Çarşamba, 10 Nisan 2013 15:57

Selamun Aleyküm

Her insanın kendi kültür değerlerine sahip insanlar arasında rahat etmesi, kendisini güvenli hissetmesi pek tabiîdir. Müslümanın da kendi değer ölçülerine bağlı "öz nefsi için istediklerini mü'min kardeşleri için de isteyen" Müslümanlar arasında en büyük mutluluğa ereceği muhakkaktır. Hatta böyle bir huzur ve mutluluk her Müslümanın en tabiî hakkıdır. Çünkü bu aynı zamanda Müslümanların iman olgunluğunun ölçüşü ve göstergesidir. Zira aleyhisselatü vesselam Efendimiz bir hadislerinde "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek mü'min olamazsınız..." buyurmuştur. Toplum fertleri arasında imana dayalı bir sevgi ortamı ve eşitlik duygusunun doğması için çok pratik bir de yol göstermiştir: "Aranızda selâmı yayınız!" Bu son tavsiyenin önemini, birbirlerine "Allah'ın selâmını bile çok gören" ve fakat aynı toplum içinde yaşayan Müslümanların ya da Müslüman grupların bulunduğunu kahrolarak hatırladıkça ve gördükçe daha iyi anlıyoruz. Bir başka ifade ile namaz sonrasında her biri bir tarafa dağılıp giden camiler dolusu cemaatler gibi aynı saftakilerin ayrılığını düşündükçe ve dinî davranışları ve yaşayışları sebebiyle Müslümanlara yönetilen ithamların, ayırım yapmaksızın bütün bu Müslümanları hedef aldığına şahit oldukça selamlaşmanın ne demek olduğunu ve fonksiyonunu idrak ediyoruz. Hedefte bulunanların zoraki birliğini bile aralarında tesis edemeyen, ortak savunma hissinden yoksun böylesi bir inananlar topluluğu için "aranızda selâmı yayınız" tavsiyesi, bir araya gelmenin başlangıç noktasını göstermesi bakımından ne kadar önemli ve yol göstericidir.

 

          Selamlaşmak, Müslümanlar aleyhinde dilini konuşmaktan, kalbini kötü düşünmekten ve kıskançlık duygusundan alıkoymayı da beraberinde getirecektir. Her halükârda görüşüp konuşmayı, büyük bir ihtimalle de sonuçta anlaşmayı ve bütünleşmeyi sağlayacaktır. "Beni anla da istersen öldür" diyen Arap atasözü, Müslüman kesimdeki çözülüşün, birbirlerini anlayacak kadar yekdiğerine tahammül edememekten ileri geldiğini belgeler gibidir.

 

          İlk ve olgun Müslümanları tavsif eden ayet, "Kâfirlere karşı şiddetli ve zorlu, aralarında şefkatli, merhametli, yumuşak ve anlayışlıdırlar" (el-Feth Sûresi, 29) tespitini yapmaktadır. Kâfirlere karşı zorlu olabilmek için, öncelikle kendi içinde uyum ve anlayışlı olmak gerekir. Bu uyum ve anlayış yoksa dışa karşı çetin ve zorlu olmak değil, pısırık-sessiz ve boynu bükük davranmaktan başka yapılacak bir şey kalmaz.

 

          Aslında münafıkların durumunu anlatan "Sen onları birlik sanırsın, oysa onların kalpleri darmadağınıktır"  (el-Haşr Sûresi, 14) ayetinin anlam sınırları içinde gözüken günümüz Müslümanları bizler, bu durumun sebepleri ve giderilme çarelerini vakit kaybetmeden araştırmak zorundayız. Aksi halde ileride böylesi bir fırsatı hiç bulamayabiliriz.

 

          Birlik ve beraberliğin en güçlü ve tabiî esas ve çağrılarına sahip Müslümanların, ortak hücumlar karşısında bile bir araya gelememelerinin makul ve anlaşılır herhangi bir sebebi olamaz. Unutulmamalıdır ki, Müslümanı hor ve hakir görmek ve Müslümanlarla bir araya gelmekten kaçınmak gerekçe ne olursa olsun aynı saftakilerin ayrılığını, güçsüzlüğünü, etkisizliğini, perişanlığını ve yokluğunu getirir. "Zararı içinizden sadece zalimlere dokunmayıp hepinizi saracak olan fitneden sakının" (Enfâl Sûresi, 24) meâlindeki âyet-i kerîme herhalde böylesi bir sondan sakındırmaktadır.

 

          Münferid ya da zümrevî ve fakat birbirinden kopuk faaliyetlerin kimseyi bir yere götürmeyeceği, belli bazı kişi ya da kurumlara bir şeyler sağlasa bile Müslümanlara bir şey kazandırmayacağı, müşterek dertlere merhem olmayacağı muhakkaktır. Birazcık insaf ve imani uyanıklık bunu idrak için yeterlidir. "Müslümanı hor görmek kötülük olarak kâfî" olduğuna göre, onu hor görmemek de birçok müsbet adımların atılması için yetecektir.

 

"Onlardan sonra gelenler; "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış kardeşlerimizi bağışla, kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma... Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin, derler." (el-Haşr Sûresi, 10)

 

         İslâm dünyasının, sırf birbirlerine güvenememeleri, kardeşçe yaklaşamamaları yüzünden, ellerindeki bütün imkânlara rağmen, emperyalist güçlerin oyuncağı olmaktan kurtulamadıkları gözle görülen acı bir gerçektir. Hâlbuki Müslüman, sadece yaşayan Müslümanlarla değil, daha önce ahirete intikal etmiş Müslümanlarla da iyi geçinmek, onlara da faydalı olmak mükellefiyetindedir. Olgun mü'minleri tanıtan bir ayet durumu şöyle açıklamaktadır:

 

"Onlardan sonra gelenler; "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış kardeşlerimizi bağışla, kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma... Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin, derler." (el-Haşr Sûresi, 10)

 

         Müslümanları bütün dert ve dâvalarıyla benimsemek, üzüntü ve sevinçlerine kardeşçe ortak olmak, onları en sıcak ve samimi ilgiye layık görmek, asla ama asla onları küçümsememek her birimizin iman borcu ve sorumluluğudur. Unutmayalım ki, en kutlu görevimiz, "Kalplerimizde mü'minlere karşı kin bırakma!" duasını tekrar ederek inançla, sevgiyle kardeşçe kucaklamak ve kesin olarak "safları sıkı tutmak”tır.

Kerim Sürel

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1 yorum

Yorum Ekle

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuza emin olun. HTML kodları kullanılamaz.

asder logo

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda "adalet"değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız; bizi takip edin...