Cuma, 16 Ocak 2015 10:25

SERHİLDAN NEYDİ VE NEYE YARADI ?

Çözüm sürecinin başladığı iki yıl içinde güneydoğu Anadolu’da yaşanan çatışmasızlık ortamı bölge halkında çok olumlu beklentiler doğurmuş,“bu defa barış gelecek inşallah” diye umutlanan insanlar huzur ortamına da hemen hemen alışmıştı. Yaşanan çatışmasızlık, akmayan kan-gözyaşı ve halkların devletle barışması Türkiye’ye; bölge coğrafyasında halkları müslüman olan ülkelere liderlik yapacak bir barış limanı olmak avantajını sunuyordu. Ekonomik alanda parlayan yıldızımız, milletler arası ticarette yine güvenilebilecek bir emniyet adası konumunu güçlendiriyordu ülkemizin. İç barışın sağlanmasıyla da, artık dışarıya odaklanan gücümüz, eski parlak sömürü düzenini kaybetme riskini ciddi şekilde hisseden batı ülkelerini elbette rahatsız ediyordu. Ta ki; Kobani bahanesiyle “serhildan/ayaklanma” olaylarına kadar.

             Ülkemiz terörle mücadelede otuz yıldır heba edilen enerjimizin artık milli servete katkısıyla  kendini gösteren refah seviyesindeki  yükseliş, cesur yatırımlar ve devasa projelerle daha yüksek hedefleri zorluyordu. Komşu ülkelerde yıllardır süren savaşa bir türlü bulaştıramamışlar, iç-dış onlarca ortak saldırıyla devleti çökertememişlerdi. Birinci dünya savaşının yüzüncü yılı olan 2014’te iki önemli seçimde de milli iradenin yansımasıyla başkanlık sistemine doğru adım adım ilerleyen istikrar adası ülkemiz, hukuk sistemindeki çürümeyi de büyük ölçüde tedavi ettikten sonra “Yeni Türkiye” olarak sahil-i selamete ulaşmak üzereydi. Ta ki; Kobani bahanesiyle “serhildan/ayaklanma” olaylarına kadar.

            Yıllardır elindeki silahlarla birlikte Kürt halkını temsil ettiğini iddia eden terör örgütü, derin devletin ısrar ettirdiği etnik kimliğin yok sayılması inadıyla bezdirilen halkın kerhen de olsa desteğini alabiliyordu. Ancak örgütün islamı reddeden ideolojisi, Müslüman halkın her türlü ötekileştirmeye rağmen devlete olan bağlarını koparmamıştı. Hatta son iki yıllık “Çözüm Süreci” huzur döneminde örgüte karşı direniş ve örgütlenme emareleri göstermeye başlamıştı. Devletin Kürt halkıyla barışması anlamına gelecek tabii haklarının verilmesinin, samimi başlangıçlardan anlaşıldığı üzere ancak bu hükümet döneminde gerçekleşebileceğini görmüştü sağduyu sahibi Kürt vatandaşlarımız. Böylece Türk-Kürt ayrımının ortadan kalkması ve zaten diğer etnik kökenden olan    (laz, çerkes,boşnak vd.) halklar arasında çatışma ortamı olmamasıyla, tüm Türkiye halkları arasında devletle barışık bir millet hayalimizin gerçekleşmesi bekleniyordu. Ta ki; Kobani bahanesiyle “serhildan/ayaklanma” olaylarına kadar.

            Neydi  serhildan/ayaklanma ve 6-8 Ekim kalkışması? Güneydoğu’da kadim halkların tarihin derinliklerinden gelen kardeşlik ve din bağlarıyla örülmüş barışının, Cumhuriyet dönemiyle başlayan ulus devlet projesi ve geçen elli yıl boyunca  her on yılda tekrarlanan  darbelerin etkisinden kurtulduğumuz son istikrar yılları, artık Türkiye’nin önü alınamaz bir konuma yerleşeceği gerçeğini gün gibi ortaya çıkarıyordu. Bunun engellenmesi için en önemli bahane idi Kobane ve serhildan. Arap baharı namıyla başlatılan Ortadoğu ve bölge İslam beldelerindeki “serhildan” bir şekilde Türkiye’de de hayata geçirilmeliydi! Kobani bahanesi, sınır ötesinden sığınmak için can havliyle sınırlarımıza dayanan insanlara, dili-dini-milliyeti ayırt edilmeden açılan kapılarla hamiyet ve şefkat gösterisine dönüşen bölge huzur adası oluşumuna da gölge düşürülmek isteniyordu. Çözüm sürecinin daha başında ön şart olarak beyan edilen silah bırakmak, dağdan inmek ve sınır dışına çekilmek adımları çoğunlukla gerçekleşmemişken, hatta soğuk savaş taktik ve karşı propaganda hamleleriyle hükümeti yıpratma ve her an çözümü sonlandırma tehditleri savrulmaktayken, Türkmenler için gösterilen sahiplenme söylemlerinin, Kobani’deki Kürtler için niye gündeme alınmadığı(!), Filistin’deki baskılar için dünya ayağa kaldırılmaya çalışılırken niye aynı duyarlılığın Kobani’deki Kürtler için gösterilmediği… bahaneleri vardı. Halbuki Ezidilerin 180 bin kadarının sığınmacı olarak Türkiye’ye alındığını yok sayıp, aynı zamanda kısa süre önce aynı bölgeden Irak yönüne sürülen Müslüman Kürtlerin mezalimini ise unuttuğumuzu zannedecek kadar da çifte standart uygulanıyordu.

             Kürt halkımızın çoğunluğu Sünni müslüman  olduğu bir gerçektir. Fakat ne hazindir ki, marksist-leninist ideolojiyle yola çıkan azınlık bir grup olan PKK, Kürt halkına yaşatılan zulümleri ve kimlik inkarını çok iyi kullanarak başlattığı silahlı direnişine (gönüllü-gönülsüz) bölgedeki çoğunluğun desteğini alabilmiştir. Dış güçlerin de desteğiyle sahip olduğu medya kabiliyetini kullanarak da tüm dünyaya ezilmiş  Kürt halklarının temsilcisi olduğunu işleyebilmiştir. Terör örgütleri listesinde bulunmasına rağmen, yıllarca sürdürdüğü gerilla savaşı dönemindeki liderine uluslararası çapta ün kazandırarak, koalisyonlara mahkum edilen ülkemiz dönemlerinde adeta çok özel statüyle başlayan eşzamanlı siyasi temsil yoluyla da T.C devletiyle pazarlıklar yapabilecek şartlara zemin hazırlanmıştır.

 Maalesef sessiz çoğunluğun teşkilatsızlığı ve “devlet başımız bitmez aşımız” inancıyla genlerine yer eden algı ve devlete baş kaldırılmaz ön kabulüyle meydanın  boş bırakılması buna sebep olmuştur. Ancak sivil toplum kuruluşları etrafında birleşme gayreti, bu ataletten silkinmeye başlandığının göstergesidir. Bunda belki PKK’nın  negatif etkisi olmuştur. Acı ilaç etkisiyle şifa bulmuş hasta gibi olan bu sessiz çoğunluk, serhildan kalkışmasında gördüğü acı gerçekler sonrası adeta UYANMIŞTIR!  Bu gelinen aşama, PKK’nın da gördüğü bu direniş ve kendi taban kayması gerçeği  bölge halkı lehine değerlendirilebilir.

Devlet-Millet barışması gereği, ülkenin dört bir yanında aynı ideolojik – laik baskının mağduru olan tüm halkları kapsayacak ve YENİ TÜRKİYE’ye yakışacak şekilde Cumhuriyet dönemiyle başlayan ve tek tipçi ulus devlet dayatmasının sonlandırılması, demokratik ve fıtri haklar kapsamında TOPLUMSAL BARIŞ’ın yarından tezi yok hayata geçirilmesi  gerekir. 

 

Osman KAÇMAZ

Araştırmacı yazar

14.01.2015

Osman KAÇMAZ

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

  • Yorum Linki nejat özden Cumartesi, 17 Ocak 2015 00:25 yazan nejat özden

    psman kardeşim kaleminize sağlık...

    Raporla

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...