Ortadoğu’da Aktörler ve İnşa:
1890 küreselleşmesinde kendini ifade eden Batı kültür ve medeniyetinin materyalist temsili, 1990 küreselleşmesi olarak tanımlanan yeni süreçte, ne kadar adalet eksenli bir özne rolü oynayabilir?
Dahası böyle bir rolü kabul etmeye hazır bir başka Batı aklı ve vicdanı var mıdır? Batı medeniyetinin bütün insanlığın tanıklığında kendini ifade ettiği 18, 19 ve 20. yüzyıl, 21. yüzyılın küresel yapılandırılmasında oynayacağı rol açısından bu medeniyete hangi yönleri ile referans oluşturabilir?
Yeni dönemde küresel düzeni yeniden yapılandırmaya soyunan Batılı aktörlerin geçmişteki sicilinin referans etkisinin olumsuzluğundan kaynaklanan, dünyanın geri kalan bölgelerindeki güvensizlik nasıl aşılacaktır?
Batı medeniyetini temsil ettiğini iddia eden aktörler açısından, bu ciddi soruların cevapları ne Batı ve ne de İslam dünyasında tam karşılığını bulmuş değildir. Bu cevapsızlık ve güvensizlik, Batı medeniyetine toptancı itirazları beslemekte, İslam’ın Batı’ya tavrını, radikal temsillere mahkûm etmektedir.
Yine bu tasnif, Batı’yı problem olarak tanımlayan bir İslam ve İslam’ı problem olarak tanımlayan bir Batı şeklinde bir problem ve çözüm tanımlaması yerine, bu dört boyutta problematik algıları ortaya koyarak, karşılıklı algıların iyileştirilmesine ve tek boyutlu algının yol açtığı bölünmüşlüğün ortadan kaldırılmasına kapı açacaktır.
Ama şunu söyleyebilirim ki; Ortadoğu'da devam etmekte olan değişim süreci, bu çalışmada açıklanan üç dışsal faktörün altında çok sancılı başladı ve sancılı biçimde devam ediyor. Sürecin nasıl devam edeceğini ve gelecekte nasıl şekilleneceğini, bölgedeki yerel aktörler (hükümetler, örgütler, siyasal-toplumsal hareketler) ile büyük güçler (ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya) belirleyecektir. Geleceğe ilişkin umudum ise; mümkün olduğu kadar çabuk barışın tesis edilmesi ve sürmekte olan değişim sürecinin yeni "bağımsız demokratik rejimler" doğurmasıdır.
Büyük Ortadoğu:
BOP’un Ortadoğu için ne anlama geldiğini anlayabilmek için, sadece BOP haritasına bir göz atmak yeterlidir. BOP, küresel ekonominin şah damarı olan stratejik hammaddelerin ve geniş tüketici kitlelerin yer aldığı Ortadoğu’nun, başta Rusya olmak üzere, yükselen Çin ve Hindistan ekonomisine karşı ekonomik denetiminin sürdürülmesi, İsrail’in güvenliği ve İslam dayanışmasının önlenmesi gibi üç temel güvenlik odağında yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir.
ABD stratejisinin beş temel ilkesini açıklayan Passig, en önemlisi kabul ettiği beşince stratejik ilkenin, “Avrasya ülkelerinin bölünmüşlüğünü devam ettirmek” olduğunu belirtir. Bu ilke zaten Ortadoğu’da uygulanan bir stratejik ilkedir. Bölünmüşlük, kimlik temelli bir olgudur ve kimliklere müdahalenin doğası da sosyolojik olacaktır.
Projenin gerçekleşmesinde, bölgedeki nüfus ve toprak itibariyle geniş hacimli devletlerin küçültülmesi; yükselen İslami kimliği nötralize edecek milliyet, mezhep ve cemaat kamplaşmalarının azami derecede kışkırtılması; bu kamplaşmaların ürettiği çatışmalarla, İslam toplumlarının kendi aralarında tam bir güvenlik kaosuna sürüklenerek, bölgedeki sivil toplum ve yönetim otoritelerinin iradelerinin kontrol altına alınması stratejisi izlenmektedir.
İslam Dünyası için öngörülen gelecek, Irak’ta bir çekirdek yapı, prototip olarak hayata geçirilmiştir. Rejim ve sınırlar değiştirilmiş, etnik ve mezhep kavgaları şiddetlenmiş, ülke halkı kendi kendini yönetemez duruma getirilmiştir.
İslam toplumlarının, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında dönüşümü, sosyolojik süreçlerin ve bu süreçlerin üreteceği krizlerin yönetilmesi ile sağlanmaktadır.
“Büyük Ortadoğu” kavramı özellikle seçilmiş, yeni dönemde İslam toplumlarına karşı izlenecek ana stratejiyi ve gerçekleştirilecek müdahalelerin niteliğini yansıtan bir kavramdır. Büyük Ortadoğu’nun dayanışma bağlamı, İslam olmayacaktır. Salt yerel toplumların dayanışması da olmayacaktır.
Büyük Ortadoğu kavramı, İslam coğrafyasının jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonomik bütünlüğünü ve dayanışmasını ifade edecek tüm kavramları devre dışı bırakan bir kavramdır.
Ayrıca, Batı, özellikle de BOP kapsamında Ortadoğu’daki sınırları da, İsrail ile barışık veya İsrail’e tehdit oluşturmayacak bir formda yeniden düzenlemek istemektedir.
Bu düzenlemenin bir açılımı olan Arap Baharı’nda görüldüğü üzere, Batı, mevcut iktidarları ve toplumun iktidar yanlısı seküler ve ulusalcı kesimlerini, değişim güçlerine karşı, değişim güçlerini de iktidarlara karşı kullanarak, tam bir kaos ve iç çatışma ortamı oluşturmaktadır.
Potansiyel güç ise, radikal örgütlerle açığa çıkarılarak imha edilmektedir. Ortadoğu’da statükonun devamından veya daha da güvenlikli yeni bir formda düzenlenmesinden yana olan ülke ise, İsrail’dir. Yerel statüko güçleri, İsrail ile kendi iktidarlarına süreklilik kazandıracak bir işbirliğini hep sürdürmüşlerdir. Bu sebeple, bu yerel güçlerin iradesi ile İsrail’in stratejik iradesi paralellik arz etmektedir. Dahası, İslamofobia’yı besliyor. BOP stratejisinde, İslam’ın siyasal ve radikal temsili olarak kurgulanan rolünü gönüllü olarak oynuyor.
İslam dayanışmasının kaynağı ve dolayısıyla da jeokültürel zemini olan sivil toplumun potansiyel enerjisini, BOP stratejisinin icra edildiği çatışma sahasına kanalize ediyor.
Ortadoğu’da küresel ve yerel statüko güçlerinin baskı ve tahakkümleri ve hiçbir kayıt tanımadan güç kullanmaları karşısında, statükoya karşı direnişi temsil rolünde radikal örgütler ön plana çıkıyor.
Batı temsilinden, Batı’nın oryantalist ve neoemperyalist temsili ile iki İslam temsilinden, İslam’ın siyasal ve radikal temsili görünüşte karşı karşıya geliyor. Gerçekte ise omuz omuza BOP süreci gerçekleştiriliyor.
Genel olarak bakıldığında 2. Dünya Savaşı sonrasında doğrudan ya da dolaylı olarak neredeyse bütün sömürgecilik formları ortadan kalkmış, Filistin'e sonradan yerleşen Batılı Yahudiler (İsrail) dışında hiçbir Batılı unsur Ortadoğu 'da tutunamamıştır.
Esasında Osmanlı sonrası dönemde teknik olarak bir Yahudi devleti kurmak mümkün görünmese de İngiliz mandası döneminde Filistin bölgesine Yahudilerin göç etmesi desteklenerek bölgedeki Yahudi nüfus arttırılmıştır. Böylelikle İsrail Devleti kurulmuştur.
Günümüzde sömürgecilik her ne kadar klasik anlamıyla Ortadoğu'da ortadan kalkmış olsa da emperyalist siyaset özellikle ABD'nin Irak işgali nedeniyle bölgede yeni bir safhaya girmiştir.
Bu nedenle Ortadoğu toplumlarını anlamak için yalnıza ortadan kalkmış sömürgeci dönemin güncel mirasını değil, sömürgeciliğin modern, yeni emperyal dinamiklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bir başka deyişle Ortadoğu'nun otoriter rejimlerinin varlığını sürdürmesi içsel dinamiklerin yanında dışsal dinamiklerinde etkili olduğu bir süreci ifade etmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesi ve tüm ülkeleri / bölgeleri kuşatan küreselleşme sürecidir.
Büyük Ortadoğu Projesi Bu proje, "Amerikan menşeli" ve "Batı Avrupa destekli" bir projedir.
Böyle bir küresel yeniden yapılanma süreci devam etmekteyken Büyük Ortadoğu Projesi, ilk defa Nisan 2004'te ABD Kongresi'nde kabul edilen "Büyük Ortadoğu ve Orta Asya Kalkınma Kanunu" ile gündeme getirildi.
Bu kanun, ABD tarafından bazı değişiklikler yapılarak, Haziran 2004'te G-8 Zirvesi'ne taşındı "Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleriyle Ortak Bir Gelecek ve İlerleme İçin İşbirliği Zirvesi" Nisan 2004 tarihli kanunda Orta Asya'daki 5 ülke (Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan) Büyük Ortadoğu Projesi sınırlarına dahil iken, G-8 Zirvesi'nde bu ülkeler projenin kapsamına dahil edilmediler.
Bunun nedeni, bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak gören Rusya'nın (daha doğrusu Putin iktidarının) kararlı muhalefeti oldu. G-8 Zirvesi'nde sınırları daraltılan Büyük Ortadoğu Projesi, coğrafi olarak 22 Arap ülkesi ile Pakistan, Afganistan. İran. Türkiye ve İsrail'i kapsıyor. Bunlardan Türkiye ve İsrail, projenin "hedef ülkeleri değil" demokratik ortaklaradır. Yani ABD bu iki ülkeyi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında "demokratik ortaklar" olarak görüyor. Geri kalan 25 ülke ise Büyük Ortadoğu Projesi'nin hedef ülkeleri’dir.
G-8 Zirvesi'nde yapılan bir başka değişiklik, sosyo-kültürel alanı kapsayan reformlarla ilgilidir. ABD Kongresi'nde kabul edilen Nisan 2004 Kanunu, sosyo-kültürel reformlara pek yer vermez iken. G-8 Zirvesi'nde yeniden şekillendirilen projede sosyal reformlara daha fazla yer verildi. Bundaki amaç, sosyo-kültürel alanı neoliberal politikalar vasıtasıyla gerçekleştirilen yeniden yapılanma sürecine uyumlu ve dışa açık hale getirmektir.
ABD ve diğer Batılı merkez kapitalist devletler, kendi çıkarlarına göre bölge ülkelerinin ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel yapılarını yeniden yapılandırmayı ve böylece bu ülkeler üzerinde kendi hegemonyalarını kurmayı / sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar.
Dolayısıyla küreselleşme ilerledikçe Ortadoğu toplumları da, ister istemez hem birbirleriyle hem de Batılı toplumlar ile daha sıkı ilişkiler içine girerek daha fazla dışa açık toplumlar haline geliyorlar. Küreselleşmenin yarattığı dışa açılma süreci, eş zamanlı olarak Ortadoğu toplumlarını dış etkilere (olumlu veya olumsuz) daha açık hale getiriyor.
Artık Ortadoğu'nun - ideolojik zeminleri ne olursa olsun fark etmez - diktatörleri, dini liderleri, cemaatleri, hanedanları ve bir bütün olarak otoriter rejimleri kendi toplumlarını dışarıya kapatamıyorlar ve dış etkilerden uzak tutamıyorlar. Batılı toplumlarla giderek daha fazla "ilişki ve etkileşim" içine giren Ortadoğu insanı, Batı demokrasilerini örnek almaya başladı. Küreselleşmenin yarattığı ağların içine dahil olan Ortadoğu halkları (özellikle işsiz, yoksul ve eğitimli gençler), çok haklı olarak daha fazla "demokrasi", daha fazla "özgürlük" ve daha fazla "refah" talep etmeye başladılar.
ABD ve Batı Avrupalı devletler, genellikle, kendilerinin çıkarlarına ters düşen tüm rejimleri ve devlet adamlarını "diktatörlük" ile suçluyorlar. Fakat aynı Batılı güçler, kendilerinin çıkarlarına hizmet eden / uyan rejimleri ve devlet adamlarını ise bu rejimler ve devlet adamları her ne kadar baskıcı olsalar bile "diktatör" ilan etmiyorlar.
Yani ABD ve diğer Batı emperyalist devletler için diktatörlüğün temel kıstası, "kendilerinin çıkarlarına karşı gelmektir".
Suriye'de ise, Mart 2011 'de başlayan sokak gösterilerini bastırmak amacıyla Beşar Esad yönetimi, kendisine bağlı orduyu, polisi ve El Muhaberat'ı kullanarak muhaliflere karşı sert önlemler aldı. Siviller dahil olmak üzere çok sayıda isyancı öldürüldü. Fakat bu sert önlemler muhalefeti bastırmayı başaramadı.
İç savaşla birlikte ülkede çok sayıda silahlı grup / örgüt ortaya çıktı. Ayrıca bunlara ülke dışından gelen terör örgütleri (El Kaide, Irak Şam İslam Devleti vb.) eklendi. Böylece Suriye iç savaşı hem şiddetlendi hem de karmaşıklaştı.
İlk başlarda (2011'de) silahlı gruplar ile Esad'a bağlı Suriye ordusu arasında savaş yaşanıyordu. 2012'den itibaren ise ülkedeki silahlı örgütler birbirleriyle savaşmaya başladılar. Bu durum sivil kayıpların artmasında önemli rol oynadı. Ayrıca karmaşıklaşan iç savaşta sivillerin hangi "örgütler tarafından öldürüldüğünü de tespit etmek giderek zorlaştı.
Mart 2014 itibariyle yaklaşık 150 bin kişi hayatını kaybederken, yarısı çocuk olmak üzere yaklaşık 2,5 milyon Suriyeli çevre ülkelere sığındı. Bunların 600 bini Türkiye'ye sığınmış bulunuyor
DEVAM EDECEK