Salı, 17 Aralık 2013 12:04

Tekâmül İçin Yanlışları Ayıklayabilmek

Kaos kuramının ortaya koyduğu önemli ilkelerden biri de “kelebek etkisi” olarak adlandırılan; küçük nedenlerin büyük sonuçlara yol açabileceği gerçeğidir. Bu ilke, “Çin’deki bir kelebeğin kanat çırpışı Meksika Körfezinde bir fırtınaya neden olabilir” metaforuyla dile getirilmektedir. Tarihsel süreçleri belirleyen değişim ve dönüşümler elbette kelebeğin kanat çırpışı kadar bir sürede, bir anda, geceden sabaha ortaya çıkmaz. Toplumsal örgütlenmeler, cemaatler kendilerini dar ve sığ bir alana hapsetmek yerine değişimin temel ruhundan, felsefesinden azami ölçüde; hayatiyetleri açısından faydalanmaları ve bunun için risk alabilmelidirler.

Küreselleşmenin en yoğun dönemlerinin yaşandığı böyle bir kırılma döneminde, anomi yaşamadan yeni oluşacak parametreleri etkin ve güçlü olgularla doldurmak, her açıdan stratejik bir pozisyon almak gerekir. AK Parti Hükümeti ikinci döneminden itibaren nisbi; üçüncü döneminde ise değişen konjonktürel şartlara hızlı refleksler veren, hatta çoğu zaman proaktif tavır sergileyen bir siyasi konum içine girmiştir. İşte tam da bu yüzden içeride ve dışarıda AK Parti İktidarını jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik ve jeokültürel noktalarda geçmişteki klasik Türk diplomasisine geri döndürmek için son dönemlerde bazı spesifik unsurları tetikleyerek krizler oluşturulmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır. Oslo görüşmelerinin sızdırılması, 7 Şubat MİT krizi, Gezi kalkışması, İranlı MOSSAD ajanları meselesi, 2004 MGK tutanaklarının Taraf Gazetesince yayımlanması bunların en öne çıkan örnekleridir. Bütün bu saydıklarımızla bu süreçte grift hale gelen ve cevap bekleyen birçok sorular yok değil.

Cemaatler, toplumsal yapılar, klasik anlamda dokuları gereği; kendilerince tehlike algılaması hissettikleri anda doğal savunma mekanizmalarını çalıştırırlar ve konservatif bir duruş içine girerler. Ancak bu duruş süreci kendi lehine yönlendirip, yönetmeye kalkan küresel denklemdeki aktörlerin operasyonlarına eklemlenmiş bir görüntüye evrilmemeli ve bu yönlü kaymaların önüne geçilmede hassasiyet gösterilerek bu küresel operasyonların enstrümanı haline gelinmemelidir.

Cemaatler veya STK’lar her dönem aynı performansta işlev görmezler; hatta Allah’ın koyduğu yasalar muvacehesinde değerlendirmek gerekirse “Her toplumun bir eceli vardır…” ayetinde olduğu gibi tümden tarih sahnesinden çıkabilirler. Tarihte bıraktıkları izler ya hayırla anılarak esin kaynakları olurlar, ya da başka şekilde anılırlar. Mesela Haşhaşiler gibi… Bu manada dağılsa da, bölünse de ümmet kavramıyla oluşan perspektif, ruh; kıyamete kadar, oradan da selamet yurdu olan Cennete kadar yegâne kalıcı unsurdur. Sosyal ve fiziksel konumu itibarıyla tek kutsal cemaat varsa o da ailedir dersek herhalde abartmış olmayız.  Organik cemaati aşarak “kült cemaati” oluşturmaya çalışmak zamanın ruhuna aykırı bir duruş sergilemektir. Bu açıdan kutsal devlet anlayışının bile rafa kalktığı bir süreçte sivil toplum örgütlenmelerinin, cemaatlerin kendi zaviyelerinin dışına çıkarak yeniden medeniyet inşası için ufku geniş tasavvurlar üretmesi bir tercih değil, sorumluluk ve zorunluluktur. Böyle büyük bir tasavvura, yenilenmeye geçerken bu organik yapıların misyonu, önemi, nerede konumlandırılması gerektiği, etkinlik potansiyeli ve sahası ne olmalıdır; bunun çok yönlü disipliner analizlerinin, sosyo-psikolojik, sosyo-politik, sosyo-ekonomik saha araştırmalarının yapılması gerekir. Sivil toplum yapılarının etki ve güç potansiyeli elbette önemsenmelidir. Fakat bu yapıların devlet yönetimlerinden ve bürokrasiden güç devşirerek “devlet akliyetiyle” değil cemaat akliyetiyle hareket etmeleri elzemdir. Cemaatler siyasi erke karşı mütekabiliyet hissiyle değil, uygulanabilir bir metot oluşması için her yönüyle ön açacak kabiliyette hareket etmelidirler. Aksi durumda asimetrik rekabeti iktidar değil, cemaatlerin kendisi başlatmış olur. Cemaatler temel kurucu manifestolarından sapmadıkları, yani mevcut varlıkları anomali bir hal almadığı, kendi ruhuna, özüne, temel felsefesine sadık kaldığı sürece toplumların ve devletlerin olmazsa olmazıdırlar. İktidarlara ortak olma gibi hırs ve saplantıdan uzak olan cemaatlerin etkin olması, güçlü olması, erdemli olması, uyarıcı, hatta muhalif olması toplum zihninde ve yönetimler nezdinde anlaşılabilir, uygun ve uygulanabilir bir tasavvur ortaya çıkarmış olur. Unutulmamalıdır ki; cemaat akliyetiyle duruş sergilemek, refleksler ve argümanlar oluşturmak devlet veya iktidar olmaktan daha erdemli ve hayırlı bir hizmettir. Çünkü devletten bağımsız davranan örgütlenmeler, içerde ve küresel ölçekte devletin yapamadığını yapar, söyleyemediğini söyler, gidemediği yerlere gider; mümkündür ki devlettin açamadığı kapıları açar. Unutulmaması gereken bir gerçeklik de şudur ki, kadim gelenekten gelen cemaat yapıları kabadayılık değil, birer fütüvvet yani “delikanlılık” hareketi olmayı başarırlarsa yaşayan toplumda ve tarihte fiziki varlıkları olmasa bile kıyamete kadar makes bulurlar.

Karl Popper; tekâmülün, doğruların biriktirilmesiyle değil, yanlışların ayıklanmasıyla gerçekleşeceğini söyler. Bu bağlamda Başbakan’ın Trakya gezisinde “ açıklarsak yer yerinden oynar” sözünü bir tehdit değil, yanlışların ayıklanması için bir işaret olarak görmek gerekir.

Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...