Cuma, 12 Nisan 2013 20:26

Tüketim Köleliği ya da Kölesel Tüketim

"Batının ilmini ve fennini alalım ama onun ahlakını ve kültürünü almayalım"

Bu mümkün müdür acaba?

Bu kadim anlayış Batılılaşmanın sözde sorgulanıp post- modernize edilip, hayatımıza adapte edilme çabasıdır. Bir medeniyetin bilim ve teknolojisini alıp, onun kültürünü ve hayat felsefesini bunun dışında tutmak ruh ve bedeni birbirinden ayırmaya benzer. Buna işlevlik kazandırmak pek mümkün görünmemektedir.

Neo-liberal kapitalist anlayış, tüketime sunduğu her şeye kendi dünya algılayışını ve ruhunu yansıtmıştır. Tüketim kültürünün temelinde yatan algılama sorunu da budur.

Örneğin; fast- food modeli yemek kültürünün ülkemizde yaygınlaşmaya başlaması damak zevkimizi deformasyona uğratmış ve ailenin bir araya gelerek yemek yeme geleneğini azaltmış, geleneksel mutfak kültürümüzü yozlaştırmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’nın matbaayla tanışmasıyla bir çok geleneksel yazı sanatları dumura uğramış, bunları yapan zanaatkârlar işsiz kalmış, sanat ve estetik anlayışı artık ancak tarih sayfalarında yer almaya başlamıştır.

Tüketimin sınırları ve biçimleri aynı zamanda toplumsal ahlak bilinciyle netleşir. Yani inanış biçimlerine göre tüketim alışkanlıkları belirginleşir. İslam anlayışında her yönüyle israfın haram kabul edilmesi kendi zaviyesinden tüketimin sınırlarını belirlemiştir.

Tüketim canavarı haline gelen batı(lı) anlayışında, hep daha fazla tüketim körüklenmiş, çok tüketen, en muteber toplum konumuna getirilmiştir. Böylelikle sonu gelmez bir ‘Tüketim Köleliği’ oluşturulmuştur. Batının körü körüne, sonuçlarını düşünmeden çekirge sürüleri gibi, girdiği yeri talan eden bir psikozla tüketimi körüklemesi toplumu akıl almaz paradokslara ram etmiştir. Mesela en basiti; toplumlarda aşırı yeme tüketimini hızlandırmış ve insanlar arasında obezitenin artmasına neden olmuştur. Tabii şeytani tüketim hegemonyası bunu tekrar ranta dönüştürerek, bu sefer bu şişman insanlara bütün enstrümanlarını kullanarak yüksek ücretler karşılığında zayıflama formülleri sunmuştur. Böylelikle sonu gelmez tüketim köleliği zincirini kesintisiz olarak devam ettirmektedirler. Hatta bu anlayış, insan sağlığını hatta savaşları bile tüketim aracı olarak görecek kadar primitif hale gelmemiş midir?

Tüketimle ilgili olarak son birkaç yüzyılın en önemli öncü gücü reklamdır. Tüketimi belleklere fütursuzca zerk etmek için oluşturulan illüzyonlar aracılığıyla insanlar tüketime zorlanmakta, tanıtılan şeylere adeta eşya üstü öğeler, misyonlar yüklenerek çocuktan yaşlıya, kadından erkeğe, hipnotize edilmiş bir benlikle tüketim rantiyesine sürüklenmektedir.

Bir mobilya firmasının reklamında babanın elindeki çay kendi üzerine ve oturduğu koltuğa döküldüğünde evin hanımının ve çocukların telaşla koltuğa bir şey olup olmadığına bakmaları babanın iğreti bir şekilde kalma sahnesi tüketimde eşya- insan ilişkisini en bariz şekilde gözler önüne sermektedir.

Geçmiş için lüks olarak algılanan şeyler bugün ihtiyaç olarak görülmekte ve bunlar hayatı kolaylaştıran, bizi ‘muasır medeniyetler’ seviyesine(!) çıkaran objeler olarak empoze edilmektedir. Günümüz endüstri toplumu, hayatı eşyalar çerçevesinde düzenlemekte, pazar yoğunluklu toplumlarımız, maddi ilerlemeyi, üretilen eşyaların miktar ve çeşitliliğindeki artışla ölçmektedir. Ve  biz, hareket noktamızı bu sektörden alarak toplumsal ilerlemeyi bu eşyalara ulaşabilmedeki dağılımla ölçmekteyiz.

Ivan Illich: ‘İktisat bilimi büyük çaptaki eşya üreticileri tarafından yönetimi ele geçirmek için bir propaganda olarak geliştirilmiştir.’ demektedir.

İlk köleleştirici  illüzyon, insanların tüketiciler olarak doğduğu ve bütün hedeflerine mal ve hizmetleri satın alarak ulaşabilecekleri düşüncesidir. Post-modern çağda artık insan tanımı “tüketici” olarak  literatürde yerini almıştır.

İhtiyaçlar, gittikçe artan bir şekilde, reklam sloganlarıyla verilen emirlerle ürünü satın almayla belirlenmektedir. Nasıl gereksinim duyulacağı biçimsel olarak öğretilmiş ve ihtiyaç ister reklam, ister farklı yönlendirmelerle olsun, kararların ve eylemlerin, artık tatmin konusundaki kişisel tecrübenin sonucu olmadığı ve adapte olmak durumundaki tüketicinin hissettiği ihtiyacı yerine, öğretildiği şeyi koymaktan başka bir şey yapamadığı her kültürde kendisini gösterir. Küresel tüketim anlayışı öyle hale gelmiştir ki  örneğin bir cola firması ve bir kızarmış piliç firması ve bir gsm firması aynı reklamda bir araya gelerek üç ürünü bir arada pazarlayabilmektedir.

Tüketim kültürünün aynı zamanda toplumların kadim medeniyetlerinden şekillenerek neşvünema bulduğunu, yaşanan zamanda ve gelecekte baskın olan medeniyet ne ise tüketim kültürü de ona göre şekilleneceği unutulmamalıdır.

Son Düzenlenme Cuma, 12 Nisan 2013 20:35
Hüseyin Caner AKKURT

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...