Salı, 14 Mart 2017 09:37

Askeri Darbelerin Niteliği

Türkiye Cumhuriyeti‘nin siyasi tarihi, aynı zamanda bir askeri darbeler tarihidir. Öyle ki, doksan dördüncü kuruluş yıldönümü kutlanacak olan Cumhuriyetimizin yaklaşık kırk altı yılı, fiilen, askeri yönetimler, sıkıyönetim ve/veya olağanüstü hal uygulamalarıyla geçmiştir. 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı darbelerde, TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarıyla toplum baskı altında tutulmuş, başta hayat hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiş halkın fikir ve vicdan hürriyeti ile ifade özgürlüğünün kısıtlanmıştır.

                Aslında, Türkiye‘deki darbe geleneğinin başlangıcını, Osmanlı Devletine kadar uzatmak mümkündür. Bu gelenek, Osmanlı Devleti‘nin ardından Türkiye‘ye de sirayet ettiği ve günümüze kadar ulaştığı bilinmektedir. Cumhuriyet Türkiye‘sinde ilk sıkıyönetim, o zamanki adıyla örfi idare uygulaması, 1925 yılında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan Şeyh Sait isyanından sonra başlatılmış ve 1950 yılına kadar sürmüştür.  Yani sıkıyönetim aralıksız 25 sene devam etmiştir. Sıkıyönetim uygulamasının tabii hükümet etme yöntemi haline gelmesinin en önemli sebebi halkın değerlerine zıt sosyal ve siyasal düzenlemelerin, ideolojik baskıların kalkması halinde sistemin eski haline döneceği, inkılap denilen tek parti totaliter uygulamalarının ortadan kalkacağı endişesidir. Yani Atatürk ve İnönü devrinin demokrasiyle alakası olmayan, sıkıyönetimle pekiştirilmiş tek parti diktatörlüğü olduğu açıktır. Bu devirlerin altın çağ olarak yüceltilmesi korunmaya çalışılması demokrasi ve hukuk devletini tehdit eden en önemli tezattır. M. Kemal’in İstiklal Savaşı kahramanı olarak anılması başkadır, tek parti uygulamalarının demokrasi ile bağdaştırılması başkadır.

                1960 darbesi ve ondan sonra getirilen sıkıyönetim uygulamaları sebebiyle 1990’a kadar olan sürenin %40’ı da sıkıyönetim altında geçmiştir. [1] Bu durum tabii devlet geleneğinin oluşmasına büyük engel teşkil etmiştir. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na açıklamada bulunan gazetecilerden Mehmet BARLAS,  Türkiye‘de Osmanlı‘dan kalma ”ittihatçı bir gelenek olduğunu ve” her subayın kendini halaskar görebildiğini ifade etmiştir. Rıdvan AKAR ise Atatürk‘ün ölümünün ardından 1940‘lı yıllardan itibaren çok sayıda subay tarafından çeşitli darbe teşebbüslerinde bulunmasına rağmen bu subaylardan hiçbirinin yargılanmadığını, 1960 askeri darbesinden sonra yeniden alevlenen darbeci geleneğin Baas‘çı bir kimliğe bürünerek radikalleştiğini, söz konusu radikalleşmenin önlenmesi için “tek tip Atatürkçülük” algısının oluşturulmaya çalışıldığını, 1990‘lı yıllardan sonra Atatürkçülüğün darbelerin gerekçesi olarak kullanılabildiğini öne sürmüştür.  Aslında Mustafa Kemal’in daha hayatta iken başlayan tapınma güdüsü, Çankaya ile Kâbe’yi kıyaslayan şiirler, mevlitler, onun bir yarı tanrı olduğunu ve ölmeyeceğini ifade eden dalkavukluklar nedeniyle putlaştırılmıştır. Bu putlaştırma süreci ülkenin her yerine heykellerin yaparak, önemli günlerde huzurunda toplanarak devam ettirilmiş, cahiliye Araplarının yaptığı gibi insanüstü mitolojik bir algı yaratılmıştır. Bu algının asırlarca sürmesi temenni edilmiştir.

                Ordunun subay yetiştirme sistemi Kemalizm mantığı üzerine inşa edildiği için her subay Kemalist prensipler ve ahlak üzerine yetiştirilmiş, İslam ahlakıyla çelişen, toplumun yerleşik kültür ve ahlakı ile bağdaşması zor bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu yapıda milliyetçi ama Turancı değil, ahlaklı ama alkol ve kadın noktasında serbest, Müslüman ama laik, Müslüman ama Kuran’a gerek yok tipinde ahlaki ve siyasi zihniyeti çelişkili insan tipine dayalı bir model oluşturulmuştur. Bu yapı içinde yetişen subaylar Atatürk nasıl ki Vahdettin’e kafa tutmuş, üniformasını çıkartmış atmış meşru yönetime itaat etmemişse halkın oyu ile iktidara gelen yönetimlere itaat etmek germez zihniyetini oluşturmuştur. Bu zihniyetteki subay yaratıcı yıkımın tabii üyesi haline gelmiştir. 1960 darbesini yapan bir takım subayların kökleri araştırıldığında kripto Hristiyan olmaları kuvvetle muhtemeldir. Daha sonraki darbelerde yönetimi sabetayist yapı üzerinden elde tutan Masonlarla bu yapılar arasındaki gizli mücadelenin büyük rolü vardır.  Batılı ülkeler zaman zaman küresel sermaye üzerinden Masonik yapıları kullanarak Türkiye’yi kontrol altına almak istemiş, bazı zamanlarda da kripto Hristiyan unsurlar üzerinden gelmişlerdir. Milletin özünü temsil eden Türk-İslam(Sünni/Alevi) kültür temeline dayalı halk sürü psikolojisi esas alınarak güdülmüştür. Hatta İslam kültürünün baskı altına alınması için Alevi-Sünni çatışması “Kahramanmaraş, Sivas ve Çorum olaylarında” görüldüğü üzere tahrik edilmiş, laik kimlikle Alevilik özdeşleştirilerek halk kültür damarının bütünlüğü tahrip edilmiştir.[2]

Bütün bu yapılanların dış dünyadaki stratejik merkezlerin planlaması olmadan başarılması mümkün değildir. Bu nedenle bütün askeri darbelerin stratejik aklı yoktur.[3] Dışarının tahriki ve tetiklemesiyle başlamıştır. Türkiye’ye getirisi olmamıştır.[4] Uygulamada askeri darbeler Türkiye’nin yerinde saymasının birinci derecede amili olmuş, siyaset ve devlet geleneğinin oluşmasına engel olarak sistemi kilitlemiştir. Çünkü içinde yabancı parmağı olan her hareket iflah etmez.


[1] Zafer ÜSKÜL, Siyaset ve Asker, Ankara, 1997, s.71.

[2] Hâlbuki Alevi kültür damar; ehli beyt geleneğine tabi olduğu için İslam kültürünün temel geleneklerinden birini teşkil eder.

[3] Darbenin ilk bildirisi olarak hem dışarıya (NATO vs.) bağlı olduğunu ilan edeceksin, hem de milliyim diyeceksin!?

[4] Süngünün üstünde oturulmaz.

Suat GÜN

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...