Pazartesi, 16 Ekim 2023 12:41

“Bizi arkadan vuran Araplar”ın kumandanını Dolmabahçe sarayında ağırlayan kim?

Ne zaman Türkiye’nin İslâm dünyası ile iyi ilişkilerine karşı emperyalist bir operasyon başlatılır, hemen Türkiye’de bazı merkezler “bizi arkadan vuran Araplar” edebiyatına sarılırlar.

Bu kampanyanın bizi cepheden vuran ve Arapları da kullanan İngilizin oyunu olduğunu sebükmağz taifesi bir türlü akledemez.

İngiliz işbirlikçisi Hüseyin’in peşine taktığı az sayıda Arap kabilesi İngiliz ordusunun önünde bize karşı savaştırılmıştır. Bunların kumandanı da Hüseyin’in oğlu Faysal’dır. Faysal önce Suriye kıralı olmak istemiş, bu ülke Fransızlara verildiği için emeline ulaşamamış, fakat İngiliz efendisi bu muhterisi Irak Kralı yapmıştır. Arap Irak kralının bürokrasisi İngilizlerden ve Hindlilerden oluşmaktadır. İşte İngilizler bu krala Musul ve Kerkük’ü de bağışlamışlardır. Tabiî Lozan’da muazzam bir zafer kazananların eliyle bu bağış yapılmıştır!

İngiltere Almanya’da yükselen milliyetçilik ve bilhassa Hitler’in hızlı ilerleyişi karşısında kontrol altında tuttuğu ülkelerin ilişkilerini sıkılaştırmak gerektiğini görerek hem Yunan başbakanı Venizelos’u hem de Irak kralı Faysal’ı Türkiye’yi yönetenlerle sarmaş dolaş hale getirmiştir. Eğer üst otoritenin baskısı olmasa böyle bir sarmaş dolaş hali mümkün olabilir miydi?

Cevabı belli bir soru!

Misak-ı Millî’nin en mühim parçasından vazgeçmek kolay iş değildir. Eğer Musul ve Kerkük petrolleri elimizde olsa idi, Türkiye Cumhuriyeti bir refah devleti olabilirdi. Maalesef 1950’lere kadar millet fakrü zaruret içinde yaşamıştır. Musul meselesi Lozan’da ertelenmiş, üç yıl sonra, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara'da Antlaşması ile Musul ve Kerkük İngiliz mandasındaki Irak’a terk edilmiştir. Bu öyle bir mecburiyettir ki, TBMM Andlaşmayı bir gün sonra, 7 Haziran 1926 tarihinde, alelacele tasdik etmiştir.

Emperyalistlerin efendisi İngiliz bekletmek olmaz!

Musul ve Kerkük’ün verilmesi kamuoyunda büyük infiale yol açmış, bu tepkiyi bastırmak için İzmir suikasti icad edilmiş, çok sayıda şahsiyet (içlerinde Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi birlikte planladığı, birkaç yıl önce başvekillik yapan Rauf Bey, şark cephesinin muzaffer kumandanı Kâzım Karabekir ve yine Millî Mücadele kumandanlarından Ali Fuat (Cebesoy), Refet Paşa, Cafer Tayyar, Mersinli Cemal Paşa da vardır) yargılanmış, 15 idam cezası verilmiş, Ankara’da da idamlara 4 kişi eklenmiş, bir çok şahıs ağır cezalara çarptırılmıştır. 

İzmir “suikast”inden Dolmabahçe suikastine!

Suikast davasının üzerinden beş yıl geçmişti ki…Arap isyanının elebaşısı Cumhurbaşkanı tarafından resmen Türkiye’ye davet edildi. Tabiî önce İngiltere’nin Irak yüksek komiseri Hempres geldi ve Çankaya’da Cumhurbaşkanı ile görüştü. Bir süre sonra da Faysal davet edildi. Faysal Halep’e tayyare ile gelmişti. Ondan sonrasını Cumhurbaşkanının gönderdiği özel tirenle katetti ve Ankara’ya böylece ulaştı. Ankara’da bizzat cumhurbaşkanı tarafından garda kırallar gibi karşılandı! Faysal Osmanlı mektebine okumuştu ve güzel Türkçe biliyordu. Mustafa Kemal’e, “Musulu bize vermekle bir kaybınız olmadı, bütün Irak halkının gönlünü kazandınız” dedi…

Arkadan vurulanın arkadan vurana bu ilgisi nereden kaynaklanıyor olabilir? Bunu daha önceki yazımızda anlatmaya çalışmıştık. (https://www.tyb.org.tr/d-mehmet-dogan-arap-isyani-elebasisinin-ataturkun-yaninda-ne-isi-var-62949h.htm)

Faysal Ankara’da 21 pare top atışı ile karşılanmış, onuruna ziyafetler verilmişti. Ankara faslı tamamlandıktan sonra da İstanbul’a yolcu edilmişti. Gazeteler Faysal’ın İstanbul’a gelişini “Kral Faysal hz. bu sabah şehrimizi teşrif edecekler” manşetiyle veriyordu. 

İzmir’deki suikast tartışmalıdır, fakat Dolmabahçe suikasti tartışmasız suikasttir! Arap İsyanının elebaşısını Osmanlı tahtına oturtulması elbette gerçek bir suikasttır, kesinlikle kötü kasıttir.

Faysal Osmanlının en muhteşem sarayı Dolmabahçe’de ağırlandı. Bu Faysal için müthiş bir öc alma fırsatı idi:

“İstanbulda iken babamızla beraber sultanı (Abdülhamid) ziyarete giderdik. Taht odasına başımız önümüzde girer, kendimizi tanıtır, elini öperdik. Sonra yüzümüz tahta dönük birkaç adım geriye çekilir ve sessizce beklerdik. Sonra da geldiğimiz gibi kalbimiz korkudan ve maazallah huşuyla çarparak dışarı çıkardık. O günler artık geçmişte kaldı. Sultan artık yok! Türklerle savaştık ve muzaffer olduk. İstanbul’a şimdi kıral sıfatıyla döndüm. Ankara’dan Haydarpaşa’ya girdiğimizde rıhtımda bir tekne bizi bekliyordu. Tekne sultanın teknesiydi ve bizi Galata’ya götürdü. İstanbul’un Avrupa yakasında inip Dolmabahçe sarayını ziyaret ettik. Sıra sıra saray muhafızları arasında korkuyla gidip padişahın köleleri gibi durduğumuz saray. Bu defa sükunetle girdik. Koridor ve salonlarda ürkütücü bir boşluk ve sessizlik vardı. Taht odasına gelip kapısında durduğumda ayn boşluğu hissettim. Ancak boş ve terk edilmiş taht hâlâ oradaydı. Bu defa ona doğru ilerleyip çıktım ve üstüne oturdum. Allah biliyor ya, çok hoşuma gitti. Bütün tahtların efendisi, yaratan ve yok eden Allaha şükrettim. Ve kendi kendime şöyle söyledim: ‘Hakkın olanı aldın sen bugün.”

Ey “Araplar bizi arkadan vurdu” nidalarıyla höykürenler! Bizi arkadan vuran Arapların kumandanını kim Dolmabahçe sarayında ağırladı?

Bu milletimize bir hakaret değil mi?

Mehmet Doğan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...