Çarşamba, 24 Şubat 2010 15:10

ASKERİ VESAYET, SİYASİ VESAYET, MERKEZİ VESAYET

ASKERİ VESAYET, SİYASİ VESAYET, MERKEZİ VESAYET

Vesayet, vasi kökünden gelen bir kelime. Vasi; bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye memur edilen veya bir yetimin, akılca yetersiz olan kimsenin malını/işini, idare eden kimse anlamına geliyor.
Kavramı kişisel ilişkiler boyutundan devlet idaresi/siyaset boyutuna taşıdığımızda önümüze çıkan tablo hiçte hoş değildir. Kelime anlamıyla vesayet edenin muhatabı ya ölü ya da maluldür. Kendi işini yapmaktan aciz olan birinin işlerini bir akraba veya dostunun yapması hem erdem hem de görevdir. Fakat bir şehir veya belde halkının verdiği oylarla şehri yönetmek üzere belirli bir süre için göreve getirilen belediye başkanı ve meclis üyelerinin üzerinde vesayeti düşünmek, bu kişileri ya ölü saymak ya da akıl noksanlığı ile işam etmektir. Ölü ya da malul kişilere oy verenler de aynı şekilde değerlendirilirse, demokrasiyi kökten inkâr etmişiz demektir.

Türkiye’de demokratik sistemin bir türlü oturtulup işlerlik kazanamamasının en önemli engeli olan askeri vesayeti de bu bağlamda ele almak gerekir. Askerler ülkenin varlığı ve geleceği için sivilleri en azından malul gördüğünden vesayet rejimini zinde tutmak ihtiyacını hissetmektedir! O yüzden on yılda bir devlet yönetimini ele alıp revize etme gereği hasıl olmaktadır. Yukarıdaki tanıma göre askeri vesayetin anlamı, sivillerin ölü veya malul kabul edilmesidir. Askeri vesayeti sinesine yedirebilen ve daha ötesi destekleyen siviller ise bu durumu kabul etmiş olmaktadır.

Ülkemizde siyasetin işleyişinde, hemen hemen bütün siyasi partilerde ve siyasette öne çıkan isimlerde siyasi vesayet uygulaması teamül haline gelmiştir. Bir bilenler, emanetçi genel başkanlar, emanetçi (vekil) başkanlar, emanetçi vekiller, il ve ilçe başkanları… vs. Ayrıca en alttan en yukarıya kadar parti karar organlarının, kendi özgün düşünce ve kararlarına değil, liderin düşündüğü/istediği yönde fikir beyan etmeleri, bir ölü gibi lidere teslim olmaları da siyasi vesayetin bir sonucudur. Bu durumda adı demokrasi de olsa uygulamanın demokratik katılımla zerre kadar ilgisi yoktur. Biçimsel olarak halkın yönetimi halka arz edilmektedir, fakat ruh köküne baktığımızda sistem saltanattan, faşizmden, diktatörlükten başka bir şey olmamaktadır. İşin garibi siyasiler, kendi iç işlerinde siyasi vesayet uygulamasını en katı biçimde devam ettirirken kendileri askeri vesayetten şikâyetçi olabilmektedirler
Milletin, benim adıma yasama görevini yürüt diye yetki verdiği mecliste de durum genel işleyişe paralel yürümektedir. Milletvekilleri kendi üstlerindeki iradenin buyruğu yönünde elini kaldırarak oyunu kullanmaktadır. Bunun sonucunda temsili demokrasi ile yönetilen ülkemizde halkın beklentileri, siyasi karar ve uygulamalara yeterince yansımamakta, halkın memnuniyetsizliği ortaya çıkmaktadır. İktidarda olanın yıpranmasının en önemli nedeni bu olsa gerektir.

Hükümetlerin iktidar olmadan önce halka verdiği sözler değil, devlet iktidarının hükümetin önüne koyduğu yol haritası (kırmızı kitap) icraatlarında etkili olmaktadır. Dolayısıyla hükümetlerin üzerinde de derin bir devlet vesayeti söz konusudur.
Hâlbuki toplumu oluşturan en küçük nüve olan aileden, en karmaşık devlet kurumuna kadar her birim, fıtrat olarak hiçbir şekilde vesayeti kabul etmez. Bir çocuk bile kendisi ile ilgili kararlarında özgür olmayı arzu eder. Kararların ve uygulamaların isabeti açısından ilgili olduğu toplum kesiminin veya karar organlarının tespitleri daha yerindedir. Aile reisi, çocuğunun her işine ve her kararına müdahale ederek bir vasi gibi davranırsa, onun kişilik kazanmasını ve kişiliğini, becerilerini geliştirmesini engeller. Babası var olduğu sürece çocuğun onun gözüne, sözüne bakmaktan başka yapacağı bir şey yoktur. Peki, babası ölünce ne olacak? Yaşayan ölü olmaktan öteye geçemeyecektir. Bu, bir babanın evladına yapabileceği en büyük kötülüklerden birisidir. Baba evladının alacağı kararlar ve yapacağı işlerde, kendisine danışabileceği iyi bir dost, yetersiz kaldığı yerlerde maddi/manevi yönden iyi bir destek olursa en doğru davranışı göstermiş olacaktır. Hem çocuğunun zekâ ve gücünden faydalanarak onu israf etmeyecek, hem de “baba” olmanın gerektirdiği asıl işlerine daha fazla zaman ve güç ayırabilecektir.

Toplumsal sorunların çözümü ve arzu edilen hedeflere ulaşmak, bir bedel ödemeyi gerektirmektedir. Halkımız ve bireyler böyle bir bedeli ödemeyi maalesef göze alamamaktadırlar. Bedel ödemek yerine bu sorumluluğu da vekâlet verdiği kişilere yüklemekte “ben sana oyumu verdim, tüm bedeli sen toptan ödeyeceksin” gibi bir tavır geliştirmektedir. Vekâlet verdiği kadroların arkasında durma erdemini gösterememekte, hatta seçtiklerinin uğradığı haksız muamelelerde karşı tarafı onaylar bir görüntüye girebilmektedir.27 Mayıs darbesi sonucu idam edilen Menderes ve arkadaşları seçimlerde halkın büyük desteğiyle iktidara getirilmişti, fakat idam edilirken kendilerini savunacak destekleyecek kimseleri yoktu… Şimdi bu yazıyı kaleme aldığım işyeri A.Menderes Bulvarı üzerinde, ancak bu bulvara Menderes ismini vermek onu geri getirmiyor…! Siyasi ilmek her zaman idam sehpasında inanların boynuna geçmiyor. Tarihte ve günümüzde siyaseten idama maruz kalan birçok siyasi şahsiyet, münevver insan ve toplum önderleri var…
Bilhassa 12 Eylül askeri darbesinden sonra oluşturulan anayasal düzen ve kurumlar iktidarı; tepkisiz, fikirsiz, eylemsiz tek tip insan modelini ortaya çıkarmayı en büyük görev olarak belirlemiştir. Öncelikle gençliğin içinde bulunduğu atalet bunun sonucudur. Tabii ki 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, değişik mihrakların manipüle ettiği mankurt tipi insanların, birbirini katlettiği anarşik ortamın özlemini çekmiyoruz. Ölümü gösterip kansere razı edercesine, çok sinsi bir toplum mühendisliği gayretiyle bir milletin var olabilmesinin ve ayakta kalabilmesinin gerçek temelleri tahrip edildi. Fikirler öldürüldü, fikir üretme ortamı yok edildi.
Yerel yönetimlerin kendi bölgeleri ile ilgili karar ve uygulamalarında, başından beri zikrettiğimiz olumsuzlukların etkisini merkezi vesayet biçiminde görmekteyiz. Yerel yöneticilerin sorunlarla ilgili çözüm önerileri, ürettikleri projelerin hayata geçirilmesi ile ilgili hedefleri konusunda ortaya koyduğu performans, merkezi yönetimin yaklaşım ve beklentileri ile zaman zaman çatışabilmektedir. Örneğin bir şehrin Valisi, il hudutları içerisindeki meşhur bir turizm sahası ile ilgili gelirlerin %75’ini İl Özel İdaresine %25’ini de Kültür Bakanlığına göndermeyi uygun bulmaktadır. Önceki uygulamalar da bu yöndedir. Fakat Kültür Bakanlığı gelirin %75’ini istemektedir. Yerel yönetim organlarının talepleri doğrultusunda davranan Vali, makamından olup, merkeze alınmıştır. Burada merkezi yönetimin, valilik düzeyinde yerel yönetim üzerindeki vesayetini etkin biçimde görüyoruz.

Olaya belediye açısından baktığımızda merkezi vesayet çok daha etkili ve baskındır. Hâlbuki Belediye Başkanı ve Meclisi, kendisini seçen halka karşı sorumludur. Müteakip seçimde yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vermekle mükelleftir. Merkezi yönetimin ise doğrudan o bölge seçmenine karşı sorumluluğu yoktur. Hükümetin de, kendi tasarrufu ile o bölgede uygulayacağı vesayet, olumlu veya olumsuz sandığa yansıyacaktır. Fakat atanmışlardan oluşan kurumların adına yerel yönetimlere karşı uygulanan vesayetin her ne kadar idari ve hukuki sorumluluğu olsa da siyasi sorumluluğu yoktur. Hatta merkezi vesayetin yerel yönetim üzerinde oluşturduğu baskı ve yönlendirmelerle yapılacak tüm uygulamaların hesabını da halka karşı yerel yöneticiler verecektir.

Yerinden yönetim, yerel yönetimler için en doğru en etkili yönetim biçimidir. Tabii ki ülke genelinde yatırımlarda adaletin sağlanması, standardın korunması ve yükseltilmesi, yolsuzluk ve olumsuzlukların önlenmesi için merkezi yönetim, denetim ve destek görevini yürütecektir. Uygulamada bazı kurumların belediyelerin çalışmasını ciddi şekilde engellediği görülmektedir. Atanmış olduğu halde bir seçilmiş gibi pervasızca siyasi hatta ideolojik tavır ortaya koyabilen kişiler çıkabilmektedir. Kendi siyasi ve ideolojik görüşüne uygun olmadığını düşündüğü yerel yönetimlerin faaliyetlerini engellemek için her türlü gayreti gösterebilmekte, kendisine yakın gördüğü yerel yöneticilerin önünü açmak içinse “her yol mubah” zihniyeti ile hareket edebilmektedir. Bunları somutlaştırmak başka bir yazının konusu olduğu için genel bir tespiti yeterli görüyoruz.

Merkezi yönetim ve organları; yerel yönetimlerin halka en iyi hizmet verebileceği ortam ve şartları oluşturmalı, yerel yönetimlerin önünü açmalı, yönlendirmeli ve olumlu yönde destekleyip denetlemelidir.

Mustafa HACIMUSTAFAOĞULLARI

Son Düzenlenme Perşembe, 25 Şubat 2010 15:10
Mustafa Hacımustafaoğulları

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...