Pazartesi, 07 Ağustos 2023 12:16

Yunan Başbakanının ifşa ettiği “adalar” hakkındaki gizli mektupta ne yazıyordu?

“Lozan bir zafer değil, Türk milletinin cephede kazandıklarıyla asla mütenasip olmayan bir masa başı kaybı, bir diplomasi hataları vesikasıdır.”

İlk anda rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun sözleri gibi gelebilir ama onun Lozan: Zafer mi Hezimet mi? adlı kitabı yazmasından 15 yıl önce Tahsin Demiray adlı milliyetçi kalem tarafından yazılmıştır (Hafta, 4 Ağustos 1950). Daha ağırını ise Türkçü akımın keskin kalemi Atsız bundan 90 yıl önce dile getirmişti bile: 

“Yalandır efendiler! Ya bilgisizsiniz, ya dalkavuksunuz! Biz Lozan Muahedesi’yle topraklarımızın büyük bir kısmını kaybettik.” (Çanakkale’ye Yürüyüş)

Lozan tartışılmıştır, tartışılmaktadır ve tartışılacaktır. Bu kadar kritik bir uluslararası antlaşmanın “ya zafer de ya sus” despotluğuna kurban gitmesine izin verirsek Batı Trakya’da, Kıbrıs’ta, Meis’te, Adalar (Ege) Denizi’nde vs. yaşamakta olduğumuz nice sorunla başa çıkmakta zorlanacak, penaltıyı kendi kalesine çekmek gibi acemilikler sergilememiz kaçınılmaz olacaktır. 

Lozan, kazanç ve kayıplarıyla beraber okutulup öğretilmediği müddetçe milletin ortak vicdanında hakiki yerini bulamayacak, kafasındaki soru işaretleri kalkmayacaktır.

Aksi halde ne olacağını söyleyeyim: Sürekli açıklarımız çıkar, çünkü “sü” (su değil), yani asker uyur, düşman uyumaz. Günün birinde yüzümüze vurulacak belgeler karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa yuvarlanırız. Sonuçta vakit ve hamle üstünlüğünü hasmımıza kaptırdığımızla kalırız. 

Onun için kayıplarımızı bilelim ve çocuklarımızı Antalya’nın Kaş ilçesine götürerek Beylerbeyi ile Ortaköy arasındaki mesafe kadar sahilimize yakın olan Meis adasını gösterip, “Bak evladım, burası Lozan’a kadar Türk toprağıyken bugün Yunanistan toprağı, sakın unutma!” diyerek uyandıralım. 1915 Çanakkale Köprüsü 4 km, Meis’in Antalya’ya uzaklığı 2 km. Yani Meis sınırımızın dibi. Bu çarpıklığı evlatlarımızın zihnine kazımamız mı millî davaya hizmettir yoksa “zafer” partisiyle unutturmak mı?

Tarih bir düşünme laboratuvarıdır. Geçmişi bugün ve gelecek için öğrenir ve öğretiriz. Gel gör ki bizdeki tarih eğitimi tam tersine idraki felç etmeye yöneliktir. Milletler sade bugünde yaşamaz; onlar ucu bucağı görünmeyen bir nehri andırır. Nasıl 2 bin yıl önceyi okuyorsak 2 bin yıl sonrayı da düşünebilmeliyiz; 4023 yılının Türkiye’sini bugünkü vizyon ve kudretimizle dondurmak bir millete yapılacak kötülüğün şahikasıdır.

İşte 1984 yılında bir Yunan Başbakanı eliyle karşımıza çıkarılan şoke edici belge tam da bu hazırlıksız yakalanma anlarımızdan birine yol açmıştı. Başbakan Papandreu gazetecilere bir mektup açıklamış ve Mehmet Ali Birand gibi usta bir dış politika yazarına bile “bu mektup nereden çıktı?” sorusunu sordurmuştu. Aşağıda 39 yıl önceki soru eşliğinde Birand’ın yazısını takdirinize sunuyoruz (yazı 5 Kasım 1984 tarihli Milliyet’te çıkmıştır).

“Papandreu’nun okuduğu bu mektup nereden çıktı?”

Yunan Başbakanı Papandreu, geçen hafta çarşamba günkü NATO savunma bakanlarının kısıtlı katılımlı toplantısında ilk defa bir mektup okudu. Aynı günün akşamı, sadece Yunanlı gazeteciler için düzenlendiği basın toplantısında da bu mektubun içeriğini tekrarladı.

Mektup, Yunan Başbakanı’na göre, 6 Mayıs 1936 tarihini taşıyor ve Atina’daki Türk Büyükelçisi (Ruşen Eşref) Ünaydın’ın imzasıyla, dönemin Yunan Başbakanı ve Savunma Bakanı’na yollanmış.

Ankara’nın talimatıyla yazılan mektup, Montreux Anlaşması’na göre, Limni ve Semadirek adalarının “silahlandırılabileceğini” Yunanlılara resmen bildiriyor: 

“…Limni ve Semadirek gibi, İmroz ve Bozcaada’nın da silahlandırılabileceği konusunda tam bir görüş birliği içindeyiz… Ege’deki diğer Yunan adalarında ise, Lozan  Antlaşması’nın 13. maddesinden kaynaklanan kararlar (yani silahlandırılamayacakları) uygulanır…”

Tevfik Rüştü Aras’ın 31 Temmuz 1936’da TBMM’de Atatürk ve İnönü’nün de bulunduğu bir oturumda, “1923 Lozan Antlaşması uyarınca silahsızlandırılmış olan, komşumuz ve dostumuz Yunanistan’a ait Limni ve Semadirek adalarının bu silahsızlandırılma durumları, Montreux konvansiyonuyla geçersizleşmektedir ve bundan dolayı çok mutluyuz” şeklindeki konuşmasından sonra, şimdi Papandreu’nun açıkladığı bu yeni mektup ile, Türkiye’nin bu konudaki tutumuna uluslararası çevrelerde kuşku düşüren ikinci bir gelişmeyle karşı karşıya kalıyoruz.

Yunan yetkililer yıllardan beri, T.R. Aras’ın Meclis’teki konuşmasının bir mektup, hatta bir nota ile de resmen Atina’ya bildirildiğini ileri sürüyorlardı. Ancak, resmî dokümanı ortaya çıkaramıyorlar, deliler gibi arıyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunan Dışişleri arşivleriyle birlikte bu mektup veya notanın da yanmış olabileceği ileri sürülüyordu. Hatta, 1960’larda Atina’daki Türk Büyükelçiliğine başvurup bir kopyasını istemişler, ancak “Bizde de böyle bir şey yok” yanıtı almışlardı. 

Şimdi bu ünlü mektup birden beliriverdi.

Yunan Başbakanı mektubu okumakla yetindi, fotokopisini dağıtmadı. Ancak bir Başbakan’ın hiç olmayan bir belgeyi varmış gibi okumayacağı noktasından hareket edersek, Türk Dışişleri Bakanlığı’na dönüp, “Bu mektup nedir ve nereden çıkmıştır?” sorusunu sormamız gerekmektedir. Zira Papandreu’nun bu iddiası görmemezlikten gelinebilecek gibilerden değildir. 

Eğer böyle bir mektup varsa, Türk Dışişleri Bakanlığı’nda da bir kopyasının bulunması gerekirdi. Ankara’nın, bu mektubun neden, hangi koşullarda yazıldığını açıklaması, Türkiye’nin Limni politikasına gölge düşürülebilecek böyle bir belge hakkında Türk ve Uluslararası kamuoyuna bir gerekçe vermesi kaçınılmazlaşmıştır.

Yunanistan bu konuşma ve belgelere dayanarak, Uluslararası kamuoyunda “Türkiye’nin önce kabul etmesine rağmen, sonradan tutum değiştirdiğini” söylüyor ve doğrusu, giderek de inandırıcı oluyor.

Geçmişte Ege ile ilişkin politikalarda sadece Türkiye’nin değil, Yunanistan’ın da “kaymaları” olmuştur. En tipik örneği olarak, 1969 yılında Türkiye’nin “Limni’nin Lozan Antlaşması uyarınca silahlandırılamayacağını” belirten protesto notasına verdikleri yanıtta, 

“Limni’de sadece polis gücünün artırıldığı, silahlandırılmaması yolundaki Lozan Antlaşması’na aynen uyulduğunu” bildirerek, bugünkü tezlerinin tam aksini kabul edişleri gösterilebilir.

Bizim bilmek istediğimiz, elimizin ne kadar kuvvetli, tezimizin ne kadar inandırıcı, hukukî yönden ne kadar haklı olduğumuzdur. Türkiye geçmişte başka bir politika izlemiş ise ve bugün tutum değiştiriyorsa, bunun gerekçesini de açıklamak gerekir.

Yoksa, susarak veya görmemezlikten gelinerek bu mektup ortadan yok olmayacaktır…”

Yazı burada bitiyor. Biz de “susarak veya görmezlikten gelerek” belgelerin susturulamayacağını söylemiyor muyduk zaten. 

Mustafa ARMAĞAN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...