Perşembe, 15 Ocak 2015 16:06

YENİ TÜRKİYE ‘ ESKİ HÂL MUHAL… YA YENİ HÂL YA İZMİHLÂL’ (1)

H.z. Âdem’in neslinden gelen ‘akıl sahibi biz ‘insanoğulları’; bütün yaratıklar içinde, aklı başında, insaf gözü açık her insan olan insanlar tarafından bilinir ki, diğer canlılara nispetle çok farklı ve çok büyük özelliklerle, emsalsiz duygu ve cihâzatlarla donatılarak yaratılmışız. Mahiyetine çok az vakıf olduğumuz; binler, âli ve ulvî İlâhi GayelerRahmâni Maksatlar için var edilmişiz.

Tîn suresi dördüncü ayetinde ‘Biz insanı en güzel biçimde yarattık.’ (Ahsen-i takvim) buyrulmuştur.

Böyle bir rüchâniyetle  yaratılan insanlar arasında; eline Kur’an-ı Kerim gibi en büyük ilâhi kitap, önüneH.z. Muhammed S.A.S gibi ulü-l azm bir peygamber konularak, iman ve hidayet nimeti gibi en büyük nimetle serfirâz edilen biz müslümanların konumu, çok daha farklı,  lâyık-ı veçhile yaşabilirlerse de,  şeref ve izzeti çok daha fazladır.

 

Anlatmak ve anlamaktan aciz olduğumuz bu büyük ihsanlar; kuru kuruya övünmek ve böbürlenmek için değildir. Özellikle mesleği askerlik olanlar daha iyi bilirler ki, her rütbe ve makam, yapılması gereken vazife sorumluluklar içindir. Vazife tam yapılırsa, sorumluluk hakkıyla yerine getirilirse şerefli olunur.

 

Hiç; görenle, göremeyen  bir olur mu? Bilenle, bilmeyen bir olur mu? Gören, gözleri görmeyen kör gibi hareket edebilir mi? Ederse ne hale düşer?  Bilen bilmeyen gibi hareket ederse ona ne denir?

 

Hakikat terazisinde; küfür, şirk ve münafıklık, zulm, tam bir körlük ve cahilliktir. İman, gerçeğin ifadesidir, hem nur hem kuvvettir, hakikâtın  ta kendisidir.

 

Verilen nimetlerin büyüklüğü-değeri; omuzlara yüklenen mukaddes yükün ağırlığını da, sorumluluğu da o ölçüde artırır. Aynı zamanda nimetin kendi cinsinden olan şükrünü de, hamdini  de, gayret ve dikkatini de o derece artırmayı icap ettirir. Hele böyle nimetler nankörlüğü ve ihaneti hiç kaldırmaz. Bu nedenle işin ehlince ‘Size böyle nimet eden bir zat, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız’ denilmiştir.

Cennet ve Cehennem, bütün insanların yaptıklarına ve yapacaklarına göredir ve insanlar için Allah tarafından bir karşılık olarak hazırlanmıştır. Emanette emin olabilmek, ne yüce bir haysiyet ve büyük bir şereftir.

 

Kendini ve tüm varlık âlemini tanımaya- öğrenmeye çalışıp, meydana gelen hâdiseleri dosdoğru  anlayıp, sorgulayarak, mihenge vurarak, sebep-sonuç ilişkilerini net bir şekilde çözerek, bu veriler ışığında… yanlışlarını görüp, öğrendiği doğrulara yapışarak, ‘yaratılış- varoluş’, İlâh-î Gâyelerine uygun şekilde, Rahmâni maksatlarına güncel tabirle ‘Rahmani fabrika ayarlarına dönerek,’ ileriye bu göstergelere göre, kudsî hedeflerine doğru emin adımlar atarak daha doğruyu ve daha güzeli yaşama-yakalama arzusunda olan biz insanlar; hâssaten biz Müslümanlar ve biz Müslümanların meydana getirdiği Âlem-i İslam, henüz kıyamet kopmamışken, şu insanlığın kaos ve buhran dönemi denilen ‘ahir zamanı’ yaşarken bulunduğumuz yerden, İlâhi cihazlarla kendimizi ‘çek ederek’ dosdoğru bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekmez mi? Hz.Peygamber S.A.S.; bu sır için her daim ümmetine,‘Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekin.’ demiyor mu?

 

Taa ‘Elest Aleminden’ Rabbine karşı kulluğunu kabul edip, ‘Allah’ın rızasına, lütfuna  talip biz Müslümanlar’; sonra Âlem-i İslam, Ümmet-i Merhume, geldiğimiz şu  ‘yürekler yakan, dağlayan’, ‘fitne – fesat – ihtilaf- gaflet- cehalet- fısk- zulm- sefâhet- sefâlet- dalalet- hıyanet- inat ve tarafgirlik vb.’ ateşleriyle- fırtınalarıyla; en büyük düşman ve hainleri ve onların dehşetli hainlik ve düşmanlıklarını bırakıp, unutup, önem vermeyip’ birbirini yok edercesine birbirine düştüğü, şu elim ve feci noktada durup, askerî bir tabirle Kur’an’a ve Sünnet-i Seniyyeye göre yeni bir ‘durum muhakemesi’ yapıp Mahkeme-i Kübra’da Mîzan’ın önünde hesap veriyormuşçasına kendimizi hesaba çekip, Muhkemaât-ı Kur’aniyenin mîzanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle yaptıklarımızı, yaşadıklarımızı tartıp, Kur’anı ve Sünnet-i Seniyyeyi daima rehber edip sonra da her türlü kötü ve kötülüklerden, her türlü şer ve şerlerden Rabbimizin rahmetine iltica ederek yeni bir dönüşümle, nurani bir dünya inşa etmemiz gerekmiyor mu? Yeni bir Kur’an - İslam Medeniyetine insanlığın müthiş ihtiyacını daha göremiyor muyuz? Bu kudsi inşaaya öncelikle; eğitim ve insanımızı yeni baştan İlahi ahlakın inşasıyla, imanın yeniden ihyasıyla başlamamız icap etmez mi?

Şu çok beğendiğimiz aklımız; ilmimiz, irfanımız vicdanımız ve mukaddes imanımız, bundan başka bize hangi çıkış- kurtuluş yolunu gösterir? Sırat-ı müstakimin dışındaki bütün yollar batıl değil mi?

 

Bu gerçeklerle Rabbimizin nazar-ı merhametiyle ana yola çıkabilirsek, istikametimizi doğrultursak, kalplerde, ruhlarda akıllarda ‘hak yol’ üzere birliği sağlayabilirsek sıra gelir diğer yapılacak hayati işlerimize.

 

Çürük-çarık malzemelerle; ham - yetişmemiz, eğri- büğrü, defolu insanlarla hiçbir doğru ve büyük iş yapılamaz. Vasıfsız kuru kalabalıklarla hiçbir zafer kazanılmaz…Hele de bu günkü; her zamankilerden daha çok azgın, daha çok vicdansız ve en alçak Allah düşmanlarıyla…Dünyamızı ve ahretimizi Cehenneme etmeye çalışan en büyük düşmanlara zaferler hediye edilir.O menhuslar, sanki doğru onlarmış gibi o bedbahtlar şımartılır, kendi elimizle o zalimleri daha çok azgınlaştırmış oluruz.

 

İbret olsun için, konumuza dikkat çekmek maksadıyla ifade ediyorum. O Devlet-i Âliye olan Osmanlı Devletimizin çok sıkıntılı ve sarsıntılı zamanları olan 20nci asrın başlarında (1911 yılında) neşredilen ‘MÜNAZARAT’ isimli eseriyle,  o dönemin Müslümanlarına sonra da hepimize  hitap eden Bediüzzaman ; o zorlu zamanlarda, bütün gücüyle, telaşla bir kitaplık bir cümlesinde şöyle haykırır.

 

‘ Eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlâl. Sonra ilave eder;

‘ Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek bundan sonra onlardan ( Gayr-i Müslimlerden) fevc fevc ( Bölük bölük - dalga dalga) İslâma dâhil olacaklardır.’

 

Bu hakikat bugün de aynı tazeliğini korumaktadır. Ders alabilmek de insani daha doğrusu müslümanca güzel bir  haslettir.

Hakiki müslümanın dünyasında; ümitsizlik, ye’s, karamsarlık, panik olamaz.

 

Biz de Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri gibi deriz:

 

‘ Hak şerleri hayr eyler

  Zannetme ki gayr eyler

  Ârif ânı seyr eyler

  Mevla görelim neyler

  Neylerse güzel eyeler.

 

  Deme şu niçin şöyle

  Yerincedir o öyle

  Bak sonuna seyr eyle

  Mevla görelim neyler

  Neylerse güzel eyler.’

İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...