Pazartesi, 10 Mart 2014 13:17

GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEK

Değerli dostlar, İslam toplumunun zannediyorum yeniden İslâmın sahih kaynaklarına yönelmesi, bid'at ve hurafelerden arınması gerekiyor. Bu yaşadığımız süreç bu sorgulamayı yapmamıza vesile olabilir.
F. Gülen'in resmi web sitesinde yer alan metin kısaca şöyle: "... Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem'in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu." Burada açık bir tevil olduğu muhakkak. Ancak şunu göz ardı etmemek gerekiyor; meseleyi böyle ileriye götürmeye sebep aşağıdaki hadis diye iddia edilen metnin bazı kaynaklarda geçmesidir: "Allah İmran kızı Meryem'i Firavun’un hanımı Âsiye'yi ve Musa'nın kızkardeşi Gülsüm'ü Cennette bana zevce olarak vermeyi hükmeyledi." (İbni Mâce Tercümesi 10:649.) (Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebir,8/258.)
Bu metin hadis tasnifinde tamamen zayıf ve hatta uydurma diyebileceğimiz bir metin olmasına rağmen kullanılmıştır ve üzerinden tıpkı F. Gülen'in yaptığı gibi aşırı yorumlara gidilmiştir. Üstelik bunun zayıf olmasını belirtmesine rağmen böyle zorlama yorumlarla ne Meryem annemizi ne de Efendimiz(sav)'i lekelemek tasvip edilemez. Kaldı ki Meryem annemizin pak ve azizliği konusundaki Kur'an ayetleri herkesin malumu. 

Şimdi burada asıl sorgulanması gereken şey bizim İslam anlayışımız noktasında nerede durduğumuzdur. Yani İslam'ın temel dinamikleri sandığımız bazı olgular, ana değerlerimiz olan Kur'an ve sahih Sünnetin önüne geçmiş ve toplumların yaşadıkları coğrafyadaki gelenek ve kültürleri dinin içine alınmış ve din olarak algılanır hale gelmiştir. Bilindiği gibi "örf" kavramı içinde bu olgular değerlendirilir. Evet temel tevhid akidesini bozmayacak toplumsal adetler toplumdan kabul görmesiyle elbette İslam geleneğinin içine dâhil edilebilir. Bunu Hz. Peygamber'in döneminde ve ondan önce de görmek mümkün. Burada asıl olan, tevhid çizgisinden sapmadan tüm bu olguları akıl- vahiy ilişkisine teşmil ederek Kur'an ve Sünnet filtresinden geçirerek yorumlayabilmektir. Ebu Hanife'ye boşuna "rey âlimi" denilmemiştir.

İslam coğrafyasına antik Yunan'dan, Hristiyan anlayışından, İsrailiyattan, Hinduizmden ve hatta Şamanizmden bir şekilde bulaşmış Batînilik diye adlandırdığımız anlayışlardan kurtulmadan vasat ümmet olmak imkânsız görünmekte.
Bakın bugün bir dizideki sahnede Peygamber (AS)'ın kamyon kasasına bindirilişini, ışınlanarak gelişini eleştiriyoruz. Eyvallah sonuna kadar haklı bir eleştiri. Fakat bunun yanında mesela Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı "fethinde" önünde Peygamberi görerek atından indiğini anlatan menkıbelere itibar ediyoruz. Bu konuda benzer örnekler çoktur. Hz. Peygamber'i değerlendirme perspektifimiz böyle olunca Olimpiyatlara da getiririz, tweet de attırırız, olmadı kamyon kasasına da bindiririz... 

Hadis literatüründe hadis diye kabul edilen aslında aynı zamanda Efendimize hakaret ve iftira sayılabilecek birçok uydurmayla karşılaşıyoruz. Peygamberimizin idrarını içmek için mücadele eden sahabi örneklerinden tutun da, "Âdem su ile çamur arasında iken ben nebî idim." "Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir." e varana dek. Hal böyle olunca, birileri kamyon kasasına bindirirken birileri "ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü" der ve diyecektir. Hafızasını diri tutarak geleceğe bakmak yerine muhafazakârlığı tercih eden bir anlayışın İslamiliği tartışılmalıdır. Şia yüzyıllardır 12. imam olarak adlandırdıkları kayıp imamları Mehdiyi beklemektedirler, Sünni dünyası bundan çok farklı değildir. Hristiyan dünyası kurtuluş için Mesih’ini beklemektedir. Yazmaya kalkarsak bu böyle uzar gider. 

Sonuç olarak yazdıklarıma itirazların geleceğini biliyorum, fakat bir gerçeği hatırlatmak isterim ki İslam dünyasının uyanışı ve emperyal unsurlarla baş etmesi ancak kendi emperyallerinden kurtulmakla mümkün olur. Bugünü ve geleceği şekillendirme iddiasında bulunanlar ısrarla geçmişte kalmaya ısrar ettikleri sürece geçmişte kalır ve sürekli akış halinde olan tarihin içine giremezler ve de tarihin içinde olmayanlar medeniyet inşa edemezler.

Bilge Kral Rahmetli Aliya İzzetbegoviç metafor olarak bu durumu şöyle izah eder:
“Bugün eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Eğer geçmişte yaşanamayacağını ve kendimizin bir şeyler yapmamız gerekeceğini öğrenmemiz şart olacaksa, o muhteşem abideleri yakmak daha iyi olur." (İslam Deklarasyonu-s.103)
Başka bir yerde de şöyle der: "Müslüman değil, tebaa... Mükemmel, sakin, tam tebaa. Neredeyse uşaklar eğitiyorduk.
Bizimle her türlü iktidara ne mutlu!
Fitne, esaret ve adaletsizlik dolu bir dünyada, gençliğe sakınmasını, sakin olmasını, itaat etmesini öğütlemek aynı zamanda kendi halkının ezilmesi ve esir edilmesine ortak olmak demek değil midir?"

Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...