Pazartesi, 25 Eylül 2023 12:28

D. Mehmet Doğan: Cumhuriyetin 100. yılında ideolojik ikonlardan kurtulmak!

Tam da bunu yazmıştık!

Bir çocuğun Atatürk resmi ile ilgili densizliği üzerine fırtınalar koparıldı. Çocukların cezai ehliyeti meselesini aklından geçiren olmadı. Hukuk en çok kültleştirilmiş konularda çiğnenir, Türkiye’de bunun örneklerini bulmak zor değildir. En bilineni Yassıada mahkemesinin kararlarıdır. Savcı, hatta mahkemeye bile intikal etmeden halledilecek bir meselede öyle muazzam bir “savlama” yaptı ki, eğer bu ülkede hukukun değil “h”si, herhangi bir harfi olsa idi, o savcı hukuk bilmezlikten ötürü adliyeden atılırdı.

Gerçek Hayat’ın bu sayısında tam da bunu yazmıştık.

Türkiye’de adaletin üstünde kültleştirilmiş bir ideoloji var. Dünyada benzeri belki Kuzey Kore’de bulunacak bu hukuk ayıbından kurtulmamız gerekiyor!

*

Yakın zamanda adliyeye işimiz düşmedi, yani bir mahkeme salonuna yolumuz uğramadı. Fakat geçenlerde bir ağır ceza mahkemesi dekoru dikkatimi çekti. Hâkimlerin fonunda en yukarıda ve ortada somurtkan ve hayli iri bir Atatürk maskı ve altında kocaman “Adalet mülkün temelidir” ibaresi…

Bu dekor hangi zamanın işi?

Sanki “son 20 yılın” diyeceğim geliyor! Fakat çocukluğumdan Yassıada darbe Mahkemesi resimleri zihnime üşüşüyor. Mahkeme salonunda yüksek (!) hâkimlerin arkasında ve bir hayli yukarıda kocaman Atatürk başı ve altında “Adalet mülkün temelidir” yazısı…

Buradan şunu çıkarabiliriz: İlk defa bu ikonografik dekor adaletin dibe vurduğu Yassıada Mahkemesi’nde kullanıldı, ondan sonra da yaygınlaştırıldı.

Türkiye darbeleri reddetti, darbecileri geç de olsa yargıladı ve hatta mahkûm etti. Fakat ne Anayasa’dan darbecilerin koyduğu hükümleri çıkarabildi ve ne de mahkemelerinden bu ikonografik unsurları kaldırabildi.

Adalet dağıtılan yerlerde herhangi bir çağrışım yapacak, resim, yazı vs. unsura yer verilmemesi esastır. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya… mahkemelerini araştırdım. Dünyanın büyük devletleri, bizimkilerin literatüründe “ileri” ülkelerinin hiçbirinde, mahkeme salonlarında adaleti çağrıştıran terazi dışında bir şey yok. En fazla ülkenin bayrağı görülebiliyor.

Böyle şeyler hangi ülkelerde olabilir? Nedense ilk İran aklıma geldi. Bir mahkeme salonu resmi buldum. Tahmin ettiğim gibi, fonun sağ üstünde Humeyni tasviri! Çinle ilgili resimde Mao’yu boşuna aradım. Hâkimlerin arkasında Çin devlet armasından başka bir şey yoktu! Demek ki, sistem komünist Çin’in kurucusu Mao’yu aşmış. Vietnam’da mahkeme salonu resmi bulamadımsa da ABD ve Çin heyetleri ile ilgili bir toplantının yapıldığı salonun merkezi yerinde Hoşiminh’in büyük bir büstünü görüp, tahminde bulundum. Dünyanın heykel işlerinde en popüler ülkesi haline gelen Kuzey Kore mahkemesinin resmi ise beni şaşırttı. Fonda bayrak ve devlet armasından başka bir şey yoktu!

Şunu söylemek zorundayım: Bu hususta Kuzey Kore’nin gerisindeyiz!

İstiklâl Mahkemelerinde dahi yokken nasıl bütün mahkemelerin fonu oldu?

Şu soruları sorarak konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışalım: Siyasî mahiyetteki İstiklâl Mahkemelerinde iknografik bir unsur var mıydı? Yoktu! Bu soruyu, diğer mahkeme salonlarında zaten olmadığını bilerek soruyoruz. 1960 darbesine kadar ikonografik unsurlar mahkeme salonlarına sokulmamıştı.

İşe mahkemeden başladık, bu unsurların en son orada bulunması gerektiği gerçeğini dikkate alarak. Adalet kanun kitapları dışında (hâkimin vicdanı hariç) başka hiçbir şeye bakmaz. Mahkemeye düşmüş bir kimseye ideolojik bir hatırlatma yapamazsınız, hele de siyasî davaların çok olduğu bir ülkede. Türkiye’de mahkeme salonlarında Atatürk maskının bulunması başlıbaşına bir ideolojik hatırlatma hatta dayatma olarak yorumlanabilir.

Bir mahkeme salonuna ikonografik bir unsur yerleştirmek, yürürlükteki hukuk dışında bir hukuk dayatması olarak okunmalıdır. Atatürk ve döneminin hukuku -ki totatiler tek parti hukukudur, din, düşünce, ilim hürriyetini tanımayan bir hukuktur- mevcut Anayasa’da dokunulmazlaştırılmıştır. İnkılâp kanunlarının Anayasa’ya aykırılığı hakkında bir iddiada bulunamazsınız. Bu dahi esasta “inkılâp kanunları Anayasa’ya (bunu tabiî hukuk olarak da anlayabiliriz) aykırıdır” demektir.

Bu aykırılık bilindiği halde bir kısmı yüzüncü yılını, bazıları doksanıncı yılını doldurmak üzere olan “inkılâp kanunları”na kanunlar üstü meşruiyet tanımak ideolojik devletin devam ettiği anlamına gelir. Türkiye, ideolojik devleti 1950 seçimlerinde reddetmiştir. Halk ideolojik devletin sahibi CHP’yi seçmeyerek kararını ortaya koymuş, bugüne kadar da bu kararlılık devam etmiştir.

Buna rağmen seçimi kazanan Demokrat Parti, altı oklu ideolojinin Anayasa’daki, kanunlardaki yansımalarını reddetmek kudretini gösterememiştir. Maalesef! Siyaseten DP. iktidardadır, ama bürokratik kurumlar, adalet mekanizması CHP ideolojisine göre işlerini yürütmektedir. Siyasî iktidarı bu kurumlar tahdit ettiği gibi, CHP “rejimin ve inkılâpların sahibi” olarak hâkim bir mevkide tehdit etmektedir. Bu hususta cumhuriyet devrinde oluşturulmuş yarı sivil kurumlar ve basın organları da CHP’nin yanında saf tutmaktadır.

Seçim kazanmış başbakanın çaresizliği!

Menderes, seçimden hemen sonra Türkçe ezan okuma mecburiyetini kaldırmış, din öğretimi ile ilgili adımlar atmış, imam hatiplerin açılmasını sağlamış ve iktidarının son yıllarında da imam hatip mezunlarının devam edebileceği bir yüksek öğretim kurumu, İslâm Enstitüsü’nun kurulmasının yolunu açmıştır. Fakat ne pahasına?

Konuyla ilgili ziyaret talebinde bulunanları Başbakan Menderes gece yarısı gizlice ve arka kapıdan kabul etmiş, misafirleri kabul ettiği odanın kapısını içeriden kilitleyerek konuşmuştur. Başbakan'ın kabul sırasında ağlayarak şu sözleri söylediği aktarılmaktadır: "Maarif sahasında din konusuna ehemmiyet veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım, müsteşarım bile maşrıkı âzam (yüksek dereceli mason). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular." Menderes, Yüksek İslâm Enstitüsü açma teşebbüsünü o yıl sonuca ulaştıramaz. En başta bakanları karşı çıkar, ertesi yıl Maarif vekilini azleder, yerine vekaleten Tevfik İleri'yi görevlendirerek İslâm Enstitüsü’nün kurulmasını sağlar.

Bu müdahale bir üst hukuk, dokunulamaz ve değiştirilemez kanunlar hâkimiyeti anlamı taşımaktadır. Sonuç olarak bu zihniyet 1960’dan itibaren darbe ve müdahalelere yol açan bir zemin meydana getirmiştir. 15 Temmuz dahil bütün darbe ve müdahaleler Atatürk ilke ve inkılapları öne sürülerek yapılmıştır. Bu hukuk üstülük darbecileri dokunulmaz kılmaktadır. Bu açıkça ortada olduğu halde, darbe sonrası yargılamalarda ideolojinin yeri ve rolü hiçbir zaman gündeme getirilmemiş/getirilememiştir. Darbeler ideolojik arka planlarıyla yargı konusu yapılmamıştır. Darbecilerin kendilerince meşruiyet kaynağı saydıkları antidemokratik ideoloji mahkûm edilememiştir.

Mahkeme salonlarındaki Atatürk maskı ile bize şu söylenmektedir: Bu ülkede hukukun üstünde tek parti ilke ve inkılapları ve o devrin kanunları, hatta ideolojisi vardır. Nasıl inkılâp kanunlarının anayasaya aykırılığı öne sürülemezse, Koruma Kanunu da bu inkılâpların tamamlayıcısı olarak değiştirilemez! Bu ülkede 5816 sayılı Koruma Kanunu, hâlâ din, düşünce ve ilim hürriyetinin üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır.

Değiştiremeyen değişir ve değiştirilir!

Eğer Türkiye gerçekten hukukun üstünlüğü yolunda yürüyecekse, en başta hukuk kurumlarında ideolojik unsurları, ikonları temizlemelidir. Hukuk kurumları arındırıldıktan sonra, devletin diğer kesimlerindeki ikonografik malzemenin de ortadan kaldırılması gerekir.

Türkiye’nin modern devlet iddiasının önündeki en büyük meselelerden biri budur!

 

Mehmet Doğan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...