Çarşamba, 02 Nisan 2008 05:32

AYASOFYA CAMİİ VE BİNBAŞI TEVFİK BEY

 

 

SU UYUDU, DÜŞMAN DA  UYUDU MU ?

 

‘ MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA AYASOFYA’YI KİLİSEYE ÇEVİRME FAALİYETLERİNDEN ÖRNEK BİR OLAY ’

Yakın tarihimizden, gün yüzüne fazla çıkmamış,  önemli ve  aynı zamanda bu günümüze de kuvvetli ışık tutacak  çok ibretli bir olayı aktarmakla yazıma başlamak istiyorum.

‘Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesi meselesinde Patrikhane ve kiliselerin, özellikle 1918 ve 1919 yıllarında birer ihtilal örgütü gibi çalıştıkları ve bütün Rum faaliyetlerini organize ettikleri görülür.

İstanbul düşman  kuvvetleri tarafından işgal olunduğunda, birçok önemli bina, fabrika, nezaret, resmi kurum ve kuruluşlar işgal edilmiş, bunlar makineli tüfenkler ve diğer teçhizata sahip birlikler tarafından kuşatılmıştı. İşgal sırasında Süleymaniye ve Ayasofya camilerindeki Türk askerleri de kuşatılarak makineli tüfenklerle tehdit altına alınmıştı. Bu arada hükümet, her hangi bir olayı önlemek üzere işgalcilerden daha erken davranarak bir Türk askeri birliğini Ayasofya Camii avlusuna yerleştirmişti. Kışlalarının işgali üzerine açıkta kalan Türk askerlerinden İstanbul II.Muhafız Alay’ından bir tabur Ayasofya Cami’ine yerleştirilmişti. Bu taburun komutanı Binbaşı Tevfik Bey’di. Ancak işgal güçleri ve Yunanlılar’ın emelleri, Ayasofya’dan bu taburun çıkarılmasını gerektiriyordu. Çünkü Ayasofya kiliseye çevrilmeliydi. Türk taburunun yerine bir Fransız birliğinin yerleştirilmesi, kısa bir zaman sonra Fransızlar’ın  Ayasofya’yı Patrikhane’ye ve Yunanlılar’a devretmesi ve bunu takiben kiliseye çevrilmesi düşünülüyordu. Bu niyet tatbike konulacaktı. Fransız kuvvetlerinin komutanı Franchet d’Esperey bir zafer alayı tertip ederek beyaz atla (resimleri bulunmaktadır ) ve atı Roma usulü iki askerine tutturup, Rum, Ermeni, Yahudi’lerin tezahüratları arasında İstanbul’a gelişi, Fransız basınına mensup kişilere Patrikhane’nin kapılarını göstererek kapanma sebebini ve açılma zamanının geldiği çok açık olarak belirtmeleri, Ayasofya konusunda Fransız’ların oynayacağı oyunun ilk belirtileriydi.

Baskılar üzerine Harbiye Nezareti, Binbaşı Tevfik Bey’den Ayasofya Camii’nin Türk askerinden boşaltılmasını istemişti. Yine Fransız taburu gelerek yerleşecekti. Yağmurlu bir gündü. Fransız taburu bütün teçhizatı ile Ayasofya kapısına dayanıyor, fakat komutanları Binbaşı Tevfik Bey’den emir alan Türk askerleri onları içeri sokmuyordu ve sokmayacaktı. Caminin büyük  giriş kapısına iki ağır makinalı, çapraz makas ateşi yapabilecek şekilde yerleştirilmişti. Binbaşı Tevfik Bey, Fransız askerini Camii’ne sokmaya hiç niyetli değildi. Fransız komutanı; Tevfik Bey’e,

-          Siz Asker değil misiniz, burasını tahliye ederek bize teslim etmeniz için emir almadınız mı ? der. Binbaşı Tevfik Bey;

-          Evet, ben de bir askerim. Bir asker olduğum için sizi, ben sağ olduğum sürece bu kapıdan geçirmeyeceğim. Ben aynı zamanda Türk’üm ve Müslümanım ve burası da benim mukaddes mabedimdir. En büyük amirim olan vicdanımdan aldığım emirle sizi buraya sokmayacağım. Şayet cebren girmeye teşebbüs edecek olursanız, işte size ilk cevap verecek olan makinalılar. Yalnız bu kadar değil; eğer bunlar maksadı temin etmezse camiinin dört köşesine kafi miktarda tahrip kalıbı yerleştirdim. Her şeye rağmen teşebbüsünüzde ısrar ederseniz bu koca mabed bu taburun üzerine çökecektir ve siz bu mabede giremeyeceksiniz…

Bu arada bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Fransız taburu kendini Cumhuriyet döneminde yanan adliye binasına zor atar. Burada günlerce kalırlar. Nihayet Binbaşı Tevfik Bey’in kararından dönmeyeceğine ve ısrar halinde Koca Ayasofya’yı yerle bir edeceğine kani olan Harbiye Nezareti’nin; biz gereken emri verdik, fakat tabur kumandanı bu emri dinlemedi. Israr halinde camiyi uçuracağını beyan ve bu yoldaki tertibatını da almış olduğundan bir facia doğacak olan bu emrivakiye karşı yapılacak bir şey yok diyerek Fransız makamlarına durumu bildirmesi üzerine , günlerce sundurmalar altında bekleyen  Faransız taburu aldıkları bir emirle geri çekilir. Bu olayın Sultan Vahidettin’in bir tertibi olup olmadığına dair bir bilgi yoksa da hükümetin de bu işleri yapanları destekledikleri tavırlarından anlaşılmaktadır.’

Yakın tarihimizde yaşanan bu olay; Osmanlı Araştırmalar Vakfının neşrettiği ve Prof. Dr.Ahmet Akgündüz ve Doç.Dr.Said Öztürk ve Yaşar Baş Hocalarımızın kaleme aldığı ‘ÜÇ DEVİRDE BİR MABED   AYASOFYA’ adlı mükemmel eserin; 692, 695 ve 696 ncı sayfalarında ibretlik olarak anlatılır. Daha nice bilmemiz gereken, öğrenmemiz gereken acı ve tatlı gerçekler var.

 

‘ Söyletme beni zalim

  Derûnumda neler neler var …’

 

Sahi biz yüzlerce yıl; Seçuklusuyla , Osmanlısıyla, yakın tarihimizde İstiklal Harbimizle hangi değerlerle ve hangi değerler için batıdünyasıyla harpler ettik.Milyonlarca şehit ve gazi verdik.Sahi biz Birinci Dünya Harbini, İstiklal Harbini kimlerle ve niçin yaptık ? Sadece Çanakkale  cephesinde  yaklaşık ondört milyon nüfuslu  ülkemizden yaklaşık ikiyüzellibin şehidi kim şehid etti de gitti? Bizi yok edip bütün değerlerimize el koymak için bize kimler saldırdı ?  Sevr’i kim önümüze koydu, şimdide önümüze tekrar koymaya çalışıyor ? Daha dün Genelkurmay Başkanlığı devir - teslim töreninde, görevi teslim alan şimdiki Genekurmay Başkanımız böyle söylemedi mi?

 Aman Allah’ım! Her şey bu kadar açık ve seçik iken, dostumuzu düşmanımızı biz nasıl oldu da bilmez olduk, karıştırır  olduk ?

Sahi harp sonrası kimlere benzemeye çalıştık ve halen kimlerin hangi değerlerini savunuyoruz ?

Atalarımız  ‘Su uyur düşman uyumaz.’ demişlerdi. Sahi benim haberim yok da, düşman uyudu mu? Ya da düşmanlarımız başka gezegenlere mi göçüp gittiler de dünya bize mi kaldı?

Yoksa ben kör mü oldum da gerçekleri göremiyorum?  O düşmanlar hep dost oldular, bize benzediler, bizden oldular da, bütün dünya cennet mi oldu ? Harpler, darpler, kıtaller, sömürgecilik faaliyetleri, hülasa  her şey her şey  bitti mi ? Batının bizim üzerimizdeki asırlar süren emelleri sona erdi de, dünya- alem gül gülistan mı oldu? Ölüm öldürüldü, kabir kapısı kapandı mı?

Yok.. yok! bütün düşmanlıklar bitti sadece irtica mı kaldı yoksa?

 Sadece irtica kaldı da, en birinci ve en büyük tehlike o mu?

 

Öyleyse yalan söylüyorsunuz.

Sizler adi yalancılarsınız yahut ahmağın ta kendilerisiniz.

Heey akıl ve insaf  sahipleri ! Henüz daha farkında değilseniz ben de bütün gücümle ve samimiyetimle böyle söylüyorum ve dahi bütün gücümle haykırıyorum.

Kral çıplak!

Yarın mecburi istikamet gittiğimiz kabir ve ötesinde yüzünüze kimler tükürecek onu da siz hesap edin, çatlamamışsa ar damarınız.  

Karanlıkla daha fazla meşguliyet herhalde pek de faydalı olmasa gerek.  Öyleyse karanlıklardan yüz çevirip  gurubu olmayan güneşe dönelim. Karanlıklardan aydınlığa çıkmak için de şöylece bütün insanlığa seslenelim;

-          Susunuz! Ve can kulağınızla dinleyiniz ! Kâinat Mescid-i Kebirinde Kur’an kâinatı okuyor! Onu dinleyelim: O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim.

 

 

 

 

Son Düzenlenme Çarşamba, 02 Nisan 2008 06:04
İbrahim Töre

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...