Pazartesi, 22 Temmuz 2013 11:02

Orucun Ruhu

Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta perhizler artık tıbbın malı olmuştur. Tıb, ne zaman ve nelerden perhiz edileceğini aşağı yukarı kesinlikle söyleyebilmekte ve gerektiği zaman hastaya öğütlemektedir.

Bu dinlerde perhizden tıbbın alanına girmeyen hiçbir şey kalmamıştır.

Ama oruç öyle değildir. Tıbbın da onaylayacağı faydaları dışında o yine başlıbaşına bir tapınma olarak kalmaktadır.

Bu, orucun, bedeni sıkıya alan, çile değirmeninde döndüren orucun yüce ve meleklerle örülü çehresinden, mânevî bir yakuttan yoğrulmuş mayasından,

Davud Peygamber’in örsünde yoğrulmuş hamurundan,

İsa Peygamber’in tevekkül tasından,

Hızır Peygamber’in getirdiği âb-ıhayatı içine çekmiş olan özünden,

Büyük Peygamber’in ellerinde Kur’ân kevseriyle yıkanmış olan rûhundan doğan bir özelliktir.

Oruçta bütün bir din tarihini yaşarız biz.

İftarın yaklaştığı saatlerde fırından ekmek almaya giden oruçlu,

Ashâb-ı Kehf’in nice yıllar uyuduktan sonra içlerinden birini şehre ekmek almaya gönderdikleri zamanki ruh hallerini bir parçacık yaşar.

Evet, fırın artık o fırın, kent artık o kent değilse de,

Ramazan günü fırınlardan alınan ekmek yine o “ekmek”tir.

İftar sofrası, Allah’ın Hz. İsa’ya (as) indirdiği “gök sofrası”dır bir parça.

Peygamber Efendimiz’in (sav) nice kereler ashâbıyla oturduğu sofradan bir anlam taşımaktadır.

Ocaklarda yanan ateş Nemrud’un yaktığı ateş değil,

Hz. İbrahim’i (as) yakmayan ateştir.

 

Oruç ayına kadar pek de dikkat etmeksizin etinden, sütünden, yününden, derisinden faydalandığımız hayvanlar,

ağızlarımız melek mühürleriyle mühürlendiği andan itibaren yavaş yavaş anlam değiştirmeğe başlarlar.

Tâ kurban bayramında Hz. İsmail’in (as) kurtulmalığı olan koçun anlamına kavuşuncaya kadar.

 

Taşlar bile dikkat eden için anlam değiştirir oruçta.

Hz. İsmail’in (as) şeytana attığı taşlara dönüşmeğe başlarlar gözümüzde.

Oruç, toplum için, Hz. Musa’nın (as) Sina Dağı’na gittiği ve dönüşünde halkını Altın Buzağıyı yapmış ve ona tapar olarak bulmuş olduğu için çileli günün imtihanından bir imtihandır.

 

Mânen, İslâm toplumu Kadir gecesinde her yıl Altın Buzağıyı boğazlar

ve bayrama onun sevinci içinde çıkar.

Oruç ayı boyunca, Halilullah’tan (Allah dostu Hz. İbrahim’den), Kelimullah’tan (Allah’la konuşma şansının sancağı Hz. Musa’dan), Ruhullah’tan (Cebrail nefesinden oluşmuş Hz. İsa’dan) ve nihayet Habibullah’tan (En büyük dereceye, Allah’ın sevgilisi olma derecesine yükselmiş Ulu Peygamber’den) mü’minlerin üzerine görünmez dünya armağanları yağar.

Onlar ister ki mü’minler olabildikleri kadar kendilerine benzesinler, kendilerinin eriştiği bu ilâhî nimetlerden görünmez rızıklar alsınlar.

Allah onların duâlarını kabul eder ve biz Müslümanlar ilk bakışta tarihin içine gömülmüş gibi görünen bu ilâhî nimetlerden, bu mânevî rızıklardan, oruç ayında, en çok oruç ayında, her birimiz kendi çapımızda payımızı alırız.

 

Oruç ayında coşan kalb ve rûh için

Kâbe’yi yaparkenki Hz. İbrahim,

ilâhî ateşin Sina dağını şimşek gibi titrettiğini gören Hz. Musa,

ölüyü dirilten Hz. İsa,

meleklerin yandığı sınırları aşan ve Miracını Allah’ı görerek, mecazın ve nisbînin bütün perdelerini sıyırarak tamamlayan Hz. Peygamber (sav)

ne kadar yakındır, ne kadar yakındadır.

Yalnız onlar mı?

Ölüler ve diriler ne kadar yakındırlar.

ölülerimiz ve dirilerimiz ne kadar yakındırlar.

Bir dağ başında olsak bile,

Güneş battıktan sonra bir kayanın yanına tek başımıza iftar soframızı açsak da,

ölmüş babalarımız ve annelerimiz gözlerimizin önüne gelirler.

Çocukluğumuzdaki o iftar öncesindeki mânevî derinleşme,

iftarın yaklaştığı anlardaki âdeta çocuksu telâş,

anne cömertliğini ve babanın iftar sofrasının başında güçlü bir tapınak sütunu gibi aileyi gözleriyle kucaklayışı,

gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık yıllarında her ramazanda geri gelen

ve peşimizi bırakmayan tatlı bir hâtıralar örgüsüdür.

Orucun getirdiği yumuşak ve ipeksi havada

kadınlarımız ve çocuklarımız bize ne kadar yakındır.

 

Oruç ayı, şeytanın en çok evlerden kovulduğu aydır.

Ailelerden sürgündür o.

Belki o bile bir ailenin,

aile cennetinden kovuluşunda cennetten kovulduğu anları hatırlamaktadır.

Oruç, eşyayı ve evreni de bize yaklaştırmış değil midir?

Onu daha derinden algılamakta, kavramakta değil midir?

Oruç ayında gündüz daha gündüz, gece daha gece değil miyiz?

Güneş daha güneş, su daha su, toprak daha toprak, ay daha ay, yıldız daha yıldız, zaman daha zaman, mekân daha mekân, vücut daha vücut değil midir?

Ve nihayet ruh, daha ruh değil midir?

Sezai Karakoç

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...