyor,umarız ki ciddi ele alınır.Saygı ve sevgilerimizle.

    Raporla
  • Yorum Linki emrullah Çarşamba, 04 Nisan 2012 03:02 yazan emrullah

    Rasim abi iyi güzel gayet açık ve net bir şekilde yazmışsın da bu yazdıklarını bu yasayı hazırlayan iyi kalpli amcalar bilmiyorlar mı? Biliyorlarlar? O zaman bu çıkan geçici 32. madde bir oyun mu? Harbiden GEÇİCİ bir madde mi? zaten 27 yıldır rezillik içindeyiz madem arkasını getirmeyecekler neden milletin hevesini kursağında birakıyorlar? Bir müslümanın konuya el atmasını, mağduriyetlerin harbiden giderilmesini istiyoruz. SAYGILAR

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...