Pazartesi, 17 Haziran 2013 14:11

Kurtlar Medyası: Taksim'in Baronları!

İstanbul’ da Taksim’i, Ankara’ da Kızılay’ı, İzmir’de Gündoğdu’yu mesken tutanlar görünüşte çevreye, çama ve çime özgürlük diye yola çıktılar.

Sonra istekleri şekil ve boyut değiştirdi.

İngilizler başta olmak üzere “Türk Baharı” diyenler bile oldu.

İlk günden beri açık seçik ifade ettim.

Olayların hedefinde tek isim var.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan…

Neden Erdoğan?

Çünkü Erdoğan…

Alkol, tütün, faiz lobilerinin ve babalar dünyasının rantiye şantiyelerinin kapılarına kilit vurdu.

Burayı biraz açmak gerekir.

Tütün ve alkol baronları sağlıklı bir nesil  ve halk istemiyor.

Daha fazla içki ve tütün tüketen bir halk, onların ceplerine para taşıyan bir hazinedir.

Ülkemizde tütünden ve kaçak sigaradan beslenen baronlar ve örgütleri iyi tanımak gerekir.

PKK kaçak sigaradan yıllarca nemalandı.

Malboro ve  Camel kimin?

Ege ve özellikle İzmir’ deki tütün işleme fabrikalarının sahipleri kimler?

Alkol boyutuna bakınca olay daha da çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Tekel özelleştirmeleri sonrası rakı, şarap ve bira fabrikalarını satın alan Amerikalı ve yerli patronları unutmayalım.

Yıllardır “Bira alkollü  içki değildir” diye bastırdılar.

Diyanet’ten fetva bile almaya gayret gösterdiler!

Başbakan Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz; ama bir atasözünü unutmayalım.

“Yiğidi öldür, hakkını yeme!”

Başbakan Erdoğan bugüne kadar hiçbir Başbakan’ın yapamadığı bir şekilde tütün ve alkol baronlarına karşı dik durdu.

Aktif siyasette iken ve dahi iktidar partisi milletvekili olduğum dönemlerde gördüğüm bazı olaylar ve ilişkiler beni Başbakan Erdoğan’ı takdir etmeye mecbur etmektedir.

O yıllarda…

Tütün, içki, alkol sektörünün ilişkili bakanlığı olan Gümrük-Tekel Bakanlığı’na yapılacak atama öncesi tütün ve alkol baronları Ankara’yı mesken tutarlardı.

Hilton ve Sheraton otellerinin lobilerinde…

Baronlar, bazı bakanlarla milletvekilleriyle ve Başbakan yakınları ile ballım-güllüm olurlardı.

Tütün tekelinin ve baronlarının etkilerini  en iyi bilenlerden biri de eski Maliye Bakanı Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli'dir.

Pakdemirli'nin de katıldığı bir toplantıdan söz edeceğim…

1997 Haziran ayı sonunda kurulan Anasol-D hükümetinin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın bilgisi ve direktifiyle yapılan ve hükümette yer alan partilerin Ege Bölgesi milletvekillerinin katıldığı bir toplantıydı.

Tütün politikaları ve baş fiyat için bölge milletvekillerinin görüşünün belirlenmesi maksadıyla, Ankara’da AYMA Otel' de yapılan o toplantıda otelin lobisi tütün baronları ve temsilcileriyle doluydu!

Çok ilginç değil mi?

Böyle bir toplantı, neden bir otelde yapılmıştı?

Başbakanlık'ta ya da ilgili bakanlıkta veya TBMM'de salon mu yoktu?

Tütün baronları, o toplantıyı nasıl haber almışlardı?

Kimlerle ne konuşmuşlardı?

Mesut Yılmaz'ın kankası tütün baronu kimdi?

Bu konularda Ekrem Pakdemirli konuşursa sanırım yer yerinden oynar!

Peki, konuşur mu?

Toplantı başlar başlamaz yaptığım konuşmada…

"Tütün baronlarının kuşatmasında yapılan bir toplantıdan üretici lehine bir karar çıkmaz. Kayıkçı kavgası ve şov için buradayız!” dedim ve bazılarının maskelerini indiriverdim!

AK Parti dönemiyle, bir başka deyişle Başbakan Erdoğan’ın dik duruşuyla birlikte, o günler tarihin derinliklerinde kalmıştır.

***

1991’de Manisa  2. Bölge’den önce ön seçim, bilahare 20 bin tercih oyuyla DYP Milletvekili seçildim.

Sümer Oral, son sıradan benim ve Cengiz Üretmen’in aldığı tercih oyları sayesinde…

SHP’li adayın tercih oyları milletvekili seçilmesine yetmesine rağmen, partisi bölge barajını aşamadığı için…

Milletvekili seçildi.

Siyasetin acemisiydim.

Tercihle seçilen iki milletvekilinin oyuyla son sıradan seçilen bir milletvekilinin, Başbakan olan Demirel tarafından  tercih edilerek “Maliye- Gümrük- Tekel Bakanı yapılacağını” hayal bile etmedim.

Hayalim çabuk sona erdi.

Demirel, Sümer Oral’ ı Maliye Gümrük Tekel Bakanı yaptı.

Oral, seçimlerde Camel Tur’ un jeeplerini, bazı patronların helikopterlerini kullanmıştı.

Sümer Oral, “Naylon Fatura Yolsuzluk Kralı” Orhan Aslıtürk’ ün eniştesi ve Hüsamettin Özkan’ın Ağabeyi Necdet Özkan’ın bacanağıdır.

Günümüzün MHP milletvekilidir!

20 Ekim 1991 seçiminden sonra Maliye Bakanı olur olmaz…

Sümer Oral’ın ilk işi vergi affı çıkarmak oldu.

Aftan kimler yararlanmadı ki?

Bu konulardaki haberleri ve yazıları medyada bulmak imkânsızdı.

Çünkü reklam pastası ellerindeydi.

 Çünkü medya patronları kendileriydi.

 Veya kendi adamlarıydı.

 Patronların maskeli  ve  kamuflajlı kalemleri iş başındaydı. 

 ***

Hüsamettin Özkan, Mustafa Sarıgül'ün kankası ve Turgay Ciner'in kayınpederidir.

Sarıgül, "Bir konuda nihai kararımı vermeden mutlaka Hüsamettin Özkan'la görüşürüm" demişti.

Sarıgül'ün arkasında Rahmi Koç, İnan Kıraç, Cem Boyner ve Aydın Doğan vardır.

İstanbul’daki baronların ağa babası Rahmi Koç’un Mustafa Sarıgül üzerinden kurguladığı siyasi hesaplarını dikkate almak gerekiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını AK Parti'nin elinden alırlarsa, buradan yola çıkarak Tayyip Erdoğan'ı yıkacaklarının hesabını yapmaktadırlar.

Mustafa Sarıgül nereye gitse Rahmi Koç’la birliktedir…

Nişantaşı sokaklarında beraber yürürler, Arena Stadı’nın locasında birlikte maç seyrederler…

Nazmiye Demirel’in cenazesi için Isparta’ya yine birlikte giderler…

Yurt dışında da, örneğin New York’taki bir öğle yemeğinde de bir aradadırlar.

Geçen yıl, Mustafa Sarıgül’ü ABD’de “pazarlayan” da Rahmi Koç’tu.

***

Ülkemizde oynanan son oyunun perde arkasında senaryoyu yazanlar patronlar dünyasının aktörleridir.

Rahmi Koç, İnan Kıraç, İshak Alaton, Bülent Eczacıbaşı, Hüsnü Özyeğin, Tuncay Özilhan, Cem Boyner lokomotif isimlerdir.

***

Taksim'i iyi anlamak için 28 Şubat' ı iyi anlamak gerekir.

28 Şubat “irtica öcüsü” kılıfı altında yapılan büyük bir ekonomik operasyon ve “post modern” bir darbedir.

Klasik bir darbe gibi uygulanmamış olması, 28 Şubat’ın klasik darbelerden daha hafif bir darbe olduğu anlamına gelmez.

Tersine “tokatlanan milyarlarca dolar” ve bugün bile tam olarak ortaya çıkarılmamış üç bini aşkın faili meçhul cinayetiyle 28 Şubat süreci alabildiğine kirli, sonuçları çok ciddi olan bir darbeyi anlatmaktadır!

28 Şubat'ın ekonomik ayağı ve bu ayağın sahiplerini bilmeden yapılan analizler de bizleri yanlışa götürür.

Bir gecede el değiştiren milyar dolarlar ve yükselen faizler Merkez Bankası müdahalelerini hatırlamakta fayda vardır.

Aydın Doğan'ın Tansu Çiller'e "Fatiha bile bilmez" diyecek kadar pervasızca saldırısını ve dönemin Başbakanı Çiller' in yaptığı Gümrük Birliği Anlaşmasıyla Koç Grubu’nun kaybettiği koruma imkânları nedeniyle Çiller'e karşı duruşlarını unutmayalım!

Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç, henüz daha 28 Şubat ortada yokken yani 1994 yılının Haziran ayında Tansu Çiller için…

"Bu iş karakolda biter!” diye boşuna dememişti.

O vakitler Aydın Doğan’ın gazetesi olan Milliyet…

İnan Kıraç’ın Koç Holding adına yaptığı bu çıkışı “Devin Öfkesi” manşetiyle desteklemiş, hemen ardından da Çiller’in malvarlığı ile ilgili yayınlar Doğan Grubu tarafından devreye girmişti.

Çiller 1993 yılında Başbakan olurken kendisini destekleyen Doğan Grubu o dönemde Tansu Hanım’ın malvarlığını sorun etmiyordu!

Ne var ki, Çiller’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin aldığı ekonomik kararlar Koç Grubu’nu ciddi biçimde rahatsız etmişti.

Akabinde, Tansu Çiller derin devleti yöneten baronlar tarafından hedef tahtasına oturtulmuştur.

Refahyol hükümetinin istifasından üç hafta evvel 25 Mayıs 1997 tarihli Sabah gazetesinde Rahmi Koç’un Tansu Çiller için söylediği sözler çok enteresandır.

Koç, 28 Şubat sürecinin destekçisi Sabah gazetesinden Ruhat Mengi’ye verdiği röportajda “Küçük Hanım gidecek hem de nasıl gidecek!” diye meydan okuyordu.

***

Devam eden 28 Şubat soruşturmasında savcılık sivil ayağa ve o sivil ayağın çekirdeği olan ekonomik ayağa (işadamları) girmek üzeredir.

Gelen haberler böyledir.

İşte malum patronların canını sıkan da bu durumdur. 

Başbakan Erdoğan, "Barış ve Çözüm" projesiyle silah tüccarlarının ve terörden beslenen baronların hesabını da bozdu.

Terör ülkemize yaklaşık 500 milyar dolara mal olmuştur.

***

Baronlar, geçmişte kendileri çaldı kendileri oynadı.

Parayı, gücü ve rolleri onlar aralarında taksim etti.

Siyaset onlara uydu.

Vatan, millet, halkçılık edebiyatı yaparak baronların arkasında durdu.

Şimdi, oyun bozuldu.

***

Yıllarca en üstteki derin yapıyı yönetmiş Baronlar…

 Menderes'i asmış Özal' ı zehirlemiştir.

Son dönemde, oyuncaklarını yani “otomatik olarak hükmettikleri milyarlarca doları” kaybeden, devletteki çok büyük menfaatleri ve güçleri ellerinden alınan Baronlar…

Şimdi de Erdoğan'ı tasfiye için kolları sıvamışlardır!

Başbakan Erdoğan, "Kefenimle siyaset yapıyorum" diyerek onlara teslim olmayacağı mesajını açık seçik verdi.

Demokrasilerde seçimle gelen seçimle gider.

Gideceklere ve kalacaklara millet karar verir.

 Ancak siyasette liderler ve partiler hep içeriden darbe yiyerek yıkılmışlardır.

AK Parti, başını verirse gövdeyi ayakta tutamaz.

Dikkat, “Erdoğan'sız bir AK Parti” kolay lokma olur!

***

“Kimin eli kimin cebinde?” ve “Kim kiminle ve ne için dans ediyor?” sorularına sağlıklı cevap alabilmek için…

Anayasa’dan kaynaklanan haklarımı kullanarak “kamu adına” taraflara bazı sorular soracağım!

 

DERİN SORULAR

Başkan Yardımcısı’ndan Beyaz Saray Sözcüsü’ne oradan Ankara Büyükelçisi’ne kadar bir dizi Amerikalı “etkili” yetkili, Gezi Parkı eylemcilerini destekleyen yirmiye yakın açıklama yaptılar.

Gezi Parkı eylemcileri…

İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’ni onların Ankara’daki uzantıları olan eylemciler de aynı şekilde Kızılay’daki Başbakanlık binasını ele geçirme girişiminde bulundular.

Şayet…

Benzeri eylemci gruplar, ellerindeki taşlarla ve sopalarla ve dahi molotof kokteylleriyle…

Beyaz Saray’ı ele geçirme girişiminde bulunsalardı…

Güvenlik konusunda çok ama çok hassas olan Amerikan güvenlik güçleri bu eylemcilere nasıl davranırdı, onlara ne yapardı?

Başkan Yardımcısı’ndan ya da Beyaz Saray Sözcüsü’nden veya ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden o eylemcileri destekleyen açıklamalar gelir miydi?

***

Gezi Parkı olaylarıyla birlikte Başbakan’a içeride bazı kesimler tarafından artı medyada, ayrıca Batı Medyası’nda“Diktatör” şeklinde kara çalınırken…

Eş zamanlı olarak…

İshak Alaton’un nüfuzu altındaki ve Neşe Düzel’in yönetimindeki Taraf gazetesinde…

MİT’in gerçeği yansıtmayan, kurmaca haberler üzerinden saldırıya uğramasının derin anlamı nedir?

Taraf, MİT’e yönelik yayınlarında “MİT yasa taslağıyla Türkiye’de bir muhaberat devleti kurulmak istendiğini” iddia ederek Yeni Türkiye’yi ve Başbakan Erdoğan’ı içeride ve dışarıda hedef alan sermaye eksenli güç odaklarının amaçlarına hizmet eden yayınlar yapmıştır.

MİT’in ilgili iddiaları yalanlamasına rağmen bu yayınlar devam etmiştir.

Mehmet Baransu’nun, Gezi eylemlerinin başlangıcından yaklaşık bir ay kadar önce 23 Nisan 2013 tarihli yazısında “İktidarın ömrü uzun sürmez” diyerek AK Parti hükümetine ömür biçmesi…

Gezi eylemleriyle beraber ele alındığında,

Yani, ayaklanma ve hükümeti alaşağı etme provasıyla birlikte düşünüldüğünde…

Sadece bir tesadüften ibaret midir?

***

Henüz ortada olmayan ve var olduğu iddia edilen bir taslak metin üzerinden MİT hedef tahtasına konmuştur.

Medya analisti Özden Mengi, Taraf’takine çok benzer bir haberin beş yıl önce Radikal’de Deniz Zeyrek imzasıyla yayınlandığından, aynı haberin bugünlerde yeni bir gelişme varmış gibi ısıtılarak bu defa da Taraf’ta Mehmet Baransu tarafından kaleme alındığından söz etmiştir.

Bu yayınlar, aslında bir sivil darbe girişimi olan 7 Şubat 2012 tarihli MİT Krizi ile paralellik arz eden bir kirli propaganda veya psikolojik harekât mıdır?

***

Taraf’ın yayınlarını, Zaman’ın yardımcı haberlerle desteklediğini görüyoruz.

Zaman, 7 Şubat Süreci’nde de MİT’i hedef alan yayınlar yapmış hatta bu konuda başı çekmişti.

Bu arada, Cemaat mensubu epeyce bir yazarın Gezi eylemcilerini desteklediğine; Cemaat’e ait STV Haber, Bugün TV gibi televizyon kanallarının eylemlere dolaylı destek veren yayınlar yaptığına da tanık olduk.

Cemaat yönetimi, AK Parti hükümetine karşı İstanbul’un derin baronlarıyla birlikte mi hareket etmektedir?

“28 Şubat soruşturmasının genişlemesini doğru bulmuyorum” diyen işadamı İshak Alaton, başta Zaman olmak üzere Cemaat medyasının el üstünde tuttuğu isimlerin en başında gelmektedir.

28 Şubat soruşturmasının, 28 Şubat’ta generallerin de üzerinde bulunan derin çekirdek kadroya yani ünlü işadamlarına uzanması halinde Zaman ne yapacaktır?

28 Şubat darbesinde arzın merkezi durumundaki baronlar mevzu bahis olduğunda, Zaman neden daima uzak durmaktadır?

Bu nasıl bir ilişkidir? Aslında, kim kiminledir?

***

Gezi Parkı’ndaki çevre düzenlemesini bile halka, seçmene soralım “Plebisit yapalım” diyen, sandığı çözüm yeri olarak gösteren bir Başbakan’ın “Diktatör” kara çalmasıyla, ithamıyla karşılaşması tesadüf müdür?

Özellikle yabancı medyada “Diktatör” başlıklarının bazen Sultan 3. Selim resmiyle bazen de Hitler kıyafeti üzerinden atılması tesadüf değildir.

***

Taraf gazetesinde “MİT suç işliyor” manşeti atıldığı gün, birinci sayfada manşete yaslanmış tek sütunluk bir haberde “Tiranlık kurma, diktatör olma” başlığı ABD-Pennyslvania’daki bir çiftlikte yaşayan Gülen Hocaefendi’nin resmiyle birlikte yer almıştır.

Gülen’in kendi internet sitesinde bulunan ifadelerinin Taraf’ta haberleştirilmesi, Başbakan Erdoğan’a içeriden ve dışarıdan yapılan “Diktatör” suçlamasıyla birlikte ele alındığında anlamlıdır.

Buradaki sorum şudur…

Gülen, 12 Eylül’ü  ve 28 Şubat’ı yapan generallere yani darbeci diktatörlere de “Tiranlık kurma, diktatör olma!” diye nasihatte bulunmuş muydu?

Bir de şöyle sorayım…

12 Eylül darbesinden sadece on sekiz gün sonra “Son Karakol” başlıklı başyazıda (Sızıntı Dergisi) yer alan şu satırlar kime aittir?

“Ve işte şimdi bin bir ümit ve sevinç içinde asırlık bekleyişin tuluu saydığımız bu son dirilişi son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe istihalelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (Ekim 1980, Sayı: 21)

***

28 Şubat sürecinde (16 Nisan 1997, Kanal D) darbecilere değil…

Refahyol hükümetine “Beceremediniz artık bırakın” diyen kimdi?

O tarihte ekranda Yalçın Doğan’ın “Laiklik hiç bu kadar tehlike altında mıydı?” sorusuna…

“Cumhuriyetin, laikliğin muhafızı konumunda kendisini görenler tarafından mesele öyle algılanıyorsa, haklıdırlar”cevabını veren hangi muhterem zattı?

Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş şanlı ve kahraman ordumuzun şerefli ve seçkin mensubu” diye başlayan ileri seviyede övgü dolu satırlarla mektup yazan acaba kimdir?

***

İsrailli önde gelen politikacıların, Gezi eylemleri sonucunda AK Parti hükümetinin yıkılmasından mutluluk duyacaklarını açıkça ifade ettiklerini görüyoruz.

Washington’daki en etkin İsrail kuruluşu olan AEI’ın (American Enterprise Institute) ABD’li Neo-Con’larla geçen Şubat ayında olası bir İstanbul isyanını masaya yatırdığı ortaya çıkmıştır!

AEI’ı, Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC)finanse etmektedir.

Yeni Şafak’ın 16 Haziran 2013 tarihli manşet haberinde…

AEI’ın bahis konusu toplantısında, 2007’deki “Hudson Senaryoları”nı akla getiren değerlendirmeler yapıldığından…

Toplantıya katılanlar arasında Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle, Douglas Feith, Bernard Lewis gibi önde gelen Neo-Con isimlerin yer aldığından söz edilmektedir.

Kurtlar Medyası’nda el üstünde tutulan bazı yazarlar ve kimi akademisyenler, Gezi Eylemleri’nin ardındaki dış bağlantıları (ABD-İsrail) örtbas etme girişimlerine daha ne zamana kadar devam edeceklerdir?

***

Taraf yazarı Emre Uslu, Başbakan Erdoğan’a saldıran cephenin muhafazakâr ayağındaki isimlerdendir.

 

Dr. Cevdet Akbay, 3 Ocak 2103 tarihinde, Emre Uslu için şu satırları yazmıştır:

 

“ABD’deki Neo-Conlarla irtibatının deşifre edilmesi Emre Uslu’nun kimyasını epey bozmuş…

(..) Uslu, halkın yüzde 50’si tarafından üç kez üst üste iktidara getirilen, son iki asırdır derin devletle ciddi manada mücadele eden tek Başbakan olan Erdoğan’ı plansız programsız; projeleri icraatları dolayısıyla kendisi de öngörülemez-güvenilmez olarak sunuyor. En çirkini Erdoğan’ı Türkiye için tehlikeli biri olarak takdim ediyor!

(..) Merak ediyorum, Emre Uslu patronu Neo-Conlar için yazdığı yazıları mesela şu bir bölen Abdüllatif Şener’i ‘Türkiye Lideri’ olarak pazarladığı yazıyı da Mahşer Günü’nde okuyacak mı?

Yazısını okurken, emektarı olduğu Jamestown Vakfı’nın eski emektarlarından Dick Cheney ve Donald Rumsfeld’i de sağına ve soluna alacak mı?

Ben de Uslu’ya diyorum ki, ‘Bu dünyada ABD’deki Neo-Con patronlarına güvenerek Başbakan’a dikleniyorsun; Mahşer’de bugün güvendiğin Neo-Conların parası/gücü/fitnesi sökmeyecek!

(..) Uslu, 2005 yılında Utah’ta doktoraya başlıyor. 2005’te WINEP (Washington Institute for Near East Policy) Uslu’ya ücret karşılığı yazı yazdırmaya başlıyor. (..)

WINEP, AIPAC elemanlarının ön ayak olmasıyla 1985’te kurulan  Neo-Con odağı, İsrailci bir yapıdır. WINEP için ‘en acımasız Müslüman düşmanı’ ve ‘ABD’deki en önemli Siyonist propaganda aracı’ diyenler var.

Emre Uslu’nun WINEP’teki mentoru (akıl hocası) yerli Neo-Con Zeyno Baran gibi yeminli bir AKP karşıtı olan yerli Neocon Soner Çağaptay’dır. (Uslu) 2008-2009 arasında Jamestown Vakfı’nda ziyaretçi araştırmacı olarak çalışıyor.

Uslu, Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan’ın sahibi olduğu Yeditepe Üniversitesi’ndeki CV’sine göre 2008’de, University of Utah’a göre ise 2009’da doktorasını bitiriyor.

Emre Uslu buna bir açıklama getirmeli, üniversitesi mi yalan söylüyor, kendisi mi? (..)

Yeditepe’deki CV’sinde birinci referans olarak gösterdiği Glen E. Howard, Jamestown Vakfı’nın başkanıdır.

Bu durumda, etkin bir vakfın tepesindeki kişi Emre Uslu’ya kefil/referans olabiliyorsa, ‘Uslu Neo-Conlar için önemli birisi demektir’ diyebilir miyiz!

Emre Uslu’nun Türkiye’nin Başbakanına kafa tutacak kadar küstahlaşması, arkasındaki bu güçten mi kaynaklanıyor?”

***

Sevgili okuyucularım…

Cevdet Akbay’ın 2013 yılının başında Emre Uslu ile ilgili soruları aynen böyleydi…

Medyamızda, Jamestown Vakfı’yla bağlantılı bir başka isim daha var.

O şahıstan, önceki yazılarımla birkaç kez bahsettim…

Bu vesileyle, ilgili soruyu burada bir defa daha tekrarlıyorum:

“CIA ile bağlantılı Jamestown Vakfı’ndan para alan muhafazakâr medya yöneticisinin, Gezi eylemleriyle ilgili olarak twitter’da AK Parti Hükümeti’ne ve Başbakan Erdoğan’a bindirmesinin sırrı nedir?”

 Tevfik DİKER

Tevfik Diker

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu kategoriden diğerleri: « Dua ve slogan! Ne Dediysek O! »

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...