Salı, 08 Ekim 2013 18:26

28 ŞUBAT KAÇ YIL SÜRDÜ?

Az değil, üzerinden 30 yıl geçti.

Yaşadığımız son fiili darbe olan 28 Şubat darbesi,28 Şubat 1997 tarihinde olup biten bir darbe değildir.

O günlerin “astığı astık, kestiği kestik” Firavun’ları olan darbecilerin, mahkemeden sıvışmak için yaptıkları kıvırtma hareketlerinden biride darbeyi dar bir zaman dilimine sıkıştırmaktır.

Sanki bir günde her şey olup bitivermiş!

28 Şubat darbesi,12 Eylül ihtilalinin yavrusudur.

12 Eylül cuntası;  anayasa diye yutturduğu 12 Eylül askeri talimnamesini önce halka zorla kabul ettirdi. Daha sonra 6 Kasım1983 te yapılan seçimlerde ihtilal konseyinin emri ile E. Orgeneral Turgut SUNALP’ e kurdurulup açıkça desteklenen Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP)’ni halk sandığa gömerek darbecilere gereken dersi verdi. Üstelik cuntanın istemediği Turgut ÖZAL’ ın seçimi kazanması üzerine darbeciler sözde kazanımları kaybetmemek için yeni bir cunta oluşumunu başlattılar. İşte 1983 seçimlerinin ortaya koyduğu siyasi tablo üzerine harekete geçen darbeci damar 28 Şubat darbesini yapmıştır. 28 Şubat 1997’de Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral İ. Hakkı KARADAYI, yeni cuntanın oluşturulduğu dönemde Tuğgeneral rütbesinde baş rollerdeydi ve K.K.K.lığı Personel Başkanlığı görevini yürütüyordu. Önce TSK içinde var olan kadroları güçlendirip güncelleme çalışmaları yapıldı, silahlı kuvvetlerin komuta ve kontrolü ele geçirildi, darbeye karşı gelmesi muhtemel kişiler değişik usullerle ya ihraç edildi ya da tehdit, baskı ile emeklilik/istifaya zorlandı. Oluşturulan korku ortamında diğer personel ise baskı altına alındı. 1985’ten itibaren cunta ordu içinde 28 Şubat darbesiyle ilgili faaliyetlerine başladı. 1960 ihtilali ile yerleştirilen askeri vesayet düzeniyle siyasi mekanizma ve devlet kurumları üzerindeki baskılar kesintisiz devam ettirildi. Ve 1997 Şubatında darbe yapıldı. Yapılan darbenin izleri ve etkileri elan bugünde devam etmektedir.

Ezcümle, 28 Şubat darbesi 1985’lerde başlayıp bugünlere dek devam eden bir süreci kapsamaktadır.

Bu dönemler içinde değişik şekillerde mağdur edilen bazı kişiler, uğradıkları haksızlıkların darbe süreci içinde olmadığı gibi yanlış bir kanaatle 28 Şubat davasına müdahil olmayı düşünmemektedir. Hâlbuki 28 Şubat sanıklarının en çok korktuğu hususların başında kendilerinden maddi/manevi zarar gördüğü için şikâyetçi olan müdahillerin sayısının artması endişesidir. Bu nedenle mağdurların bu hususu göz önüne alarak mutlaka davaya müdahil olmaları davanın süreci ve mahkemenin sonucu açısından önemlidir.

28 Şubat darbesi açık bir şekilde İslam inancı ve Müslümanlara karşı yapılmıştır. O günlerdeki zıvanadan çıkmış hezeyanlarında darbeciler ve destekçileri bu tavırlarını çekinmeden ortaya koymuşlardır.

Benim şahsıma karşı işlenmiş olan bir suçu ve haksızlığı affetmek sadece beni ilgilendirip karar yetkisi bana ait olabilir ve bunu Allah’a da havale edebilirim. Ancak, Allah’ın dinine karşı yapılan hayâsız saldırıları affetme yetkisi hiçbir kula ait değildir ve onlarla mücadeleyi Allah bize havale etmiş ve bu ağır imtihandaki tavır ve tarzımızı izlemektedir. Dolayısıyla “28 Şubatçıları ben Allah’a havale ettim” demek doğru bir hareket tarzı olmadığı gibi manevi mesuliyetten de kurtarmaz.

Hükümette görev alan kişilerin o dönemde maruz kaldığı haksız muameleler için davaya müdahil olmamaları siyaseten doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Fakat maalesef mağdurların çoğu Nasrettin Hocayı Timurlenk’in fillerinden kurtulmak için öne süren ve kendileri sorumluluk üslenmeyen köylülerin psikolojisini yaşıyor. “Biz oyumuzu verdik her şeyi halletsinler “ yaklaşımının yaygın olduğuna şahit oluyoruz. Ya da geçmişte büyük sıkıntılar yaşamış olsa da bugün durumu iyi olan makam, mevki ve ekonomik güce ulaşanlar “rahatım iyi geçmişle uğraşacak halim yok” yaklaşımında.

Keserin ve sapının dönebileceği vehmini taşıyan gafillerdense hiç bahsetmeyelim…

Gelelim 28 Şubat davasının görüldüğü mahkemeye…

Ömrümüz boyu ağır ceza mahkemesinde işimiz olmadı çok şükür.

Birkaç konuşma ve yazımızdan dolayı yine darbecilerin memlekette estirdiği bu kaos döneminde işgüzar kurumlar ve brifing mahsulü savcıların gayretiyle açılan davalarda mahkemeleri görme şansımız (!) oldu. Hâkim karşısında neredeyse esas duruşta ifade verecektik. Elini arkana koyma, sallama vs. Buna rağmen 28 Şubat davasının görüldüğü Ankara TMK 10.Maddeden görevli 13.Ağır Ceza mahkemesindeki hali duyup gördüğümde şaşırmadım desem doğru olmaz.

Babam, buna benzer bir hali gördüğünde kızgın bir ifadeyle “Abağ’ın gave mi len bura?” derdi.

Mahkemenin hali bana bu sözü hatırlattı.

“Abağ’ın gave mi len bura?”

Telefonla görüşenler… Çekirdek çitleyenler… Kitap okuyanlar… Bulmaca çözenler… Sevgilisine öpücük gönderenler… Derin derin sohbet edenler… Her türlü numara mevcut...!

Utanmasalar birdirbir oynayacaklar.

Hâkim Bey’in cılız sesi;

Beyler hepiniz askersiniz… Lütfen biraz sessiz olun… İfadeleri duyamıyoruz...

Beyim… Bunlar asker değil, darbeci, darbeci…

Aman dikkat et, bir darbe de sen yeme!

Mahkeme salonu mu? Yoksa ben yanlış yere mi geldim?

Üstüne üstlük arka arkaya gelen tahliyeler…

19 tutuklu kaldı. Hâkim Bey oldu olacak onları da salıver de çifte bayram etsin garipler.

Hop dedik, nereye gidiyoruz!

Bayramdan sonra görüşeceğiz.

İNŞAALLAH…

Mustafa Hacımustafaoğulları

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...